Unutmam lazım çünkü sen kardeşimin aşkısın!*
05 Aralık 2014
Meziyet & Eşref & Suna | Benim Adım Gültepe
Devrim Toyran
“Aşk üçgeni” lafını pek sevmem. Ama “Üçgenin iç açıları toplamı nedir?” diye soran hocasına “Bir insanın iç acılarının toplamı nedir, asıl siz ondan haber verin” diyen Yılmaz Erdoğan cümlesini pek severim.
Mazisinden ötürü acısı katmerlenmiş bir kardeşlik ilişkisi, sınanmak için yeniden aşkı seçerse ne olur? Kişiler Suna ve Meziyet ise bence “çok şey” olur.
Acısı çemberinde oya, cümleleri dilinde cam kesiği, gözleri masmavi bir endişedir Meziyet. Oğluyla ve babasıyla yaşamaktadır. Tüm heveslerini sandığına kaldırdığı bir zamanda, Suna’nın çıkıp gelmesiyle acısı tazelenen bir Gültepe sakinidir. Bu acının nedeni, hala fotoğrafını sakladığı bir sevda hikayesidir. Paslı bir makasla, Suna’nın Meziyet’in hayatından koparıp aldığı bir hikaye. Yılların ve kardeşlik duygusunun sağaltamadığı bu yara, Suna’nın baba evine dönmesiyle, aynı bildik yerinden bir kez daha kanar. Bilerek mi? Kim bilir? Ama hayatın insanı aynı acılardan hedef alan bu tesadüflerini sevmek bence mümkün değil.
Orman yeşili göz farıyla, eteğini dans ettiren topuklu ayakkabılarıyla, kadınlık gururunu ve iki çocuğunu yanına alıp baba evine dönen Suna, eşini yıllar önce kaybetmiş, bir sürü borç ve iki çocukla kalakalmış ve sonunda sıkıntılarından kurtulmak için “metres”! olmayı göze almış eski bir Gültepelidir. Hayat arkadaşı Cevat’ın kendisini aldatmasını kabul edemediğinden büyüdüğü eve dönen Suna, ilk gün Meziyet’in odasına “Eskiden benim odamdı” deyip yerleşmesiyle ve yıllardır arayıp sormadığı insanların hayatına destursuz girmesiyle beni şaşırtmış bir kadındır.
Eşref ise mobilya yapmadığı zamanlarda kederini ağaçlara yontan, kardeşi için katil olmanın bedelini oğlu ve karısı canlarıyla ödeyince bir daha eskisi gibi olamamış, içi paramparça ama kabuğu sağlam bir adamdır. Mahallenin abisidir.
Aşk hikayesi Eşref’in mahallede bıçaklanmasıyla başlar. Tedavi ve nekahet süreci “aşk” konusunu herkesin gündemine taşır. İki kadının, farkında olmadan “meziyetlerini” yarıştırdıkları bu süreçte ipi göğüsleyen Suna olur. Eşref için çorba yapıp içine elleriyle ekmek doğrayan Meziyet’in, Eşref’in yastığını her düzeltişinde kokusunu Eşref’e bulayan Suna karşısında şansı olmaz. Aşkın çekim alanında çoğu zaman Meziyet gibi karnıyarığı güzel yapanlar, “dur ben evi bir temizleyeyim” diyenler değil, sedefli ojeleriyle kitaplara dokunan kadınlar olur.
Meziyet’in yaşadıklarından öğrendiği bir şey vardır ki o da Suna yine sevdiği adamı elinden alacaktır. Her “Suna” dediğinde çatlayan sesiyle bir gün onu karşısına alır ve “Ben seviyorum onu, peşini bırak” der. Suna elinden gelen en cılız çabayla Eşref’ten vazgeçmeye çalışır ve elbette ki başaramaz. Eşref bu nafile çabayı ve Suna’nın kendisine aşık olduğunu, Meziyet ile Suna’nın ettikleri bir kavgaya kulak misafiri olduğu sırada öğrenir. Böylece Suna’ya aşkını itiraf edecek cesareti de kendinde bulur. Meziyet’in kendisine olan ilgisini de bilen Eşref Suna’nın bu sembolik, göstermelik vicdan muhasebesi karşısında “Vicdanım için sevdiğim kadından vazgeçmem. Vicdanın çok sesi vardır ama sevdiğim kadının bir benzeri yoktur” dediğinde ise ben değil ama Suna ona inanır.
Meziyet’i pastaneye çağırıp bir nevi ”Düş yakamızdan artık” diyen Eşref , bu buluşma sırasında, Suna’nın Cevat ile evli olmadığını öğrenir ve “Boşver herkesi, benim ol” demeyi bilen bu aşk adamı! “metres” kelimesinin dikenlerine takılır. Aşık olduğu kadını anlamaya bile tenezzül etmeden sırtını döner, gider. Aşkı bu imtihanı geçemez. Aşk ancak “evlilik” onu kanatları altına aldığında yakışıklıdır.
Çok kitap okuyan Eşref kendini hamarat Meziyet’e denk görmedi! Meziyet’i kendinden uzak tutmaya çalışırken ki üslubu hep zoraki bir nezaketle doluydu. Suna’ya aşık olmak kolaydı tabi. Çünkü Suna gerçekten güzel, alımlı ve akıllı bir kadın. Düştüğünde kalkıp yola devam etmesini bilen, sanki hiç bir acı onu yıkamazmış gibi duran, sapasağlam bir kadın. Keşke Eşref okuduğu kitaplardan yaşadığı hayattan, aşkı üstün tutmayı da öğrenseydi.
Hırçın, yaralı ve tırnaklarını geçirdiği kardeşlikten yana şansız Meziyet’e üzüldüm ben. Suna’nın onu bir kez daha aynı şekilde kırmasına kızdım. Suna, aşk olmadan da, kardeşi olmadan da, parası olmadan da yaşayabilecek, hiç bir şeye bağımlı olmayan güçlü bir kadın. Ama Meziyet öyle değil. Aşk bir lutfetme meselesi değil elbette ama ben hiç değilse bu sefer “kardeşlik” kazansın istedim. Suna yaptığı hataları telafi etsin istedim.
Meziyet’in ki aşk mıydı yoksaSuna’ya açılmış bir savaş mıydı? Eşref’in aşkı, erkekliğin şanına yakıştıramadığı “metres” kavramına takılan bir heves miydi? Suna ise gerçekten kardeşini yine, yeniden yaralayacak kadar Eşref’i sevdi mi hiç bilemeyeceğiz. Sebebi dizinin yayından kaldırılması. Erken final yapan dizinin son sahnesinde, Cevat’ın Suna’ya evlilik teklif etmesinden yola çıkarsak, kalbim Cevat’la evlenip mahalleden gitmesinden yana galiba. Çünkü imkansızlığı seven aşkın bir ömrü vardır ve süresi dolduğunda çeker gider.