--Dikkat, SPOILER içerir. Black Mirror White Christmas bölümünü izlemediysen okuma!--Süslenmiş çam ağaçları, Noel Baba, parıltılı caddeler, hediyeler, Noel yemeği ve daha birçok vaadi ile gelen Noel’in
Black Mirror dünyasına bu ışıltısıyla gelmesini elbette beklemiyorduk. 16 Aralık gecesi yayınlanan White Christmas bölümü öncesinde de, adındaki masum nüansa kapılmamamız gerektiğini bilecek kadar
Black Mirror izlemiş olduğumuzu düşünüyorum. Eğer ki diziyi ilk defa izleyenlerdensiniz, “
Black Mirror Dünyasına Hoşgeldiniz!”
White Christmas, esas olarak aralarında ne tür bir ilişki olduğuna dair net karar veremediğimiz Matt (John Hamm) ve Potter (Rafe Spall) ikilisinin Noel sabahında yaptıkları kahvaltı anında hikayelerini ortaya dökmelerini ele alıyor. O ana dek aralarında neredeyse hiç iletişim kurmamış ikili, Noel vesilesiyle hikayelerini ve sırlarını ortaya dökecektir. Asıl merak konusu ise Potter’ın sessizliğinde ve içine kapanıklılığında yatar. Matt ise hikayesini anlatması için Potter’ı teşvik edecek, bir tür yüzleştirme yaşatacaktır.
Ancak izlediğimiz sıradan bir dram hikayesi değil, Black Mirror! Her bölümünde teknolojinin insan ilişkileri üzerinde tahrip edici etkisine yoğunlaşan dizi, Matt ve Potter hikayesinde de günümüzün teknoloji bağımlılığının varabileceği en ileri seviyeyi korkutucu bir şekilde karşımıza çıkarır. White Christmas, küçük buton-umsu aygıtlar ile kişiler arası iletişimin yürütülebildiği, sosyal ağlarda sahip olduğumuz “bloke etme” özelliğinin hayatın ta kendisine uygulanır hale geldiği, bilincimizin yumurta şeklinde “cookie”lere aktarılarak tüm şahsi işlerimizi yöneten bir program haline getirilebildiği ve Z-Eye implantları sayesinde insanların yapabildiklerinin kontrol edilip paylaşılabildiği (“share” edilebildiği) bir zamanda geçiyor. Dizinin ürkütücülüğü ise tam da bu “zaman”ın çok da uzak bir tarihte geçmiyor oluşundan geliyor. Her ne kadar yer ve zaman zikredilmese de, çok iyi biliyoruz ki tüm bunlar bizim yaşadığımız dünyada uzak ihtimaller değil. Aksine çok yakın tarihte gerçekleşmesi olası teknolojiler. Black Mirror da gücünü bu olasılığın yakınlığından alıyor.
White Christmas da böylesi bir zamanda kendini “romantik bir guru” olarak niteleyen, asıl işi kendine gelen talepler doğrultusunda, insanların sosyal hayatlarını Z-Eye sayesinde “olay yerinde” kontrol edip doğru yönlendirmeleri yapan Matt’i odağına yerleştiriyor. Bu yönlendirme aslında Matt’in bir becerisi de sayılmaz, tek yaptığı olay sırasında yüz taraması yaptığı kişilerin sosyal medya hesaplarına ulaşarak kendileri hakkında veri toplamak. Ki bu “sosyal medya hesaplarından veri toplama” olgusu tüm Black Mirror bölümlerinde bir distopya ögesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu da içinde yaşadığımız devrin bağımlılıklarına bakıldığında durumun vehametini daha içten hissetmemize neden oluyor.İlk hikayemizde, Matt de göründüğü kadar masum değil; bir chat odasında müşterisinin gözlerinden gördüğü tüm olayları paylaşıma açıyor. Dizi tam bu noktada, bir bakıma günümüz sosyal medyasına ve pornografiye dikizleme dürtüsünden dem vuruyor.
Matt’in guruluk hikayesi ise, ofis çalışanları arasında kutlanan bir Christmas gecesinde, ortama tamamen yabancı olduğu halde bir kadınla tanışmasını sağladığı adamın sonunun hüsranla bitmesi ile alt üst oluyor. Olayları öğrenen eşinin Matt’i bloke etmesi ile dizinin kurduğu dünyanın yeni bir gerçekliği ile tanışıyoruz: Bir insanı bloke ettiğinizde tam da karşınızda durmasına rağmen bozuk TV ekranları gibi gri bir görüntü ile karşılaşıyor ve hiç ses alamıyorsunuz! Haliyle tüm telefon, sosyal medya hesapları vs. gibi iletişim araçları üzerinden de tüm ilişkiniz kesiliyor! İlk bakışta çok dahiyane bir fikir gibi görünse de aslında ne denli distopik olduğuna dizinin ilerleyen sahnelerinde tanık oluyoruz.
İkinci hikayede ise bir operasyona girmekte olan bir kadınla tanışıyoruz. Operasyonun ardından ise kadının sadece sesini duyduğumuz yumurta şeklindeki “cookie” de kadının bilincinin aktarıldığı ve aslında sadece koddan ibaret olan bir kopya. Ancak gerçek-olmayan kadın içinde varolduğu dünyayı reddediyor ve her şeyi geri almak istiyor. Elbette Matt buna izin vermeyip, aksine işkencenin dozunu daha da artırarak kadının zaman döngüsüne müdahale ediyor ve kutu içerisinde 6 ay geçirmesini sağlıyor. Matt için bir dilim tost yeme vaktine eş değer olan bu süre kadın için artık çıldırtıcı bir hale geldiğinde ise kadın, kendisi için biçilen görevi (gerçek kadının şahsi işlerini yapmak)harfiyen yerine getirmeye hazır hale geliyor. İşte tam bu noktada soruyor hikaye dinleyicisi Potter: “Bu kölelik ama!” Anlatılan hikayeleri bizim kadar şaşkınlık ve korkuyla dinleyen Potter’ın bu tepkisine Matt şu yanıtı veriyor: “Birçok insan şöyle der: Kadın tamamen kodlardan oluşuyor, gerçek değil. Siktir et!” Bu durum da, dijital köleleştirmenin sınırlarının ne olması gerektiği konusunda apayrı bir etik tartışmaya parantez açıyor. (Burada girişilebilecek Baudrillard analizlerine hiç bulaşmadan sadece White Christmas’ın simülasyon kavramı üzerinden okunabileceğini de ekleyeyim.)
Gelelim ana hikayemizin kahramanlarına. Matt kendi hikayesi ile Potter’ı avcunun içine almış ve yeterince sarsmışken, Potter ne oldu da bu kadar gürültülü ve çığırtkan bir dünyada bu denli umarsız bir halde? Onun hikayesi ise aslında şimdiye kadar dinlediğimiz hikayelerin buluşma noktası, bir nevi açıklayıcı alt metni niteliğinde. Karısı tarafından bloke edilmiş ve mahkeme kararları gereği bu blokenin yasal statü kazanmış olduğu için çocuğuna karşı da doğal olarak bloke halde. Potter’ın çocuğunu sadece silüet halinde izleme hikayesinde nasıl bir katile dönüştüğü ise hikayenin en manipülatif tarafı.
Daha da ilginci (dikkat, şimdiye kadar yeterince spoiler versem de burası ağır spoiler içerir), Matt’in de aslında bir simülasyonun parçası olması. Polis için çalıştığını öğrendiğimiz Matt, aslında gerçek-olmayan kadın hikayesinden öğrendiğimiz verilerle beraber düşünüldüğünde, Potter’ın bilincine yerleşmiş ve yepyeni bir kurgu yaratılarak Potter’ın işlediği suçu itiraf etmesi özgür iradesi dışına geçerek sağlanmıştır. Burada dizi şunu sormaktadır özünde: Hep birlikte ilerlemesine alkış tuttuğunuz teknoloji karşısında etik sınırlarınızı çizebilecek misiniz? Teknolojinin özgür iradenizi manipüle etmesine nasıl engel olacaksınız? Hele ki teknolojik güç otoritenin eline geçtiğinde ne yapmayı düşünüyorsunuz acaba?
Teknolojinin birey üzerindeki yıpratıcı etkisini en derinden hissettiğimiz Potter, dizi tarihinin de en mağdur ve en sempatik katillerinden zannımca. Hele ki (American Horror Story – Coven sezonundaki cehennem olgusuna gönderme yaparcasına) kısır döngü haline gelen “cehennem azabı” bile tek başına başlı başına bir korku unsuru. Black Mirror dünyasında ise hapishane cezası haline gelmiş bu kısır döngü yaşantının en korkunç yanı ise tek bir “tık” ile otoritenin elinde oyuncak haline gelebiliyor olmamız. En basitinden ufacık bir ayar ile dünya zamanı ile bir dakikanın ceza boyutunda 1000 yıla eşdeğer kılınması otoritenin ufacık bir hamlesine bakıyor. Dizinin ceza konusunda söyledikleri ise bununla sınırlı değil: Matt’in cezası ise tüm insanlar tarafından bloke edilmek!
Her bölümde ele alınan teknoloji distopyasının yanı sıra, suç, otorite, ceza ve etik kavramlarını da tartışmaya açan Black Mirror – White Christmas, her bölümün ardından yediğimiz darbeyi yine yeniden yaşattı diyebilirim. Ayrıca, yepyeni bir ceza formu geliştiren Black Mirror’u Foucault izlese ne derdi acaba demeden kendimi alamadığımı belirtmeden geçmeyeyim.