İstanbullu Gelin: Süreyya kimi affetti?

İstanbullu Gelin: Süreyya kimi affetti?
İstanbullu Gelin’in son bölümünden sonra çoğu insanın aklında Süreyya’nın Faruk’u affetmesine dair iki soru var. Süreyya, Faruk’u nasıl affetti? Hadi affetti, bu nasıl bu kadar hızlı oldu?
 
Süreyya anlamadan, dinlemeden; Faruk’a hiçbir söz hakkı vermeden ve bu bölüm sıkça vurgulandığı üzere aynaya bir post-it üzerinde ‘Bitti’ yazarak gitti Prag’a. Aylarca kimse, sadece Faruk değil kimse, ondan bir haber alamadı. Süreyya hiçbir yanıt beklemeden gitti; çünkü aklında cevapsız sorular değil inandığı doğrular vardı. Öfkeyle ya da değil, o an öyle hissettiği için, gitti. Faruk’u dinlemedi; duyduklarının, düşündüklerinin doğru olup olmamasını önemsemedi ve o an hissettiği öfkenin yüküyle gitti. Gitti.
 
Prag’tan Bursa’ya döndükten sonra gitmesinin hiçbir sebebi olmadığını, terk edişinin hiçbir ‘gerçek’ gerekçesi olmadığını fark etti. Şöyle söyleyeyim; bir durup dinlense, çekip Prag’a gitmese Faruk ‘sandığı gibi bir şey olmadığına’ onu ikna ederdi. Yani aslında Süreyya “olmayan, yok hükmünde” bir sebeple, bir nevi hiç uğruna, Faruk’u terk edip gitti. Faruk, Begüm’le bir şey yaşamamış, ona karşı hisler duymamış, sakladıklarını da Süreyya’nın o anki durumu yüzünden saklamak zorunda kalmıştı.
 
Bir insanın ‘sebebi olmayan sonuçlara yol açması’ psikolojisinde bir gedik açar. Bir yanlış müeyyidesiz kalmış olur. Ve insan, bilinçaltında kendini kısmen borçlu hisseder. Şimdi yanlış olduğunu düşündüğü bir şey yapmıştır zamanında, şu an  hata yaptığını düşünüyordur; ama bunun bir yaptırımı olmamıştır. Karşılık gelmemiştir diğer taraftan. Dışarıdan gelecek müeyyidelerden, başkalarının vereceği cezalardan bahsetmiyorum sadece. Süreyya’nın kendi içinde, bilincinde ve altında olup biten şeyleri kastediyorum. Böyle bir gediğin; sonlanmamış bu çemberin bir gün kapanması gerekir. İşte o gün, bugünmüş.
 
“Seni kendinden çok sevdiğini bildiğin için…”
 
Süreyya, Faruk ile Gözde arasında olup biteni (aldatma demememin bir sebebi var) öğrendiği andan itibaren o kadınla buluşmaya gidene kadar ve hatta sonrasında dahi hep ‘kendisiyle ilgili’ şeyler düşündü. Faruk bana bunu nasıl yapar, ne zaman yaptı, hemen gittiğimden sonra mı, Prag’da beni aramasından biraz önce mi diye düşünmedi. Esma’ya çimlerde otururken ‘Ben hak ettim mi?’ bile dedi, ‘Neden yaptı, nasıl yapabildi’ demedi.
 
Süreyya Gözde’yle yüzleşmeye giderken o kadına ne söyleyeceğini ya da Faruk’a nasıl kızgın olduğunu değil; Faruk’un onu ne kadar sevdiği ve onun Prag’a gidişiyle ilgili ona söylenenleri geçirdi aklından flashback’lerle.
 
Bence bu önemli. Çünkü burada bir insan refleksinden bahsediyoruz. İnsan büyük olaylara tepki verirken aklına ilk geleni yapar. Hatta bu yüzden kriz anlarında insanların ilk tepkileri aslında normal zamanda içlerinden ne düşündüklerini gösterir. Ben Süreyya o kadınla yüzleşmeye giderken arabada, annesinin öğütlerini hatırlayan o çocuğu gördüm. Kırıp parçalamadan çözmeye çalışan o kızı gördüm bu sefer. Öfkenin içinde dahi düşündüğü ve devamında savunduğu fikirlerden bahsediyorum. Çünkü Süreyya’nın Gözde’nin karşısında ona bağırıp çemkirmektense ilişkisinin ne kadar güvene dayalı, ne kadar güzel ve sağlam olduğunu anlatmaya çalışması da bence bu psikolojisinden kaynaklanıyor. Doğru ya da değil, sağlıklı olabilir olmayabilir ama Süreyya bu olayı öğrendikten sonra bir “aldatma”ya tepki verir gibi değildi sanki…
 
 
 
İşte ben de tam bunu anlatmak; Süreyya’yı anlamak istiyorum. Genelgeçer doğrulardan kesin yanlışlardan bahsetmiyorum. Süreyya’nın ne hissettiğini, ne düşündüğünü ve neden böyle düşündüğünü anlamaya çalışıyorum. Süreyya affetti. Kısa sürede affetti, sanki biraz kolay affetti. Öyle mi?
 
Süreyya bunu bir “aldatma” olarak görmedi. Haksız şekilde Prag’a gitmiş olması, Faruk’un sefil hallere düştüğünü öğrenmesi ya da aldatma eşiğini sevgiye koyması. Bunların herhangi biri ya da hepsi gerekçe olabilir. Fakat Süreyya bana kalırsa bunu bir aldatma olarak görmedi. Çünkü tarttı, ölçtü biçti ve Faruk’un onu ne kadar sevdiğini düşündü hep. Aldatıldığını düşünen insan, her şeyden önce ‘kendisinin onu ne kadar sevdiğini buna rağmen nasıl bunu yapabildiğini’ düşünmez mi? Suçlamaz mı karşısındakini ve devam ettirmez mi bu düşüncesini? Süreyya da ilk duyduğunda bunu yaptı. Ama devamında Faruk’un onu ne kadar sevdiğini düşündü. Zihninde yol boyunca Akif’in, Esma’nın bu sevgiye dair sözleri geçip gitti sürekli. Ve nihayetinde bunun bir aldatma olmadığına kanaat getirdi sanki.
 
Peki bu bir aldatma sayılmıyorsa Süreyya için, Faruk’u affedecek ne kalıyor ki geriye? Aldatıldığını düşünüp bir kereliğe mahsus diye bir şans daha vermek değilse bu; böyle bir şeyi asla yapmayacağını üstüne basa basa İpek’e de söylediyse Süreyya, Faruk’u affedecek ne kaldı? Aldatılmadıysa neyi affetti Süreyya?

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER