90’larda KanalD, Show, Atv çekiyorsa gerisi dert değildi. TRT zaten her karıncalı kanalın arasında tüm sıkıcılığıyla bitiverirdi. Hiçbir şey yoksa televizyonun anten girişi yerine monte edilen çatal vardı. Sonra ne olduysa çatıdaki, TV üstündeki minik antenler bile yetmez oldu. Ne büyük kanalları, ne de CNBC-e’deki Ally McBeal’i çatalla izlemek artık mümkün olamadı.
Bugüne varmamızsa çok hızlı gelişti, çoklu kanallar için dekoder kutularına para öderken birden tek videoya, bir sezon diziye de ayrıca para öder hale geldik. Yapımcı ile izleyiciler arasındaki kablolar kalktı. -Al film, ver Netfliximm! “Yeni nesil yapımcılar” prodüksiyonlarını hem internette tekil kullanıcıya, hem ulusal kanallara satıyorlar. Hem satıştan hem reklamdan kazanıyorlar. Kimdir, nedir bunlar?
En lider örnek: Netflix, 1997’de Scott Valley’de kurulduğunda mahallenizde o DVD dükkanının başındaki serseri çocuklardan biri gibiydi. O serseri çocuk da hâlâ şirketin CEO’su olan Reed Hastings’di. ABD’de o yıllar film dükkanlarından koca bir market zinciri olan Blockbuster’a kısa zamanda rakip oldu. En büyük iddiası ise her siparişi internetten alması, kiralanan CD’leri izledikten sonra hemen geri göndermesi için müşteriyi darlamamasıydı. Arşivi de sağlamdı, görüntü kalitesi her zaman iyi; bekleme süreniz de en fazla 3 gündü. Netflix’in o kırmızı zarfla gelen filmleri hâlâ Amerikan posta kutularındaki en “cool” şey.
Kaldı ki, bir satıcı olarak o marketteki bıyıklı amcadan çok daha iyi müşteriyi aklında tutuyordu Netflix. -Hangi tür filmleri izler, en son ne izledi, kesin bunu da sever kerata, gibi. Siparişinizde bir aksama sezdiyse, “Film daha gelmedi mi yoksa” diye e-mail attı. Bu takiplerin hepsini sıcak, samimi bir dille yaptı. Tabii müşterilerinin memnuniyeti arttıkça Netflix de bir “lovemark” haline geldi.
2002’de 1 milyon üyeye ulaştı. 2007’de damardan bir haberle geldi: Artık dijitale geçmişti. Hey gidi; Türkiye’de de IPTV’nin daha profesyonelce konuşulduğu yıllardı... Sonrasında Netflix, Amerika’da coştu tabii, aynı müşteri memnuniyeti; üzerine VoD hizmeti internetten anında gelince 2010 yılında abone sayısı 15 milyon oldu. Rakibi Blockbuster’da ise iflas çanları duyuldu. Ama işbirlikçiler arttı. Büyük stüdyolarla yapılan anlaşmalar zaten her zaman gizli tutuldu. Televizyon üreticileri de işin içine dahil oldu. LG gibi televizyon markaları, birçok oyun konsolları üretimlerinde cihazlarının Netflix streaming’ne uyumlu olmasını unutmadı.
IPTV: Internet protokolü üzerinden görüntü ve ses aktarımı.
Set top box: (Eskilerin dekoderi, modem, tv player) Bir televizyonun internet üzerinden gelen yayınları alabilmesini sağlar.
Stream: Online medya akışı, video bilgisayara indirilmeden bu şekilde izlenir.
VoD: Video on Demand - İsteğe bağlı Video. Öncesinde servisi sunana (üye olup örneğin) talep edersiniz; ardından videolar size sunulur. Ülkemizde mobil internetin daha hızlanıp 3G’ye geçmesi ile birlikte bu anlamda televizyonculukta da devrim olmuştu. İlk yapan ekipte yer alma şansıyla diyebilirim ki, cep telefonlarından son dakika video izlemek isteyenler bu ülkede yüzbinlerdi; ama hevesleri fazla sürmemişti. Ne de olsa isteğe bağlı. Fakat internette sunulan videoların çoğunda uygulanabilir; izlediğin kadar ödersin.
VPN: İnternete başka bir bilgisayar üstünden erişmemizi ve böylelikle engelendiğiniz internet alanlardan kurtulmanızı sağlayan şifreli, dolayısıyla güvenli bir koridor.
S-CRM: (Social Customer Relationship Management) Sosyal Müşteri İlişkileri Yönetimi - Müşteriniz size kendisi hakkında ne kadar çok bilgi, ilgi alanı, sosyal medya üzerinden kaydı vs. bırakırsa, bunlardan o kadar anlamlı bir veri elde edebilirsiniz.
Ve yıl 2011. Hulu, Amazon, Viki örnekleri karşısında Netflix artık ilk sırada; hatta başka kulvardaydı. Çünkü o yıl, abonelerini çıldırtan başka bir sürprizi açıklamıştı. “Pahalı bir uyarlama dizi projesini biz satın alıp, biz yapıp, yayınlayıp, başka kanallara da satacağız.” dedi: House of Cards. Dizi, bu özelliği ile tarihe geçti... Netflix türevi şirketlere bu tarihten sonra da kısaca “Yeni nesil yapımcı” denilebilir, bu fabrikalardan üretilen film-diziler de “Yeni nesil yapım” olsun. (Ben dedim, oldu)
Yeni nesil yapımcıların bu hamleden sonra avcu kaşınmaya başladı. Fakat Netflix’den bir hamle daha vardı: Lilyhammer. Bu dizi de Netflix’in ilk orijinal yapımıydı. Dizinin farklı ülkelerin kanallarına satış yolculuğu çoktan başlamıştı. Şirket, en büyük hayal kırıklığını ise eski sisteminden adını geri çekmesiyle yaptı. “Artık sadece stream servisine Netflix diyeceğiz, posta kutunuza gelen DVD’lerin üzerinde Netflix yazmayacak” dendi. Tabii başka isim tutmadı. Bu kez, binbir izah ve para kaybıyla geri çark etti. O kırmızı zarflar Netflix adıyla gelecek arkadaş! Neden Lovemark’a dönüştüğünü hatırladı Netflix böylelikle.
2012 ile Avrupa’da açıldığı ülkelere ağırlık verdi, ama halen bu ülkelerin stream arşivinde büyük eksiklikler var.
Ve gelelim 2014’e: Netflix’in artık Avrupa’da da hızla yayılan, 45 milyondan fazla evde stream video izlettirdiği, dahası, alışkanlıklarını çok iyi tanıdığı bir kitlesi var. Kullanıcıyı tanıma önemli, zira bu devasa bir data demek. Ama Netflix bu noktaya kolay gelmedi. Elindeki bu dataya uzun zamandır kafa yoran bir ekibi var. Öyle ki, 2007 yılında Netflix Prize adında bir yarışma açıp, müşterilerinin beğenilerinden daha iyi sonuçlara ulaşabilen bir algoritmayı yaratana 1 milyon dolarlık ödül koydu. Yarışmaya katılanlardan bir takım, ancak iki yıl sonra algoritmayı geliştirmeyi başarıp ödülü alabildi.
Bu algoritmanın Netflix’e katkısı yadsınamaz. Şirket nasıl ki internette bir DVD dükkanından Kevin Spacey’i oynatan bir yapımcıya dönüştüyse, buradan da müşterilerinin efendime söyleyeyim hakkıyla Oscar dağıttığı bir organizasyona dönüşebilir. Parmağını şıklatsa şu an, “Fimi beğendiniz mi, 1-5 arası puan verin.” dediği yıldız sisteminden buna geçebilir. Başka örnek: Bir sonraki çekeceği yapımı da buradaki izleyici eğilimleri ile 12’den vurarak belirliyor olabilir. En çok hangi oyuncular, hangi türde, hangi yönetmenle seviliyor? İzleyiciler hangi tür senaryolara aç? gibi. 45 milyonun eğilimine göre onlarca sonuca ulaşabilir. Tabii bu örneklerin devamını ben değil bir S-CRM uzmanı geliştirebilir.
Netflix, 2014 itibariyle 26,5 MİLYAR! dolarlık! bir değere sahip. Şimdi topun ucunda geleneksel TV yayını yapan HBO, AMC ve ShowTime gibi kanallar da var. Beraber ya işbirliklerini artıracaklar, ya da rekabet kızışacak.
Mutlaka Okuyunuz!