“Bir çocuk bizim öğrettiğimiz yoldan öğrenemiyorsa,belki de biz onun
öğrendiği yoldan öğretmeliyiz.”
Mucize Doktor, 2. Bölüm
“Mucize Doktor” dizisinin ikinci bölümü, ilk bölümün
reyting
listelerinde 7-8 bandında her üç izlenme grubundan tekrarı ile birlikte en
tepede yer alarak sezona başlaması ve
gerek sosyal medyada gerek yazılı ve görsel basında yer alan epey haberle çok
konuşulmasıyla birlikte, meraklı bir beklentiyle yayına girdi. Acaba ilk
bölümde farklı hikayesi ve sempatik hali ile akılları çelen Dr. Ali Vefa,
gönülleri fethetmeye devam edecek miydi? Hadi en sona yazacağımı, spoiler verip
en başa yazayım: Bence ikinci bölüm birinci bölümden daha dolu, daha derinlikli
geldi ve Dr. Ali otizmin “O”sunu yeni yeni öğrenen insanların bile hem aklını,
hem gönlünü çeldi.
Birinci bölümün sonunda acil servis gelen hastalarla karışmış, o kaosun
içine düşen Ali paniklemiş, kilitlenip kalmıştı. İkinci bölüm böyle ağır bir
sahneyle açıldı. Acaba Dr. Ali üzerine düşeni yapmayı başarabilecek miydi?
İkinci bölümü oturararak (!) daha rahat, sakin ve başından sonuna farklı
sahnelerde gülerek seyreden oğlum Nâzım Özgün, kararını daha ilk saniyelerde bildirdi: “Şimdi birisi iyi bir şey diyecek, dikkatini
çekecek, Ali de sakinleşip işini yapacak, merak etme!”
“Birisi iyi bir şey
diyecek”
Otizmli bireyler, yüksek
ses, yoğun gürültü, aşırı ışık, kalabalık ve uyaranı fazla ortamlardan rahatsız
olurlar, bu huzursuzları yüzünden takıntıları artabilir, anlık kilitlenmeler
yaşayabilir, ortamdan uzaklaşmak isteyebilirler. Sakin tavırla onlara
yaklaşılması ve küçük akıl çelici tüyolarla sakinleşirler: Başhemşire Selvi’nin Dr.
Ali’nin dikkatini hastaya çekmesi, Dr. Adil'in “daha saat 00.00 olmadı, paniğe gerek yok, sen daha bu hastanenin
doktoru değilsin” sakinleştirmesi gibi. (Aç parantez, gündelik hayatın
keşmekeşi içinde her otizmliye Başhemşire Selvi (Bihter Dinçel) gibi koruyucu
ve yönlendirici insanlar lazım, kapa parantez.)

Başhemşire Selvi (Bihter Dinçel)
Dizinin belirli sahnelerinde senaryonun otizmli bireylerin gündelik
hayat akışında yaşadıkları sorunlara dair böyle küçük öğretici ama hayat
kurtaran bilgilerle ilerlediğini görmek bizim için çok sevindirici!
Dr. Adil’in Ali’nin taşradaki evindeki odasını olduğu gibi kendi evine
taşımasındaki incelik ile Ali’nin sevdiği ve alışık olduğu eşyalarını gördüğü
andaki sevinci ile devamında gelen “sarılalım” sahnesi, bence ikinci bölümün
unutulmaz sahnelerinde başta geliyor. İki dipnot bilgiyi ileteyim isterim: Otizmli bireyler, rutinleri severler,
kendilerini alışık oldukları ortamlarda güvende hisseder, alışık oldukları
programlar, düzenli bir hayat tarzı ve planlı yaşam ile daha huzurlu ve sakin
yaşarlar. Dolayısıyla kendi eşyaları, eşyaların kokusu, tanıdık dokular ve
renkler sakinleştirici özellik taşır. Bu anlamda Dr. Adil’in düşünceli
hareketi ne kadar doğruysa, Ali’mizin ters köşe çıkışı da o derece anlamlı: "Herkesin kendine ait bir evi var,
benim de kendi evim olması gerekir. Zaten saat 00.00'ı geçti, artık doktor
oldum ben!" Özgüven her insan gibi otizmli bireyler için de çok
önemlidir ve hayatta ilerlemelerini sağlar. Değişikliklere açık olmak,
rutinleri kırmak, bağımsız ve yalnız hayatta idare edebilmek gibi hoşluklar
için özgüven ve çevreye olan aidiyet hissi önemlidir. Ben senin gözlerinin
içini parlatan özgüvenini seveyim Dr. Ali.
İkinci bilgi ise, birinci bölümden aklımıza kazınan önemli bir konu, Dr.
Ali’nin kendisine dokunulmasından hoşlanmaması. Dr. Adil bir anlık boş
bulunmasıyla sarılmak istediğinde onu kırmadan ani geri çekilen Ali, aslında
Dr. Adil onu çocukluğundan beri tanıdığı için bilmesi gerekeni anımsatıyordu: “Birbirimize
dokunmadan da kocaman sarılabiliriz!”
Sarılma sahnesinde gözleri parlayan Nâzım Özgün gülmeye başladı: “Bak aynı bizim gibi sarıl sarıl
yapıyorlar!” Yıllar önce oğlum otizmin zorlu dehlizlerinden geçerken tıpkı
Ali gibi kendisine dokunmama, sarılmama izin vermediği zamanlarda, biz de aynı
yöntemi uygulamış, uzaktan gülümseyerek kocaman sarılmayı keşfetmiştik. Yıllar
geçtikçe Nazım Özgün en azından tanıdığı ve sevdiği, güvendiği insanların ona
sarılmasına, dokunmasına izin verir hale geldi, ama hala tanımadığı,
güvenmediği, bilmediği insanların kazara bile kendisine dokunmasından, ten
temasından hoşlanmaz. En radikal hal ise, izin verse bile birisi kendisini
yanağından öptüğü zaman elinin tersiyle yanağını olanca hızla silmesi. Dolayısıyla, aklınızda bulunsun, bir
otizmliye o izin vermiyor ve rahatsız oluyorsa, lütfen dokunmayın, zorla
sarılmayın.
Bir paragraf da Dr. Adil’i yalın, bazen gerçeküstü ama sıcak tarzıyla
canlandıran Reha Özcan için: Aslında bazı açılardan olağandışı iyiliği,
kendisinden önce Ali’yi düşünen tavrı ve aşırı babacan halleriyle neredeyse
ütopik bir karaktere hayat veren Reha Özcan’ın hikaye ilerledikçe izleyiciye
otizmli bir bireyle hayatın nasıl yaşanması gerektiği konusunda ciddi tüyolar
vereceğinden artık eminim, çabası ve hassasiyeti için kendisine teşekkür
ederim.
Dr. Adil (Reha Özcan) - Her otizmli bireye çok lazım babacan insan!
Bir başka sahnede hastaya olası tanısını dan diye söyleyen, empati
kurmadan iletişim kurallarını altüst eden Dr. Ali, otizmli bireylerin başka bir
özelliğine dikkat çekiyor: "Aşırı doğrucu Davut'luk": Otizmliler
yalan söyleyemez, uydurmaz, empati geliştirmeleri zor olduğu için dümdüz
düşündüklerini söylerler. Bu tamamen farklı çalışan beyin yapısından
kaynaklanıyor, hikaye uydurmak, yalan geliştirmek becerebildikleri bir durum
değil. Dolayısıyla dizi boyunca çoğu zaman “neden doğruyu söylemiyoruz?”
sorusunu sık duyacağımızdan eminim.
Dr. Ferman için ayrı bir paragraf açayım:
İlk bölümde biraz donuk bulduğum Onur Tuna, ikinci bölümle birlikte bence role
ısınmaya başladı. Neredeyse tüm izleyicilerin (ki Twitter yorumları Ferman’ı
omzundan tutup silkelemek isteyenlerle dolu!) sinirini zorlayacak kadar itici,
sert ve asla içinde oldukları durumu Ali açısından değerlendirmeyi düşünmeyen
tarzıyla Ferman, aslında toplumsal yaşamda bir çok otizmlinin maruz bırakıldığı
davranışları sergiliyor. Onur Tuna’nın tarzı, bu ters hali duygu olarak izleyiciye
geçirebiliyor. Dr. Ferman’ın Dr. Ali'ye uyguladığı mobbing -Ali’yi "Ben
cerrah değilim, bu hastaneye ait değilim" demeye zorlaması- gündelik
hayatın içinde birçok otizmli bireye yaşatılıyor, otizmli bireylere yoğunlukla
toplumsal hayatta yerlerinin olmadıkları söyleniyor. Bu açıdan bakarsak,
sahnedeki Ferman’a sinir olan herkesin kendi hayatında bir otizmli bireyle
karşılaştığında aynı şekilde kötü davranmamak için aklına not aldığını ümit
etmek istiyorum. (İsteyenin bir yüzü, otizmliye düzgün davranmayan siyahi
kökenli birey!)
Mobbing sahnesinin sonunda Dr. Ferman’ın
kötü davranışlarına müdahale eden Beliz’e (Hazal Türesan özellikle mimikleri
ile çok başarılı) de kocaman alkışlar gitsin…
"Senin artık bir baban yok, senin
artık bir annen yok, senin artık bir abin yok, sen artık tek başınasın!"
Ali’nin çocukluğuna, abisini kaybettiği kaza dönemine geri döndüğümüz
sahnelerdeki baba imajı, kötücül tavrı ile herkesin aklına kazındı. “Böyle baba
mı olur?” nidaları arasında geçip giden sahneyi, farklı bir bakış açısıyla
aklımızda tutalım isterim. Otizm, ağırlıklı olarak erkek çocukları etkiliyor.
“Erkek” egemen toplumsal algıyla babalar için kendi oğlunun “farklı, değişik,
hatta eksik” olması, çoğu zaman çok zor kabul edilen, hatta genelde annelerle
karşılaştırıldığı zaman pek de kabul edilemeyen, sindirilemeyen bir durum.
Ali’nin babası onu bakım evine terk edecek kadar ekstrem bir örnek, ancak
otizmli çocuk sahibi ailelerde gemiyi ağırlıklı olarak babaların terk ettiği,
boşanma oranlarının yüksek olduğu da tartışılmaz bir gerçek. (İstisnalar
kaideyi bozmaz ama en az anne kadar otizmli çocuğuna kol kanat geren
babalarımız olduğunu da belirtmek isterim, azlar ama varlar!)
"Kinaye
ne demek?" İşte başka bir otizm özelliği: Otizmli
bireyler soyut kavramları anlamakta zorlanırlar. Nâzım Özgün’ün deyimiyle “Biz -mış
gibi yapamayız!” Otizmliler öyle anlamaz,
eğer düz kelime değilse, dalga geçilirse, ironi yapılırsa veya ikinci bölümdeki
kinaye sahnesindeki gibi bir durum varsa, otizmli birey çoğu zaman ne olduğunu
kavrayamaz. Bağlantılı olarak, "Ben
kimseye yanlış bir şey söylemem, hep doğruyu söylerim." diyen Dr. Ali,
ısrarlı bir şekilde çok sayıda test yaptırarak takip ettiği küçük hasta kızın
taa evine giderek peşine düştüğünde, içgüdüsel olarak başka bir özelliğine
güveniyordu ve çok haklıydı: "Ben
biraz tuhafım. İnsanları çoğu zaman anlamıyorum. Onlar da beni anlamıyor.
Değişiklikleri sevmem. Ama bir konuda iyiyim, bana güvenin, hislerime
güvenirim, kızınızın çok ciddi bir hastalığı olduğunu düşünüyorum."
Otizmli bireyler gerçekten emin oldukları
konularda yanılmazlar. Belki sosyal iletişiminde sorunları var, belki her zaman
kurallara uygun davranmak tersine gidiyor ama Ali’de gerçek bir doktor içgüdüsü
mevcut, herkes zamanla öğrenecek. Ben senin hislerine güvenen, doğrucu aklını
severim Ali'can.
Dr. Ali’nin sedyenin üzerinde küçük kızı
hayatta tutar biçimde acil servisten içeri girdiği sahnede kalbimin bir kısmını
bıraktığımı belirterek, bazı kıl ve içten pazarlıklı(!) yönlerine rağmen Dr.
Tanju’nun herkesten önce gerçeği söylemesinin altını çizeyim: "Çocuk iyi, başka hangi doktor olsa kız
ölmüştü, iyi ki ısrar etmiş!" Neyse ki Dr. Adil, anlaşıldığı üzere
ilerleyen bölümlerde daha net göreceğimiz şekilde, Dr. Tanju’nun gerçek
niyetinin farkında…
Ali’nin ısrarı ve küçük kızın hayatını
kurtarması Dr. Ferman’dan aferin alması ve sonunda bir ameliyata katılması ile
sonuçlanırken, olaylar hasta küçük kız uyandığında çok keyifli ve akılda kalıcı
başka bir sahneye evriliyor: Normal şartlar altında insanlarla göz kontağı
kurmakta zorlanan kahramanımız, küçük kızla bakışıyor, ona dokunuyor ve
kendisine teşekkür eden annenin ona sarılmasına bile izin veriyor, ters tepki
vermeden hatta biraz gülümsüyor! Hem
gerçekten istedikleri zaman, hem de uygun ortamda güven duygusu olduğunda
otizmliler, yapmakta zorlandıkları davranışları öğrenebilir, en azından tolere
edebilirler.
Gelelim Dr. Ali’nin yeni evine ve sıcak
iletişim kurmaya çok niyetli, yüreğimizi kıpırdatan Dr. Nazlı ile olan
ilişkisine…
Düz mantık iyidir..
-
Hayırlı olsun, komşu mu olduk biz şimdi?
-
Henüz taşınmadım, nasıl komşu olabiliriz ki?
Yazı devam ediyor..