Vatanım Sensin: Acıtmışım canını sevdikçe

Vatanım Sensin: Acıtmışım canını sevdikçe
‘’Sen kadınsın, en tatlı çağında,
Ben en sevdalı yaşında erkek.
Bırak bir kedi gibi yatayım kucağında
Dizlerini, göğüslerini seyrederek…’’*
 
Teslimiyet… Arzularını alt edemeyen bir teğmene teslim etmişti kendini Smyrna. Önünde kimsenin duramadığı, savaşçı Amazon kadını, bu savaşta yalnızca kendini mağlup sanan Kral These’nin koynuna usulca sokulmuştu. Ne dik başlılığını hatırlıyordu o sıcak denizde ilerlerken ne de onu daha güçlü yapan cesaretini. Attığı her adımıyla ‘’Baba ben güzel miyim?‘’ diye soran küçük kız çocuğunu gerçek bir kadın gibi hissettiren Kral These’ye ruhu ile, bedeni ile kalbi ile gerçekten teslim oluşunun hikayesiydi bu. Bir teslimiyet nasıl böylesine özgür kılabilirdi bir serçeyi? Onun yüreğine zincirler takan, onu esir eden bir insan aynı zamanda nasıl böylesine mutlu edebilirdi? Ve bu mutluluk böylesi büyük bir hüzne nasıl gebe olabilirdi? Teslimiyetin huzurunu fırtınanın gürültüsü bastırmıştı. Yuvasız bir serçe süzülüyordu gökyüzünde. Varacağı yerin neresi olduğunu bilmeden, yüreği acıdan kabarmış savruluyordu gözleriyle eşdeğer mavilikte.
 
Oysa her şey nasıl da güzel başlamıştı. ‘‘Bir müşkülünüz, bir ihtiyacınız olursa… Ben buradayım.’’ diyen Leon oradaydı, karşısında.’’Tabii bir daha başınızı derde sokmamanızı dilerim.’’ temennisinde olduğu gibi onu korumak için oradaydı. Teslimiyetlerinin mühürlendiği öpücükten sonra ilk kavuşmaydı bu. Korkmuştu Kral These, yanağında hissettiği sızı aklına gelip tereddütle eli yakasına gitmişti yine... Karşısında Hilal vardı... Ne yapacağını asla kestiremediği, hırçın gözlerinde alabora olduğu ‘’Hilal Hemşire’’ Ürkek bir serçenin titreyişiydi ‘’Ne var, ne istiyorsunuz?‘’ serzenişi. Leon ise her sözcüğünü özenle seçmişçesine yanıt veriyordu bu serzenişe.''Halit İkbal hakkında emir var.’’ Onun için buradayım dercesine. Gizli bir kırgınlık vardı sesinde, öylesine uzaktı ki karşısında ki kadın ona, öylesine imkansızdı ki görememişti onun teslimiyetini Leon. Devam etti içinde kopan fırtınaları susturarak ‘’Bilhassa bu sıralar asla bir şey yazmamalı, basmamalı ve dağıtmamalı anlıyor musun?'' mağlubiyetini kabullenmiş Leon’u bastırarak kuruyordu cümlelerini. Boyun eğmeyeceğini bildiği için ilk yenilgisini hatırlattı ona. Bunun cezası infaz diyerek atlattıkları o zor savaşı hatırlattı. Fakat karşısında Amazon kadını vardı... Ona hayran olmamanın mümkün olmadığı Amazon kadını. Eğmedi boynunu Hilal. ‘’İletirim kendisine lakin bundan gözü korkar mı? Sanmam.’’ dedi. Kral These’nin beklediği bir şeydi bu. O yüzden savurup attı üniformasını, Leon oldu. ‘’Bak! Şakası yok bunun! Laf dinle yoksa o yazıları yazan elleri kesip atarlar anladın mı?’’dedi. Kızgındı, onun bu denli önünü görememesi, böylesine fevri hareketleri , her an ellerinden kayıp gidecekmiş hissi canını çok yakıyordu. Ama hepsinden daha çok, yolunu bulmasını sağlayan o gözlerin sahibinin onun bu çabasını görmemesi, yok sayması canını tahmin ettiğinden çok daha fazla yakıyordu. Yine baktı arkasından tüm kırgınlığı, tüm hayal kırıklığıyla.
 
‘’Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada’’
 
Bakmasını bilene çok şey anlatıyordu Leon’un gözleri. Bakışları seslendiremediği tüm duygularını çığlık çığlığa bağırıyordu. Darmadağın bir çocukluk vardı o gözlerde mesela... Annesinin kanatları altında ama onun sevgisinden mahrum büyüyen, babasının himayesinde ama değeri sahip olması istenen askeri kimliği ile biçilen, biçare bir çocuk. O çocuğun isyanını dile getirmişti annesine yıllar sonra… Her attığı adımında sokulmak istendiği kalıplara daha da hapsolan bir çocuğun yakarışıydı ‘’Sen de esirsin... Hiçbir farkımız yok.’’ isyanı. Kimseye üzülmeye hacet yokken, sadece emirleri yerine getirirken yolunu bulmaya çalıştığı bu fırtınanın içinde yapayalnızdı. Gideceği bir kapı, anlatacaklarını dinleyecek bir dost, kimsesi yoktu. Bir zamanlar piyano çalan o parmakların şimdi nasıl silah tutabildiğini anlatacak hiç kimsesi yoktu.. Hilal ruhunu nasıl özgürleştiriyorsa Halit İkbal’in kaleminde Leon’da kendini esir ediyordu üzerinde taşıdığı üniformaya. Sevdikleri için kendini yalnızlığa esir ediyordu Leon.
 
Bu sebeple kendi esaretinin cebinde taşıdı sevdiği kadının özgürlüğünü. O tutarken ruhuna baharı dolduran elleri kesilip atılmasın diye bir çekmecenin içine hapsetti onları. Hilal’in yine yazacağını biliyordu ama Halit İkbal'e veda etmeliydi.. Halit İkbal’in vedası kolay olmayacaktı. Mazlumun çığlığını, vatanın işgalini bağıra bağıra dile getiren bu kalem o çekmeceye hapsolurken ‘’Beni değil, kendini esir ediyorsun aslında.’’ dercesine vicdanı ile yüzleştirdi onu. Haydar abisinin annesi çarptı bu gerçekleri yüzüne. Her kelimesinde daha dar geldi üniforması, daha da kayboldu vicdanının içinde. Biliyordu bu savaşın bir sonu olmadığını ,dökülen gözyaşlarının bitmeyeceğini, annelerin yürek yangınlarının dinmeyeceğini bildiği gibi biliyordu. Ama kendi içindeki kor hale sıcakken nasıl çıkıp kurtulabilirdi ki bu cehennemden? İşgalden daha da zor olanı yapıp vicdanını susturdu Leon. Mühim olan Hilal’in iyi olmasıydı. O esarete zincirlenmişti zaten. Bu yüzden Hilal’in yaşaması için, Halit İkbal’in ölmesi lazımdı…

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER