Süreyya,
Faruk’u değil kendini affetti. Çünkü yukarıda söylediğim gibi sonradan haksız
olduğunu anladığı bir sebep yüzünden hiçbir şey söylemeden, izahat izni ve
açıklama şansı dahi vermeden “Bitti!” deyip gitmişti. Fakat sonra öğrendi ki olup bitenler onun düşündüğü gibi değildi.
Yani aslında “bir hiç uğruna, olmayan bir şey uğruna” gitmişti. Ve bunun bir
müeyyidesi olmalı insan zihni için. Faruk, onu terk ettiği için Süreyya’ya bir
daha bir şey demedi. Bunun konusu dahi bir daha geçmedi. Gitti onu Prag’ta
buldu; getirdi ve bu konu bitti. Böylece zamanında yapılmış bir hata, uçsuz bir
çemberin içinde sonuçsuz kalıverdi.
İnsan
zihni çatışmaları çözmek ve dengesizlikleri gidermek üzere kurgulanmıştır. Bir
yerde bir eksiklik ya da fazlalık; dengesizlik yaratacak herhangi bir
bulanıklık varsa bunu hemen çözmek ister. Süreyya Prag’ın müeyyidesini görmedi.
Ve bu yüzden kendini içten içe suçlu hissetti. Tıpkı Faruk’un o kadınla
ilişkisi açığa çıkmadığı her gün içi içini yemesi gibi. Bir kabahat
işlediğinizde ortaya çıkana kadar diken üstünde ecel terleri dökersiniz. Hatta
sırf bu yüzden kimisi gidip ‘Ben yaptım!’ der, itiraf eder. Diyeti neyse çekip
bu mevzuyu kapatmak için. Bitsin diye. Aksi halde yaptığının karşılığını
görmediği için ve bir gün muhakkak göreceği korkusuyla insanın içi içini yer.
Çünkü insan, tamamlanmayan çemberleri, dinmemiş huzursuzlukları sürekli
yaşamaya devam eder. Ve tamamlanana kadar da huzura eremez. İşte Süreyya’nın
yaşadığı bence böyle bir şeydi. Bilinçaltında Faruk’u bırakıp Prag’a gitmesinin
ağırlığını ve bunun sonuçlarının sorumluluğunu hep hissetti. Bu yüzden bu olayı
öğrendiğinde zihninden Faruk’un onu sevdiği ve zamanında onun Faruk’a haksızlık
ettiğine dair replikler geçti.
Süreyya,
kendini affetti. Bu yüzden bu kadar kolay olmuş gibi göründü. Süreyya bir
süredir belli ki bir ‘Prag pişmanlığı’ yaşıyormuş. Yoksa böyle bir refleks
veremezdi. Hem insan, kendinden uzun
süre nefret edemez. İnsan kendisiyle uzun süre küs kalmayı bile beceremez. İçten
içe belki de ödeşmiş oldu; ödeşmiş olduğunu düşündü bilinçaltında. Faruk’tan
çok kendisiyle. İlk andan sonuna kadar zihninden geçenler Faruk’u affedip affetmemekle
ilgili değil, kendini affetmekle ilgiliydi. İlk araba sahnesini ve Esma’yla
çimlerdeki konuşmayı bir de bu gözle izlerseniz belki bana hak verirsiniz. Özellikle
çimlerdeki dertleşmeyi. Süreyya, Esma’ya ‘sen’ diye hitap edecek kadar yalın ve
çıplaktı. Ve bu haldeyken düşündüğü şey; bu konudaki en saf duygusu ‘Hak ettim
mi?’ oldu…

En
başından itibaren tüm düşündükleri, her söylediğiyle kendini affetmek için
programladı kendini. Affedilmeye ihtiyacı vardı ve affetmeye hazırdı kendini.
Bu yüzden bu kadar çabuk oldu. Prag ucu açık kalmış bir çemberdi, sonunda bu
döngüden kurtuldu…