Siyah Beyaz Aşk: Ayrılık Aramızda Bir Köprü*

Dizilerde herkesin bir arada yaşadığı evlerin yazılı olmayan bir kuralı vardır; ne kadar sır, ne kadar gizli bilgi varsa mutlaka evdeki en entrikacı, en sinsi ve tehlikeli kadın karakter tarafından öğrenilir. Burada da kurala uyuldu; İdil ikinci büyük kozuna da sahip olmuş oldu böylece. İdilde haftalardır artan ve beni rahatsız eden bir şey var; oyuncunun aşırı mimikli ve çoğunlukla abartılı tavrı. Özellikle Arzu Gamze Kılınç ve Sinem Ünsal’ın sakin ve doğal oyunculuğunun yanında İdil başka bir evrenden yanlışlıkla gelmiş gibi kalıyor. Edindiği hayati öneme sahip bilgiler sayesinde İdil’le yakın bir zamanda vedalaşamayacağımız açık olduğuna göre, daha tahammül edilebilir sınırlara gelmesini umuyorum. Yeter’le karşılıklı hamleleri evdeki gerilimi diri tutuyor ama müttefiklerini kıyaslayacaksak Azad, Namık’tan birkaç gömlek daha üstün bir adam, Ferhat cephesi dışında bu çatışmadan Yeter’e mağlubiyet çıkmaz.
 
Ah Yeter…İlk bölümlerdeki Aslı’yı o eve mahkûm eden ve yaşadığı her şeyi normalleştirerek neredeyse onu delirten Yeter, gün geldi onun kaygılarını anlar ve hak verir hale geldi. Gün be gün gelişti, çocuklarıyla mesafeler kat etti, yeni aile bağları geliştirdi, kızı için bildiği yöntemlerle mücadeleler etti. Ve nihayetinde sıkıldığında arayabileceği bir dağ buldu yanında. Aslında tamamen suçsuz ya da bütünüyle masum değil, kurban sayılabilmek için ise fazla cesur seçimler yapmış ama bir şekilde başardı kendini anlatmayı. Artık sadece oğlu değil biz izleyiciler de empati kurabiliyoruz yaşadıklarıyla ve ben kendi adıma yüzü gülsün istiyorum Azad’la. Sık sık söylüyorum Azad’ı ve o enteresan babacanlığını seviyorum ama bu bölüm darıldım biraz. Kızının onu terk edişinden etkilenmedi bile ve üstüne Ferhat’a yardıma koştu üstelik o talep etmediği halde. Ayhan’ın yapacak daha çok şeyi olduğuna inanırken bir anda İngiltere’ye gitmiş bulduk. O da neden gelip neden gittiği belli olmayan karakterler arasında yerini aldı sanırım, ne diyelim; kısmet.
 
Olmuyor, Aslı ve Ferhat’tan başka şeyden bahsederken çok zorlanıyorum. Hem bir sürü şey söylemek istiyorum hem de ne söylesem eksik kalacak diye üzülüyorum. İki aşığın hem finalde hem de bölümün genelinde yaşadığı yüzleşmeler çok güzel ve çok gerekliydi. Seyirci olarak kendimi hep Aslı tarafına yakın tuttum, onun gözünden anlamaya çalıştım yaşadıklarını, sitem ettim, aşk için mücadelesini takdir ettim ama bu bölümde yaptıkları ve söyledikleriyle nihayet dedim; işte benim inandığım Aslı. Zor yoldan da olsa, kendinden vazgeçmenin aşk için yapılabilecek en kötü şey olduğunu gördü. Ama bu sefer Ferhat’ın söylediklerini ve söylemediklerini de ilk kez bu kadar açıkça anladım. Kendini yatağa, Aslı’nın yanına sığdıramayışında da, köprüde “söylediklerin yalan mıydı?” diye sitem ederken de bu aşkın onun için de en az Aslı kadar zor olduğuna ikna oldum. Aslı’nın gidişiyle nasıl kabuğuna çekildiğini, yine öfkesini duygularına siper edişini gördüm. Elinden tutanı olmayınca başladığı yere geri dönen o adama acıdım hatta bir miktar. Otelde aralarındaki duvarı aşamayıp ancak o uyurken uzaktan bakabildi daha dün saçlarını okşadığı kadına. Kalpleri yan yana olmak için yansa da aralarında Aslı’nın gözyaşları var artık. Hiç zannetmiyorum ki bir adım daha uzağına gidebilsin ya da yanına sokulabilsin. Ne olursa bir araya gelirler diye soruyorum kendime ve bir cevap bulamıyorum. Eğer Aslı’nın bu kadar çok bulantı yaşaması amansız bir hastalığa işaret değilse, maalesef o hiç istemediğimiz bebek geliyor demektir. Ama bir yandan da Aslı sanırım iki seferdir içki içiyor bu bulantıların üzerine. O hamileliğin var olmaması için elimdeki bütün umut kırıntılarına tutunuyorum çünkü hikâyenin bu şekilde kolaya kaçmasını istemiyorum. Bebek yüzünden tamamen ayrılsalar da bir araya gelseler de bu bende buruk bir tat bırakacak. Aslı’nın bu aşkla ilgili kararları ölüm acısından da annelik hissinden de bağımsız olsun isterim çünkü yaşadıkları imkânsızı mümkün kılan aşk ve birbirlerine duydukları tutku bunu hak ediyor.
 
Yazıyı toparlarken düşünüyorum; ayrıldıklarında renklerini kaybedenler mi gerçek, birbirlerine dokunduklarında gözyaşlarına rağmen hayatta kalanlar mı? Sözlerle kalp yaralayanlar mı ayrıldı, yoksa nefesi birbirine karışanlar mı? Final sahnesi öyle bir sıkıştırıp bıraktı ki kalbimi, aklımda şimdi ne olacak diye düşünmeye yer kalmadı. Aslı’yı köksüz bırakan fırtına, Ferhat’ın da canını çok yaktı kuşkusuz. Hala onun Aslı’yı tam olarak hak etmek için uğraşması gerektiğini düşünsem de artık daha iyi anlıyorum onun son derece şahsi cehennemini. Aslı’nın hayata ve ilişkilerine dair bütün umudunu kurumaya yüz tutan çiçeğe bağlaması da yaklaşan baharın habercisi gözümde. Solan yaprakların düşmesi gerekir ki yenileri yeşersin, o çiçek daha güçlü tutunsun yerine. Onlar adım adım birbirlerinden uzaklaşırken dökülen yapraklar Aslı’nın yeniden kök salıp her mevsim çiçekler açması içindir diye umut ediyorum; aşklarının arızalı taraflarını geride bırakarak bir daha ayrılmamak üzere kavuşmak için. Güzel ve Çirkin masalı bitti belki ama daha aşılacak çok engel ve baştan yazılacak çok masal var.
 
Neredeyse bütün açılardan beni çok mutlu eden çok da hüzünlendiren bir bölümdü. Hem yan hikâyeler çok iyi gelişti hem uzun zamandır yolunu gözlediğim yüzleşmeler gerçekleşti. Çeken, yazan, oynayan, emek veren herkesin karşılığını almasını yürekten istiyorum. Aslı’nın da söylediği gibi sızıların yaraları üzmeden hatırlattığı, birbirlerinde kaybolmadan karışacakları daha nice bölümler izlemek dileğiyle. Okuduğunuz için teşekkür ederim, sevgiyle kalın.
 
*Ayrılık-Nazım Hikmet Ran (Final sahnesine kusursuz uyduğunu düşünüyorum bu dizelerin.)
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER