Dürüst, ahlaklı,
hırsızlıktan uzak bir yaşam mı sürüyorsunuz? Tam bir dizi ve film kurdu
musunuz? O halde ayda 100 – 150 TL’yi dijital platformlara vermeye hazırsınız
demektir. Öyle değil mi? Değil… O halde gelin, 2020 itibariyle iyice kızışacak
dijital platform pazarının bize yansımaları üzerine eğri oturup doğru
konuşalım.
Yeni dünya trendi, her
stüdyonun içeriklerini başkasına lisanslamak yerine kendi kurduğu platformda
değerlendirmesi yönünde şekilleniyor. Örneğin Disney, zaten bir platformu tek
başına sırtlayacak ve ayda bilmem kaç dolar ödetecek kadar içerik üretirken
neden üç beş kuruş için Netflix’in ekmeğine yağ sürsün? Neden zaten kazanacağı
paranın bir kısmını el aleme kaptırsın? Kendi platformunu kurar, tüketicisine
birinci elden dokunur, bitti gitti…
Peki biz tüketici ne
yapalım? Bu noktadan sonra Türkiye pazarı üzerinden yürüyelim istiyorum. Yani
fenomen dizi Ulan İstanbul’a 1 (bir)
TL vermemiş, çok büyük starlar barındıran Yaşamayanlar’ın
yüzüne beklendiği kadar bakmamış, hala “malum yerler”den Behzat Ç. linki kovalayan bir ülkeden bahsediyorum. Biraz büyük de
bir cümle kurayım: şu an Digiturk dahil dijital platformlar dizi ve film
üzerinden para kazanabiliyorsa bunun asıl sebebi halkımızın altyazı kasmadan
torrent’ten içerik tüketebilecek kadar İngilizce bilmemesi bence. Bu sorun
aşılamayacağına ve zaten resmi yollardan izlemek mübah olduğuna göre,
önümüzdeki sene Disney+ ve Apple gibi platformlar pazarımıza girerse durum ne
olacak?
Bugün bir Netflix ve bir
Digiturk içeriğiyle televizyon üretiminin büyük bir çoğunluğuna ulaşmak mümkün.
Digiturk hala pek çok stüdyoyla yaptığı büyük anlaşmalarla tüm içerikleri
renklerine bağlamayı başarabiliyor. Hadi daha niş zevkleriniz var ve daha
yüksek kalite diziler izlemek istiyorsunuz diyelim. Bir de BluTV üyeliği aldık…
Yine bir noktaya kadar tolere edilebilir.
Peki Disney, Digiturk’le anlaşmalı olmasına rağmen ürettiği Marvel
dizilerini vermeyince ne olacak? Seneye 35 TL’ye üye olmadan onları
izleyemediğimizde yani… Sonra Warner Bros., hala platformun en çok izlenen
içeriği olduğunu zannettiğim Friends’i
tekrar lisanslamayıp 30 TL isteyeceği kendi platformuna kaydırınca?
Bu noktada seyirciyi
ikiye ayırmak istiyorum: istediği şeyi izleyen ve önüne konan şeyi izleyen.
Bence hala Türkiye’de ikinci kategori seyirci çoğunlukta. Hele ki kendi dar
çemberimizden çıktığımızda… Digiturk’te Friends
yok mu, o zaman ne varsa onu izlerler. Daha doğrusu sırf Friends izlemek için başka platforma üye olmazlar. Bitti gitti.
Onlara dizi mi yok?! Bu kesimi kolayca mutlu ettiğimize göre, ilk kategorideki
seyircilere gelelim. Ben Friends
izlemek istiyorum. Bakıyorum… Neredeymiş? HBO Max diye bir platformda. Kaç
para? Eğer korsana karşıysam, ona da bir miktar para verdim gitti. Karşı
değilsem… Şşşşştttt… Çaktırmayalım.
Amerika menşeili
platformlar tüm dünyaya açıldıklarında tüketicilerden tek bir şey bekliyor:
ahlaklı davranıp korsana yönelmemelerini. Benim gibi her istediğini izlemezse
ölecek şımarık seyirci belli bir gelir seviyesinde değilse mecburen korsana
yatay geçiş yapıyor. Amerika’da da böyle aslında. Ama orada, pazarın iplerini
elinde bulunduran büyük oyuncular buna çareler buluyorlar. Orijinal içerikleri
pek sayamıyorum, çünkü ona korsan erişmek isteyen yine erişiyor. Ama mesela
Disney+ ve Hulu’yu tek bir pakette satıyorlar. HBO alan, dijital platforma da erişiyor.
Kampanyalar, kampanyalar… Sanki her şeye erişmek çok kolaymış algısı
yaratılıyor. Bizim seyircimiz bunu yer mi? Bence yemez. Ta ki, bir sinema
bileti fiyatına yüzlerce içeriğe ulaştığımız algısı oturana kadar. Bütün
babayiğitlerin reklam kampanyaları buradan yürümeli bence. Öyle tüm metroları Dark posteriyle donatmakla olmaz. Marka
bilinirliği sağladın ama, cebinde akrep olan tüketiciye vaadin tek bir diziyse
nereye kadar yürüyebilirsin ki? Netflix’in nitelikten çok niceliğe oynadığı bir
dönemde, neden tüketiciye bunu çaktırmaktan korktuğunu anlamak güç. Bir giren,
“Çok bozdu bunlar,” cümleleriyle 10 dakika içinde durumu anlıyor zaten.
Allah’ın bildiğini kuldan saklamak yersiz.
O halde şöyle bir
toparlayalım… Önümüzdeki sene ya yerli dijital sektörümüz kendini imha edecek,
ya da tüketiciye doğru mesajlarla yürüyüp onları kendine bağlayacak. Tabii bu
sansür meselelerinin patlak verdiği, her şeyin ateş pahası olmaya devam ettiği,
maaşlara da ne hikmetse zam yapılamadığı bir evrende; özellikle benim yaş
grubum hedef kitlesiyken bu ne kadar başarılabilir?.. Onu da Bein, Disney gibi
dev şirketler düşünsün. Onlara bir ipucu olarak müşterilerine nasıl
yaklaşmaları gerektiğini söyledim. Bu saatten sonra “korsan hırsızlıktır,”
“torrent şerefsizliktir,” gibi boş beleş söylemlerle insanları yola getirmekten
vazgeçmeleri gerektiği kesin. Zira son
seçimlerde de gördük: uhuletle ve suhuletle seslenilmekten hoşlanıyoruz, yoksa
direnç gösteriyoruz. Tüketiciye gelince… Şımarıklığı bırakmayı öğrenmeye
çalışmamız gerekiyor. Her şeyi de izlemeyiverelim canım! Marvel hastasıysak,
Disney+’a üye olalım. “Netflix vasatı” olarak adlandırdığım kategorideki işlerle
bol bol vakit öldürmek istiyorsak, adres belli. Sansürü çok da takmıyorsak, bir
içeriğin bugün var yarın yok olduğu çok önemli değilse, Bein Connect yıllardır
orada. Ama şımarık olmak yok. Ne kadar ekmek, o kadar köfte felsefesine
geçiyoruz. Bizi zorla geçiriyorlar. Ya da English Time bilmem kaç kur İngilizce
kursu ve 10 haftada torrent semaları bizi bekliyor. Mideniz kaldırırsa.
Açıkçası, zaten küçük olan pastayı aç gözlülükle bu kadar bölenler utansın der;
bir noktaya kadar buna da göz yumarım sanırım.
Günün sonunda, stüdyolar
belki zokayı yutarız diye bize “şahane” güzellikler yapmak üzere savaşa
hazırlanıyorlar. Gittikçe de işler kızışıyor. Ama bu savaşı, tüketicinin
silahından çıkan kurşun bitirecek. Özellikle Türkiye pazarında, cimrilik yapıp kurşunumuzu
kendimize mi saklayacağız; yoksa seve seve paylaşacak mıyız hep birlikte
göreceğiz. Yeter ki, onlar kurşunumuzu almak için gerçekten bizi kandırabilecek
yöntemler bulsunlar. İçerik meydanda, içerik bol. İş kendini pazarlamaya kaldı
artık.