Yeni sezon
başladığında, yeni diziler kadar eski dizilerin yeni hallerini de merak
ediyorum; diziyi takip etsem de etmesem de. No: 309'u 30 bölüm kadar izledikten
sonra hep aynı konular etrafında dönmesinden ve komediyi hep aynı yerlerde
aramasından sıkılıp bırakmıştım. Yine de neler olup bittiğinden haberdardım.
Yeni sezonda hem Erdal Özyağcılar'ın gelişi, hem de ilk sezonda bahsi sıkça
geçen ama bir türlü açılmayan konuların açılacak olması çekmişti ilgimi.
Baştan söyleyeyim,
bölüm boyunca çok sıkıldığım yerler oldu. Komedinin hâlâ aynı yerde
aranmasından, Erol ve Betül'ün entrika peşinde koşmasından, Erol'un Filiz'i
sürekli aşağılamasından ve bunun bir komedi unsuru olarak kullanılmasından,
Betül'ün hâlâ masum elti rolünü oynamaya çalışmasından ve bu zokanın Yıldız
tarafından hâlâ yutuluyor olmasından, bir de Nergis'in 60 bölümde ufacık bir
değişim göstermemesinden bezdim. Kanalı değiştirmedim ama kahve yapmak, saç
kurutmak ve benzeri işler için reklam arasını da beklemedim hiç. Yine de öyle
güzel sahneler izledim ki, ekran başında geçirdiğim zamana değdi. Daha
sonrasını izlemek için isteklendirdi.
N'olur artık değişin.
Lale'nin, babasının
hediyesini Onur'a anlattığı sahne, ardından Songül'ün Yıldırımdan
kurtardıklarının hikâyesi… Yıldırım'ın defalarca Songül'e gelmesi, her
seferinde başka bir duyguyla oradan ayrılması… Songül için okuduğu tüyleri
diken diken eden Attila İlhan şiirleri… Songül'ün hem öfkesini hem kırgınlığını
hem de umutsuzluğunu ayrı ayrı anlatıp Yıldırım'dan kurtulmak istemesi…
Yıldırım'ın tünelin sonunda bir ışık göremeyip pes etmesi… Onur'un kendi
derdini ikinci plana atıp Yıldırım'ın yanına gelmesi, ona "baba"
demesi ve kalması için bir motivasyon vermesi…
Bu sahnelerin her
biri için paragraflar döşenebilir. Ama sadece anlattıklarıyla değil,
replikleriyle, çekimleriyle ve muazzam oyunculuklarla dopdolu bu sahneler ancak
izlendiğinde hakkı verilebilir. Erdal Özyağcılar ve Sumru Yavrucuk nasıl doğal,
nasıl sade oynuyorlar, nasıl güzel akıyor onların sahneleri. Demet Özdemir
nasıl içten anlattı zebercet taşının hikâyesini. Herkes ne güzel ağladı o
salonda. Furkan Palalı ne güzel çekiyor kendini geri plana, konu Onur
olmadığında. Düşünenin, yazanın, oynayanın, çekenin, ışığı, mikrofonu tutanın,
makyajı yapanın, velhasıl bilumum fikir ve set işçisinin akıllarına, ellerine
sağlık.
"Böyle bir sevmek görülmemiştir" dedirtmek zorundasın bize Yıldırım.
Onur'un Özge'den
aldığı yaranın konu edilmesini uzun zaman bekledik. Duru'nun varlığı her ne
kadar klişe de olsa ortaya çıkma biçimi beni rahatsız etmedi. Pelinsu sadece
entrikalarıyla değil, dış görünüşüyle de öne çıkarılan bir karakterdi. Özge'de
bu yolun seçilmemiş olmasına sevindim. Özge, Onur'un hayatından zorla
çıkarılmış bir kadın olarak entrikalarla, intikam planıyla ya da bir çıkar
peşinde olarak değil, gayet düzgün ve şık bir biçimde girdi yeniden Onur'un
hayatına. Onur Sarıhan zaten ilk günden beri şahane bir adamdı. Şimdi, onun
kendini hiç bozmadan geçmişiyle yüzleşeceğini bilmenin, bütün bu sıkıntıları
nasıl aşacağını izleyecek olmanın heyecanı var bende.
Ana hikâyesi ilk
sezonda bu kadar sündürülmüşken ve bu nedenle seyirciyi de epeyce yormuşken bu
kadar sağlam bir hikâyeyle geri dönebilmek, kendini yeni bir dizi gibi
izletmeyi becermek kolay iş değil. Zoru başarmışlar. İlk sezonla ilgili
bahsettiğim sorunların tekrar etmemesini, Yıldırım'ın kendini affettirme
çabasının Kurtuluş'unkilere benzememesini, Özge ve Duru'nun ortaya çıkışının
Lale'den uzun süre gizlenmemesini ve bu ortaya çıkışın Lale tarafından
olgunlukla karşılanmasını, Betül ve Erol'un da kendilerine başka meşgaleler
bulmalarını dilerim ilerleyen bölümlerde.
Yeniden hoş
geldiniz!