Nuri Bilge Ceylan’ın
Cannes Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlanan ve uluslar arası
arenadaki ilk sınavından geçer not almayı başaran yeni filmi Ahlat Ağacı asıl sınavını vermek üzere
vizyondaki yerini alıyor. Bir Zamanlar
Anadolu’da, Kış Uykusu, Üç Maymun ve
Mayıs Sıkıntısı filmleriyle
tanıdığımız yönetmenin yeni filmi Ahlat Ağacı, varoluş mücadelesi veren
Sinan’ın (Doğu Demirkol) hikayesini
anlatıyor. Üniversiteyi bitirdikten sonra kasabaya, ailesinin yanına dönen
Sinan bir taraftan yazar olmaya ve kasabadaki tek düze hayatını geride
bırakmaya çalışırken bir diğer yandan da at yarışı tutkunu babası İdris’in (Murat Cemcir) açtığı sorunlarla
cebelleşiyor.
Ahlat Ağacı sınıfsal
bir karmaşanın ortasında olan Sinan’ın hayalleri ile hayatın gerçekleri
arasındaki çatışmayı anlatıyor bizlere. Yediği önünde yemediği arkasında bir
çocukluk yaşayan Sinan, babasının at yarışına merak salması ve eline geçen tüm
parayı atlara yatırmasıyla alışık olduğu bu hayattan zamanla –mecburen-
uzaklaşıyor. Para derdinin olmadığı dönemde eline geçeni okuyan, babası gibi
düşünmeye meraklı olan Sinan, bu alışkanlığını üniversite hayatında da
sürdürüyor. Entelektüel birikimiyle öğrenimi sırsında Çanakkale’yi, memleketi
Çan’ı da anlatan bir kitap yazan Sinan kitabını bastırarak yaşadığı bataklıktan
kurtulmanın hayallerini kuruyor. Her şeyi geride bırakıp hayata sıfırdan, ait
olduğunu hissettiği yerde yeniden başlamayı istiyor. Sinan’ın önündeki en büyük
engelse babası ve babasının borçları. Hayatın gerçekleri onu çalışmaya, iş
bulmaya, sistem içinde eriyip yok olmaya itse de benliği, farkındalığı ve üretme
açlığı onu tam tersi istikamete yönlendiriyor; kimi açılardan Raskolnikov’u,
onun mücadelesi ve hayata karşı duruşunu hatırlatıyor. Raskolnikov gibi kibirli
ve öfkeli Sinan, onun gibi kendi doğrularının peşinde. Kimsenin kendisini
anlamadığı düşüncesine sahip, kendini herkesten üstün görüyor. Fark yaratacağına öyle inanmış, gençlik
ateşiyle öylesine tutuşmuş ki dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için sonradan
vicdanını ele geçirecek radikal kararlar almaktan dahi geri durmuyor;
Raskolnikov’un rehinci kadını öldürmesi gibi. Günün sonunda ise Sinan içinde
bulunduğu çıkmazı deneyimleyenin yalnızca kendisi olmadığını sonunda
anlayıveriyor.
Ahlat Ağacı,
alışık olduğumuz Nuri Bilge Ceylan
filmlerinden biraz daha farklı. Kamerayı, renkleri, mekanı ve objeleri
kullanmadaki özgünlüğüyle tanıdığımız Nuri Bilge, bu filminde ise diyaloglara
ve senaryoya ağırlık vermiş. Sürekli bir konuşma, sürekli bir diyalog hali söz
konusu, bu da filme akışkanlık ve seyir kolaylığı katıyor. Karakter zenginliği
hem filme tempo katıyor hem de Sinan karakterinin varoluşsal çatışmalarını
belirginleştiriyor, insan bir roman okur gibi (hatta Suç ve Ceza’yı okur gibi) kendini Sinan’ın macerasına kaptırıyor;
188 dakika su gibi akıp gidiyor.
Hayatı yaşayarak değil okuyarak ve hayaller kurarak tecrübe
etmeye çalışan ve kendini düşünsel dünyanın gerçekliğine, doğruluğuna kaptıran tecrübesiz
kahramanımıza içten içe acıyoruz kimi zaman. Kimi zamansa vurdumduymaz
tavrından tiksiniyoruz, “yaşadıkların sana müstahak” diyoruz. Fakat sürecin
sonunda Sinan’ın nasıl olgunlaştığını, gerçeklerle yüzleştiğinde nasıl bir anda
değiştiğini görünce de ne yalan söyleyeyim gururlanıyoruz. Sinan’ı canlandıran Doğu Demirkol’un performasına da
değinmek gerekli. Sinan’ın kibrini de, nefretini de, çaresizliğini de hem beden
dili hem de mimikleriyle yansıtıyor, ilk dakikasından son dakikasına kadar
kusursuz bir doğallıkla oynuyor (İyi bir oyuncu olup olmadığı konusuna giremiyorum,
başka rollerde de aynı başarısını koruyabilecek mi bunu görmek gerekiyor önce).
Baba rolünde Murat Cemcir, anne
rolünde Bennu Yıldırımlar, imam
rolünde Akın Aksu, yazar Süleyman
rolünde Serkan Keskin… Ekipteki
herkes şahane.
3 saatlik bir roman olarak özetleyebileceğimiz Ahlat Ağacı’nı şahsen sevdim, Sinan
karakterini ve babası İdris ile olan ilişkilerini ele alışına ise bayıldım
(zaten film de bu temeller üzerine kuruluyor). Fakat filmin Cannes’dan neden
ödülsüz döndüğünü de anlayabiliyorum. Ahlat
Ağacı, alışık olduğumuz Nuri Bilge Ceylan sinemasının dışında kalıyor; hem
teknik anlamda yönetmenin önceki filmlerine kıyasla daha zayıf hem dehikaye salondan
çıktıktan sonra insan üzerinde derin bir iz bırakmıyor (böylesi hikayelerler
hem edebiyatta hem sinemada daha önce karşılaşmış olmamızın etkisi de var). Yönetmene
de hak veriyorum, alışkanlıklarının dışına çıktığı bir filmde risk almak yerine
sağlam bir iş ortaya çıkarmak istemesi normal. Ben de olsam elime yüzüme
bulaştırmaktansa ödül kovalamayan ancak adından söz ettirmeyi başaran bir işi
tercih ederdim sanırım.
Ahlat Ağacı sapasağlam
bir film. Senaryosu (iz bırakmaması dışında), karakter derinliği ve karakterin
gelişimi ise oldukça tatminkar; insan saçma ya da mantıksız gelen bir yer
bulamıyor. 188 dakikalık filmde izleyiciyi bir tek iki imam ile Sinan
arasındaki uzun ve derin diyalog yoruyor. Nuri
Bilge Ceylan’ın düşünsel dünyasına yolculuk ettiğimiz bu kısım dışında Ahlat Ağacı insanı alıp götürüyor. Kısacası
zamanınız varsa gidip görün, yoksa da bir şekilde o zamanı yaratın. Süresi de
korkutmasın, geçip gidiyor.