Superman ölmüş ve insanlığın üzerine korku çökmüştür. Bir
taraftan yası tutulurken diğer taraftan da değişen dünya dengeleri içinde
hayatta kalma mücadelesi başlamıştır. Ve dünya, dışarıdan gelebilecek olan her
türlü tehlikeye karşı artık savunmasızdır.
Batman v Superman:
Dawn of Justice / Batman v Superman: Adaletin Şafağı filminin bıraktığı
yerden devam eden Justice League / Adalet
Birliği, Superman’in yokluğuyla yalnız fiziksel değil mental anlamda da
artık güçsüz kalan dünyayı savunmak ve insanların üzerine çöken bu korkuyu
ortadan kaldırmak üzere Batman’in Adalet Birliği’ni kurmasını anlatıyor. Şimdilik
Wonder Woman, Aquaman, Cyborg, The Flash ve kendisinin yer aldığı bu birlik,
ilk sınavını ise ayaklı kıyamet Steppenwolf’a karşı veriyor. Daha önce Amazonların,
Atlantislilerin ve insanların çoğunlukta olduğu, aralarında tanrıların da bulunduğu
büyük bir ordunun anca üstesinden gelebildiği Steppenwolf’un karşısına bugün
ise şimşek kadar hızlı The Flash, hacking makinesi yeni nesil Robocop olan
Cyborg, Tanrıların silahlarıyla savaşan Wonder Woman, suların tanrısı Aquaman
ve paraya para demeyen Batman çıkıyor. Ve koca orduların başaramadıklarını tek
başlarına başarmaya çalışıyorlar.

DC Evreni’nin Yenilmezler’i olan Adalet Birliği’nin yeni
maceralarına kapı aralayacak bu ilk film her ne kadar kadrosuyla büyük vaatlerde
bulunsa da en nihayetinde bir “pilot” bölüm. Yani aslında bizler için yalnızca
karakterleri tanıma fırsatı Justice League
serisinin bu ilk filmi. Marvel’ın aksine süper kahramanlarının solo
hikayelerini beyazperdeye taşımakta geç kalan DC, bu sebepten ötürü filmin
büyük kısmında nasıl bir araya geldiklerini ve karakterlerin özgeçmişlerini
açıklama mecburiyeti taşıyor. Bunu da hikayeleştirmek isteyince de ilk 1 saati girişle,
kalan 1 saati de yarım yarım gelişme ve sonuca ayırıyor. Hatta gelişmeyi
sonuçtan bile kısa tutuyor film. Kısacası izleyicinin, beklentisini düşük
tutması gerekiyor, biraz sabretmesi ve karakterlerin oturmasını beklemesi. Bu
nedenle sırf Adalet Birliği üzerinden
“DC bu işin içinden kalkamayacak” yorumu yapmamak gerekli, henüz daha yolun
başındayız, biraz sabır.

İzlemeden önce okuyanlara tavsiye, beklentisini çok
düşürsün. Suicide Squad ve Avengers: Age of Ultron filmlerinin de
altında kalan bir yapımla karşılaşacaklar zira. İzledikten sonra okuyanlarınsa
sesini duyar gibiyim, “Az bile demişsin” diyorlar kuşkusuz… Evet, iki yeri
hariç neresinden tutarsan elde kalır cinsten. Efektlerde yakın plandaki
detaylara öyle çok zaman harcamışlar ki uzakta ne olduğunu unutmuşlar, Marvel
ekibi filmi izleyince gidip zam istese yeridir. Ben Affleck’in Batman’i ise tek kelimeyle rezalet, Batman v Superman: Dawn of Justice / Batman v
Superman: Adaletin Şafağı sonrası öve öve bitiremediğimiz o adamın yerinde ise
yeller esiyor, kafasında bu işi bitirdiği aşikar. Bitirmemişse de yakındır,
benden söylemesi… Aquaman desen filmin en silik kahramanı, film boyunca yaptığı
en etkileyici hareket üstünü çıkarmak, büyük bir artistlikle, ama o kısım bile
sonradan unutuluyor, nedenini birkaç cümle sonra söyleyeceğim. Wonder Woman ile
Batman arasında zorlama bir ilişki var (Avengers’tan
tanıdık bir ilişki, bakalım dikkat edenler görebilecek mi) ama onun da bir yere
gitmeyeceği aşikar The Flash ise filmin ergeni, daha doğrusu Spider-Man’i. Tom Holland’ın Spider-Man’ini çalmışlar
– esprilerine kadar hem de – bu hikayeye uyar mı uymaz mı diye düşünmeden de
olduğu gibi yapıştırmışlar. Ve filmin sürprizi kaçmış olan sürprizi… Afişlerde,
fragmanlarda, filmin kadrosunda üst sıralarda gördüğümüz Superman’in dönüşü. Bu
konuda pek detay vermeyeceğim, orası da sürpriz kalıversin, ancak filmin elle
tutulur taraflarından biri Superman. Henry
Cavill günlerinin ne kadarını spor salonunda geçirmiş bilinmez ancak
yaramış, Aquaman’i gölgede bırakıyor, film de onun bu yoğun çalışmasının
hakkını vermeye çalışıyor, veriyor da.

Filmin asıl elle tutulur tarafı ise yine açılışı. Zack Snyder bir şeyler deniyor,
kendince bir farklılık yaratmaya çabalıyor. Ve ilk dakikalarda, gündelik hayat
ve süper kahramanlar arasındaki ilişkiyi, bugüne dek anlatılmayan ilişkiyi
gerçekçi bir şekilde, bugünün dinamikleri üzerinden veriyor. Öyle ki filmin ilk
10 dakikasında büyük bir beklentiye girdiğimi itiraf etmeliyim, “Bu sefer oldu
sanırım” dedim, yanılmışım sanırım… Aslında stüdyoyla inatlaşabilecek bir
yönetmen Zack Snyder, ancak o kadar
büyük paralar harcanıyor ki, taşın altına elini sokmaya korkuyor kuşkusuz, belli
oluyor. Yine de benim inancım var Snyder’e, aldığı eleştirilere daha fazla
dayanamayıp “Bırakın da işimi yapayım!” diye haykıracak ve o zaman bazı şeyler
değişecek.