Memleket dediğimizin kilometrekareler ve sınır kapılarıyla
tarif edilebilecek, en doğu ve en batı uçları ile sınırlanabilecek bir mevzu değil, bir ruh hali olduğuna inanırım. Gitmemek için tutturduğun anaokulun,
kooperatif kolu olup simit sattığın ilkokul kantinin, 35 alınca hayatın anlamını
çözdüğüne inandığın fizik sınavın, elini tutunca bayılayazdığın lise sevgilin,
kar yağınca bir türlü tatil olmuyor diye sinirlensen de içinde nefes aldığın
her anı ayrı sevdiğin üniversiten, ilk kazandığın para, ilk aşk acın, evladını
kucağına aldığın ilk an hep memlekettir bana kalırsa. Zaten bu yüzden ‘Memleket
mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak?’ diye soran o şahane adam her seferinde
doldurur gözlerimizi. Orta yerinde yaşarken bile özleyebiliriz memleketi zira
meselenin coğrafyayla alakası yoktur pek.
Bir de bir kısım insan vardır ki onları ne zaman görsek –
dünyanın neresinde olursak olalım- evde olduğumuzu biliriz, yüzleri öyle
tanıdık, sesleri öyle ilaçtır. Bu insanlar doğal olarak herkes için değişmekle
birlikte birkaç tanesi çoğumuz için ortaktır ve bunların başında da Kemal Sunal
gelir. Ekranda Kemal Sunal’ı görüp de yüzüne bir tebessüm, boğazına ufak bir
düğüm oturmayan yok gibidir.
En kasvetli anınızı bir Atla Gel Şaban dağıtabilir mesela, Kemal
Sunal’ın at yarışı tahmini yapması için her sabah bindiği minibüs ortamının
simüle edildiği o sahneyi görüp de aşırı eğlenmediğim, ‘şiki şiki ba baa’ diye
eşlik etmediğim bir an bile hatırlamam. Hayır efsane şakalar olduğu, esprinin
dibine vurulduğu, mizahta yeni bir çığır açıldığı için değil, sahnenin bunca
yıl sonra bile yanına yaklaşılmamış bir sihri olduğu için böyledir bu.
Kütüphanemin en görünen yerinde Kibar Feyzo filmindeki ‘Ağanın
b.kunun üstüne b.k olur mu?’ sahnesinin kartpostalı durur sonra zira kitaplara
bundan daha çok ne yakışabilir? Dünya üstündeki tüm saçmalıklara verilecek tek
bir cevap seçsem işte o bu cümle olur, günde en az üç kere içimden bu cümleyi
geçirerek tutunurum hayata ve orada da elbette Kemal Sunal vardır ve yerine
kimi koyarsan koy öyle olmaz işte.
Katma Değer Şaban’da izlediğimiz ‘Hello papa bonjour papa,
oğlun geldi Almanya’dan’ şarkısının melodisini bunca yıl sonra bile hatırlamayan
kimse tanımıyorum ve bu cümlenin açamayacağı bir sohbet görmedim. Sevgili
olduklarını itiraf ederken ‘Biz Semra Hoca’yla sevişiyoruz da’ referansı
verebilen insanlara sınırsız pozitif ayrımcılık yaparım ve çok aşka geldiğimde
aşağıdaki dörtlüğü sevdiceğime mesaj atarım ve işte bunlar hep Kemal Sunal’dır:
Aşk kalbimi yakan bir
volkan gibidir,
En sevdiğim tatlı
kazandibidir.
Leyla sev beni
sokma müşküle,
Beraber kaşık
atalım bir tabak keşküle.
Başka dile çevirsen olmaz, başkasına anlatsan anlamaz. Bize
özel bir elmastır Kemal Sunal, bize verilmiş bir hediyedir. Öyle üç beş satır
yazmakla, bir iki filmini anmakla bitmez, ne desek yetmez bir romandır,
söylemeye bile gerek yok ama yeri doldurulmaz ve unutulmazdır. Herkese bol
Kemal Sunal’lı günler dilerim.