Cingöz Recai: Bir efsanenin döner gibi yapışı...

Cingöz Recai: Bir efsanenin döner gibi yapışı...
Onur Ünlü’nün yaptığı her işi takip eden, çoğunu seven biri olarak yazıyorum bu yazıyı. Sevdiğim bir yönetmen olduğunu söylediğim herkesin düşündüğü gibi Leyla ile Mecnun’a değil, daha eskiye, Beş Şehir’e dayanan bir sevgi bu. 2008’den bu yana sadece senaryosunu yazdığı filmleri dahi izlemiş biri olarak Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü’nden çıktığımda düşündüğüm ilk şey “Onur Ünlü bu filmi neden çekti?” oldu. Ya da bu filmi neden Onur Ünlü’ye emanet ettiler mi demeliyim bilmiyorum ama, film ve Onur Ünlü arasında tutmamış bir şeyler var, buna eminim. Aksiyon bol, kamera arkasında belli ki ekipman bol, mekan bol, kostüm bol, prodüksiyon şaha kalkmış… Ama filmin ruhu yok. Sözlerimin bir Mustafa Sandal şarkısını andırdığının farkındayım ama evet, sevgili okuyucu, filmlerin ruhu vardır ve olmalıdır da. Hani filmde bir dünya kurulur ve bırakın karakterleri, kendinizi bile o dünyaya ait hissedersiniz ya? İşte o Cingöz Recai’de yok. Mesela St. Petersburg’da başlayan film İstanbul’a döndüğünde önceki sahnelerin başka bir filme ait olduğunu düşünüyorsunuz, öyle bir fark var arada. Bunun sebebi de sanırım Onur Ünlü’nün filmi yeteri kadar sahiplenmemiş olması. “Bir Onur Ünlü filmi” olmamış yani Cingöz Recai, “Onur Ünlü’nün çektiği bir film” olmuş. 

Benzer şekilde filmin hikayesiyle bağ kurmak da oldukça zor. İkinci filmin geleceğini çok iyi anlıyorsunuz, hatta bir Cingöz’ün yüzünüze söylemediği kalıyor. Gelsin tabii, başımızla beraber ama ikinci filmi yapacağız diye bu filme bir şey bırakmamışlar neredeyse. Kim Milyoner Olmak İster’de tam barajı geçmişsin de süre bitmiş, esas sorular bir sonraki bölüme kalmış gibi. “İşte şimdi başlıyoruz!” diyerek bitiyor film. Haliyle az evvel izledikleriniz, uzadıkça uzayan bir girizgah olmaktan öteye gidemiyor. 

Bununla beraber, filmde çok damdan düşer bir hal var. Sanki Cingöz Recai üç filmlik bir seriymiş ve Bir Efsanenin Dönüşü, bu serinin ikinci filmiymiş gibi. İlk filmde Cingöz ve ekibiyle tanışmışız, bize Cingöz’ün nasıl bir efsane olduğunu anlatmışlar (ama filmi sadece onlar izlemiş) da bu filmde Cingöz geri dönmüş. Üçüncü filmde de kısmetse Hayalet’le (Musa Uzunlar) kapışacak. Birinci ve üçüncü filmin gölgesinde kalan o “geçiş filmi” havası var Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü’nde. Bu yüzden hem olay örgüsü hem de karakterler havada duruyor.

Sahi, Usta sizi Rusyalara kadar niye çağırdı Sadri?

Bu eksikliği de en çok Cingöz’ün ekibinde hissediyoruz. Filmin başında St. Petersburg’da toplandıklarında, ekibin bir bayram havasında olduğunu görüyoruz. Biri “Yeniden başlıyoruz.” diye heyecanlanıyor, diğeri “Eski günlerdeki gibi!” diyor coşkuyla. Ama bu elemanlar kim, eski günlerde ne yaptılar, Cingöz’e neden bu kadar bağlılar, bunu bilmiyoruz. Mesela ben bir internet kullanıcısı olarak, ekibin dâhisi Filiz’in (Meriç Aral) bu ekibe girmek için çok çabaladığını, kendini diğerlerine zor kabul ettirdiğini biliyorum. Ya da Cüneyt’in (Boran Kuzum) hırsızlığı sonradan öğrendiğini, lakabının Nitro olduğunu, hız yapmayı çok sevdiğini biliyorum. Çünkü karakter tanıtımlarını okudum. Filmdeyse ne Filiz’i ne Cüneyt’i ne de diğerlerini tanımaya fırsatımız oluyor. Serkan Keskin’i izlemek her zamanki gibi çok zevkli mesela ama Serkan Keskin olduğu için zevkli, Sadri’yi tanımıyoruz. Yadigar (Deniz Hamzaoğlu) ise ekibin en zayıf halkası. Onun sadece ekibin kas gücü olduğunu görüyoruz.

Bir de Cingöz’ün Hayalet’i bulmak için katıldığı ekip var: Adil (Selim Bayraktar) ve fedaileri Arsen (Ushan Çakır) ile Ayıboğan (Hakan Boyav). Rahatsız edici derecede karikatürize bir ekip bu. Filmde en çok ne olmamış diye sorsanız cevabım bu üçlü olurdu. Ama Cingöz, hedefi gereği bu ekiple daha çok vakit geçiriyor. Bu da esas ekibi boşa düşürüyor. Filiz birkaç şifre çözsün, Sadri ve diğerleri arada Cingöz’ü bir yerlerden alsın, o kadar. Zaten evveliyatını bilmediğimiz bu ekip filmde iyice fazlalık haline geliyor. Filiz, Sadri, Cüneyt ve Yadigar’ı çıkardığınızda filmin bütünlüğü neredeyse bozulmuyor. Ki bu çok üzücü, çünkü yaşadıkları evde bir tur atıp ekibin normal hayatını gördüğümüz o kısacık sahne bile Adil ve tayfasından daha zevkliydi.

Beyefendiliği gözlerimizi kamaştıranlarda bugün: Başkomiser Mehmet Rıza.

Film üzerine düşündükçe gerçekten ortada hiçbirimize göstermedikleri bir ilk film olduğuna inanıyorum. Mehmet Rıza (Haluk Bilginer), bir sahnede anlatıyor: Cingöz, dört sene önce az daha yakalanıyormuş. Boğaz Köprüsü’nün ortasında polis tarafından sıkıştırılmış ve son çare olarak kendini aşağı atmış. Başka bir sahnede de Cingöz’ün tutuklanan bir yardımcısından bahsediliyor. İşte bunların hepsi, sanki ilk filmde olmuş gibi geliyor bana. Sadri’nin, Cüneyt’in, Yadigar’ın geçmişini öğrendiğimiz, Sadri’yi heyecanlandıran o “eski günleri” gördüğümüz, Filiz’in ekibe girmeye çalıştığı, ekipten birinin yakalandığı ve finalde Cingöz’ün köprüden atladığı bir film var ve kimse bize izletmemiş sanki. Allah sizi inandırsın, acaba hikayeyi Star Wars gibi kronolojik olmayan bir sırayla anlatacaklar da ilerleyen zamanlarda o filmi Chapter One diye önümüze mi koyacaklar diye bile düşündüm, o derece boşlukta sallanıyor film.

O hepimizin Peyami'si <3

Peki filmde hiç güzel bir şey yok mu? Var. Cingöz Recai’yi hiç okumamış, Ayhan Işık’ın performansını hiç izlememiş biri olarak, Kenan İmirzalıoğlu’nu Cingöz’e yakıştırdım mesela. Zaten film, Cingöz’ün filmi. Yani başını sonunu görebildiğiniz, bütün parçaları oturan, aklınızda soru işareti bırakmayan tek karakter Cingöz. Ukalalığını kibarlığıyla harmanlayan, zeki, çevik ve ahlaklı bir hırsız. Mehmet Rıza’yla aralarında (orijinal hikayede de bulunan) saygı çerçevesinde bir çekişme var ki bu da bence filmin en güzel yanlarından biriydi.

Velhasılıkelam, künyede Onur Ünlü, Haluk Bilginer ve Serkan Keskin’in adını gördüğüm için, okuduğum tüm eleştirilere rağmen umudumun elinden tutarak gittim filme. Lakin salondan elimde birkaç güzel ayrıntı -ki anlatsam “Bu mu? Bunu mu sevdin?” diyeceğiniz kadar minik ayrıntılar bunlar- ve hayal kırıklıklarımla çıktım. Bir işi beğenmediğimi anlatırken çok geriliyorum ama inanın, sevdiğim isimler olmasa böyle uzun uzun yazacak kadar kafama takmazdım beğenmemeyi. Şimdi bunu atlatabilmek için Filiz, Cüneyt, Sadri ve Yadigar’ı yanıma alıp İtirazım Var izleyeceğim. Beklerim. ^^



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER