Sevmek,
sevilmek, aşk, bir hayatı paylaşmak, evlenmek... Bunların hepsi bir
bütün olarak kulağa ne kadar hoş geliyor, değil mi? Acaba böyle bir
mutluluk demeti herhangi bir kimseye kara gözlerinin hatırına verilmiyor
mu? Yoksa böylesine büyük bir mutluluk inanarak, savaşarak ve daha çok
severek mi kazanılıyor? Sorsanız herkes mutlu olmak ister. Sabah
kalktığında sevgiyle bakan bir çift göz, eve gelmesini beklediğin
birisi...Bir hikayenin başlaması için mutlaka bir önceki hikayenin bitmesi mi gerekir? Birisi, elinizden tutsa mesela düştüğünüz kaygı, umutsuzluk, mutsuzluk çukurundan çekse sizi... Peki, biz zor durumlardan kurtulmak için ve böyle bir mutluluğu
(hak edilen bir duygu ise) hak etmek için ne yapıyoruz? Ya da mutluluk sadece hak edene mi nasip
olur? Ve son soru: Tam mutlu olacakken ya her şey için çok
geçse?
Gerçekten uzuuuuun
zamandır bir diziyi izlerken karakterler arasında bu kadar sıkıştığımı,
arada kaldığımı, kafamın bu kadar karıştığını ve kendimle çeliştiğimi hatırlamıyorum. Karakterlerden ya da olay örgüsünden dolayı değil, izlerken hissettirdiklerinden dolayı. Evet, bu sefer Love Affairs in the Afternoon dizisini izlerken hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.
**
Ama her zaman olduğu için dizinin künyesini bırakıyorum.
Oyuncular: Park Ha Sun, Ye Ji Won, Lee Sang Yeob, Jo Dong Hyuk, Jung Sang Hoon, Choi Byung Mo, Ryu Abel, Yoo Seo Jin, Kim Mi Kyung, Shin Soo Yun, Shim Hye Yeon, Oh Dong Min, Hwang Suk Jung, Hwang Jung Min, Kim Young Joon, Lee Yoon Soo, Park Min Ji, Jung Ye Jin, Shin Won Ho
Yayınlandığı Tarihler: 15 Temmuz 2019-24 Ağustos 2019
**
Love Affairs in the Afternoon dizisi, 2014 yılında Japon Fuji TV’de ekranlara gelmiş olan Hirugao dizisinin Kore uyarlaması. (Hirugao’yu izlemedim. İzleyen varsa yorum kısmına görüşlerini bırakırsa sevinirim.) Bunun yanında KBS, SBS, MBC, JTBC, tvN
ve birkaç ana akım Kore kanalı dışında kalan Kore televizyon
kanallarının müşterisi de değilim. Channel A’de bunlardan biri. Zaten
Channel A’da siyasi sebeplerden dolayı deli gibi izlenen bir kanal
değil. Ama sonuçta ben de “yabancıyım”. Neyse... Konumuza dönelim. ^^
Hikâye, eşinin işi dolayısıyla daha küçük bir şehre taşınıp bir markette yarı-zamanlı olarak çalışan Son Ji Eun’ın yan evdeki komşu abla Choi Soo A ve yakışıklı öğretmen Yoon Jung Woo'nun
birbirlerinin hayatlarına girmesiyle başlar. Küçük sakarlıklar,
tesadüfler ve emrivakilerle artık herkesin hayatı değişir ve içinden
çıkılması güç bir hal alır. Zorla buluşturulmak istenmeler, yalnızlık,
ev içindeki huzursuzluklar derken Son Ji Eun, kuş sever eşini ve tatlı kayın validesini bırakır ve mutluluğu eşi o sırada Amerika’da olan Yoon Jung Woo’nun kollarında bulur. Akışın Choi Soo A tarafında ise; Soo A için Do Ha Yoon,
geçmişi, gerçekleştiremediği hayalleri ve aşktır. Yalnız ufak bir
sorunumuz vardır ki bu karakterlerin hepsi başkalarıyla evlidirler.
İnsan gerçekten hayret ediyor ve sormadan edemiyor: Gerçekler ve
vicdanınız sizi her yerde yakalarken aşk her şeyi affeder mi?
“Aynı
yuvada özenle baktığınız, büyüttüğünüz, sevdiğiniz iki kuş düşünün:
biri sevgi, biri güven. Biri kaçsa diğerinin tek başına durmasının ne
anlamı var?”
Kendi adıma konuşmak gerekirse ekranlardan aldığım yıllık entrika görme dozumu her yaz Aşk-ı Memnu ile aldığımı düşünsem de Love Affairs in the Afternoon dizisinin
tuhaf bir enerjisinin olduğunu söylemeliyim. Zira ne “ezik” ya da
“silik” olduğunu düşündüğüm bir karakterin hikayesini izlerim ne de
aşırı çarpık ilişkilerden hoşlanırım. Ama burada verilmek istenilen
mesajın mutsuz insanların, mutsuzluklarıyla etraflarındaki insanlara da
olumsuz enerji yaydığı ve asıl önemli olanın AŞK olduğunu düşünmek
istiyorum. Yoksa işin içinden başka türlü çıkmam mümkün değil. Toplum
kurallarına sıkı sıkı bağlı olmayan biri olsam da kendi içinde oldukça
muhafazakâr ve tek eşliyim. Ama dediğim gibi gerçekten bu hikâyede beni çeken b(aşk)a bir şey var.
Hikâyenin akışı boyunca karakterlerin çok gerçek, dürüst ve çelişkisiz olması, Love Affairs in the Afternoon’u
izletebilen özelliklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Yani her şey hayatın olağan
akışında ve mantıklı ilerliyor ki... Hem ne olacağını biliyor hem de
bilememek... Aşk, zaten kendi içinde tutarsız bir delilik hali.
İzlerken de karakterler arasındaki bu tutarsızlığı, tutarlı bir biçimde sunulduğunu görmek ilginç tabii ki. Bunun dışında cesaretleri beni oldukça etkiliyor. Öyle ki sadece ne kadar cesur olduklarını düşündürten bölümleri iki-üç kere üst üste izlediğim dahi oldu.
Dizi
karakterine baktığımızda, bizim anladığımız türden dizi çiftleri ya da
fenomen oluşturacak bir durumları yok. Tahminimce öyle bir beklentileri
de yok. Ama yine de yaratılan karakterlerin birbirleriyle olan
etkileşimleri “fena değil” seviyesinin oldukça üzerinde. Burada sadece
romantik ilişkiler için değil; dizide var olan tüm karakterlerin
birbirleriyle olan etkileşiminden bahsediyorum. Hepsi birbirine pamuk
ipliğinden yapılmış halatlarla bağlılar.
**
Özetle; Love Affairs in the Afternoon,
henüz final yapmamış olsa da nefes aldığımız müddetçe her şeyin mümkün
olduğunu, aynı evi paylaştığımız birileri olsa yüreğimizin aslında ne
kadar yalnız olduğu, bu yalnızlığın ortadan kalmasının mümkün olup
olmayacağını hatırlatan; bunu yaparken ruhumuza melankoli ve acıyı
yükleyen enteresan bir dizi oluyor.
Hayat
bazen çok uzun bazen de çok kısa. Yalnız geldik, yalnız gideceğiz ama
bu yolda bir can yoldaşı, bir yol arkadaşı... Yüreğim mutsuz sonlara da
alışık ama ne olur herkes sevdiğine kavuşsun! ^^ Hayata ve diziye dair
tek beklentim bu!
Dizinin her sahnesine uygun ve özenle seçildiği belli olan parçalardan birine ve tanıtımını aşağıya bırakıyorum. İzleyecek olan herkese şimdiden keyifli seyirler diliyorum.