Siyah Beyaz Aşk: Aslı sende, sureti yok*

Siyah Beyaz Aşk: Aslı sende, sureti yok*
Aşkı yük gibi taşımamak insanın sahip olabileceği en büyük meziyetlerden biri; sevmeyi yarışa dönüştürmemek, kim galip kim mağlup hesabı yapmadan sadece kendi hislerine yaslanarak söyleyivermek aşkını. Araya kendimizden başka kimsenin aşamayacağı engeller koymamak nadir bulunan bir cevher gibi. Adına gurur dediğimiz, her duyguyu boğazımıza dizen o camdan duvarın içinden geçen görünmez bir el işte Aslı'nın eli. Sevdiği adamın yüzünü okşarken kendi dünyalarında ne kadar mutlu olduklarını söylemesi aşktan daha kıymetlisinin olmadığını anlamasından. Gerçek duygularıyla konuşan, hislerini utanca bulamadan anlatan, kaçmayan, kovalanmayı da ummayan, ekranlarda uzun zamandır göremediğimiz kadar dürüst ve gerçek bir kadın karakter. Ferhat onu çirkinleştirdiğini, yanına yakışmadığını düşüne dursun, Aslı'nın gözünde baharlar açmış bile ikisi için. Bakışının değdiği yerler güzelleşen o kadın, sevildiğini daha çok duymak için can atan adamı yormuyor hiç. Söylersem eksilir miyim diye korkmadan aksine çoğalacaklarını bilerek, her ihtiyaç duyduğunda haykırıyor sevdiğini. Öpüyor, sarılıyor ve şefkat görmek kadar göstermenin de ne kadar iyileştirici olduğunu görmesini sabırla bekliyor. 
 
Bölüm o kadar güzel başladı ki martı sesleri eşliğinde sarılarak uyandıkları o sabahın akşamı hiç olmasın istedim. Koruyucu bir melek gibi beliren Ayhan sayesinde ayaklarına taş değmedi, rahat rahat tamamladılar mutlu sonlu masallarını. Aslı mıydı orada sarhoş olan, yoksa Ferhat mıydı emin değilim. Dünyanın en naif sevgilisi de oluyormuş herkesin taş kalpli zannettiği o adam, sevildiğini de duymak istiyormuş arsızca ama mutlu, o yanındayken hep gülüyormuş. Utanmanın, mahçup olmanın daha çok yakıştığı pek az insan vardır herhalde. Ama hiçbir mutluluğun sonsuza kadar sürmediğini Emirhan’ların negatif enerji dolu evlerinin kapısından adım atar atmaz farketti malesef. Sorunlar üstlerine yağmaya başladı ve dev bir kaosun ortasına düştüler. Nikahı duyduğunda vereceği tepkiyi çok merak ediyordum aslında, dönüştüğü yeni Ferhat’ın ilk işaretlerini verip vermeyeceği kendi adıma önemsediğim bir andı. 

Ve Ferhat beni yine hayal kırıklığına uğratmadı. Tabii ki yılların Ferhat Aslan’ı bir anda herkesin karşısında gidip Gülsüm’e sarılamazdı. Eskiden olsa yok sayardı, fark etmezdi bile tıpkı Gülsüm’ün hamileliğini aylarca gözünün önünde olup fark etmediği gibi. Ama eskiden olsa yapmayacağı bir şey yapıp Abidin’e sarıldı. Gülsüm’ün elbisesini soracak, fotoğrafını görünce gözleri dolacak kadar barışık artık kendiyle ve hisleriyle. Şimdilik bir avuç şanslı insana gösteriyor kalbini ama umudumuz daim, o tünelin sonunda ışık var, Ferhat Aslan bir gün hem kardeşini hem yeğenini bağrına basacak. Bırakalım aceleye gelmesin, bırakalım su aksın yolunu bulsun. Arabada kendini sorgularken gördük ki yapmak istedikleriyle yapmak zorunda oldukları arasında Aslı’nın sesi kadar bir mesafe var. Öfkesini onun ellerine emanet ederken de, çözmesi gereken konularda yardımını isterken de kendi kadar güveniyordu Aslı’ya. Ne diyelim, bu günleri de gördük ya...
 
Esas sarhoş olan kim acaba...
 
Ama Aslı, Suna ve Özgür’ün parka gittiği andan itibaren işler tepetaklak oldu benim için. Kaçırılmalarında canımı sıkan çok fazla detay var ve hepsine ucundan değinmek niyetindeyim ama temel sorunum şu; zaten sonunu ve amacını bildiğimiz, her aşamasına dahil olduğumuz Özgür’ün kaçırılmasına neden heyecanlanalım ya da neden üzülelim? Bütün o kaçma kovalamacayı sadece final sahnesi için izlediğimize inanmak istemiyorum. Daha fenası, bunu kenara da koysak, ayrıntıların boşverilmişliğini, devamlılık hatalarını, özensiz kurguyu nasıl görmezden gelelim. En azından sağlam bir aksiyon izleseydik, kusursuz planların insanı Cüneyt’in bir an olsun başarılı olacağına daha kolay ikna olurduk. Yiğit’in bir kırılma yaşaması için tasarlandığı açık olan Namık’ın elini öpmesi sahnesi malesef bir dizi için bile fazlasıyla mantıksızdı. Karakterlerin keskin sınırlar içinde kalmadığı, hikayelerinin grileştiği öyküler izlemek keyiflidir çoğunlukla ama burada söz konusu karakter bir savcı. İmkanlarını seferber ettiği ve bir adrese ulaştığı andan itibaren olması gereken rehine pazarlığını bu işin dışında bırakmaktır, diziler evreninde bile böyledir bu durum.

Polis eşliğinde depoyu bastıklarında hiç kimse Namık’ın adresi nereden aldığını ve neden yalnız başına orada olduğunu sorgulamadı. Çocuğu kaçıranların sesini bile duymadılar, gerçek bir rehine pazarlığı olduğunu sadece Aslı’ya söylenenlerle biliyorlar. Ayrıca Cüneyt’in planı Aslı’nın kafasına sıkmak değil miydi, neden bir anda yolun ortasında bıraktı? Yiğit kendi kullandığı arabayla depoya giderken, bir anda Ferhat’ın arabasının arka koltuğundan indi, Ferhat ve Aslı’ya kim haber verdi? Keyfimizi kaçıracak bir düzine daha soru sıralarım burada ve bunların hepsi de seyir zevkimizi katleden hatalarla ilgili olur ama uzatmak istemiyorum. Aksiyon dizinin içinde çok önemli bir parça ama izleyenin zekasıyla dalga geçmeyen, hikayesinde tutarsızlıklar olmayan sahneler olmayacaksa diziden bu kaçma-kaçırılma, vurulma, çatışma temalarını çıkaralım ve kabul edelim hikayenin sadece başrollerin aşkına yaslandığını. Herkes için daha kolay olur sanıyorum.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER