Yeni hiçbir şey yoksa, yalnız eskiler varsa
Demek ki beynimize oynanan bir oyun var,
Yaşamış bir çocuğu doğurmaya kalkarsa
Yaratma çabasıyla sancılanarak tekrar!*
Bu dizelerle başlar
Shakespeare'in 59. sonesi: Güneşin altında yeni bir şey yoksa aklımıza oynanan
bir oyun var demektir. Edebiyata ve tiyatroya katkılarıyla aklımıza oynanan bu
oyunu bozmaya en çok uğraşan insanlardan biridir Shakespeare. Bundandır isminin
bu kadar çok zikredilmesi, bundandır tekrar tekrar ona dönülmesi, bundandır
onun oyunlarının er meydanı olması, bundandır herkesten çok ona nazire
yapılması…
Belçikalı yazar Paul
Pourveur da onlardan biri, ama bir farkla. Pourveur, güneşin altında yeni bir
şey olsun isteyenlerden; bunun için öldürüyor Shakespeare'i, aşalım istiyor
bunları. Shakespeare'i silme, unutturma, yok etme çabası değil bu; vitrine koyma
veya tozlu raflara kaldırma çabası da değil. Aksine, hakkını verebilmek için
Shakespeare'in, onu aşma, ondan öteye geçme çabası.
Yazarın, öldürmek
için neden Shakespeare'i seçtiğini anlamak zor değil. Tiyatroya dair kurulmuş
ne varsa üzerinde bunca yıldır dimdik duran bir figürü alaşağı etmeden, bütün o
yapıyı yıkmadan yeni bir şeyler söylemenin imkânsızlığına kani olmuş bir yazar
o. Shakespeare'in, onu markalaşmaya mahkum edersek ve böylece bulunduğu yere
sabitlersek öleceğini bildiğinden, metinde öldürüyor Shakespeare'i, defalarca.
Ve böylece yaşamaya devam ediyor Shakespeare, hak ettiği biçimde…
Yazarı müdafaa için: Shakespeare olsa onu bağışlardı.
Oyunun kahramanları
Shakespeare ve eşi Anne ya da sıradan bir William ve sıradan bir Anna, fark
etmez. Yeni bir biçimle, yeni bir şey söylemeye çabalayan bir metin bu. Daha
kısa yollar varken uzun olanı gösteren bir dili var; ya da belki amaç yolu
(hedefi) kaybettirmektir. Pourveur'ün dili amacını ifşa etmiyor. Biçim de
öylesine kendine özgü ki, kitabı okuyup bitirdikten sonra bile tamamlanmıyor
bir şeyler. Sayısız soru işareti ile kalıp düşünüyorsunuz bir süre. Ve yeniden
başlıyorsunuz sayfaları karıştırmaya.
Ne oyuncuya ne de
yönetmene direktifler vermiş yazar, ne de replikler yazmış. Çevirmen Şaban
Ol'un deyimiyle, 'dramatik an'lardan mürekkep bir oyun bu. Anlatının nerede ve
nasıl başlayıp biteceği, oyunun nasıl sahneleneceği, sahnede kaç oyuncunun yer
alacağı ve diğer unsurların kendilerine nasıl bir yer bulacağı tamamen yanıtsız
sorular olarak kalıyor metnin sonunda. Dolayısıyla oyunu izlemeden önce metnini
okumayı önemseyen bencileyin seyirci için, okuma eylemi bittiğinde merak
bitmiyor. Sahnede olacakları tahmin etmek hiçbir zaman mümkün değil; tiyatro
sonsuz olasılığa gebe. Ama bu oyunda sonsuz olasılıktan fazlası var; alışıldık
tiyatro yapma biçiminin reddiyesiyle birlikte gelen, yeni bir şeyler söyleme,
yeni bir sahne yaratma, yeni bir oyun zorunluluğu…
Söylemiş olmak için: Hayaller her zaman gerçekleşsin
diye kurulmaz.
İzmir'in az sayıdaki profesyonel tiyatro topluluklarından Tiyatro 4'ün, İzmir'in yeni ortak çalışma ve etkinlik alanı olan Originn'de
oynanan ilk oyununu izleme fırsatı buldum. Çağdaş yorumların, yeni bir
söz söylemenin peşinde olan Tiyatro 4'ün ruhuna fevkalade münasip olan 'Shakespeare Öldü. Aş Bunları.' Kağan Uluca rejisiyle sahneleniyor.
Oyun sürekli aynı
anda duruyor gibi. Ya da aynı anın etrafında dönüp duruyor gibi. Hep aynı
noktayı işaret edip duruyor gibi. Duruyor gibi, ama hareket de ediyor. İleriye
ya da geriye bir hareket değil bu, bir dönüş de değil aslında. Başka açılar,
başka pozisyonlar arayan bir hareket. Bu haliyle, aynı tarihin, aynı temanın, aynı sözlerin tekrar edip durmasıyla
Ravel'in
Boléro'suna
benziyor oyun. Hareketsizliğin de bir hareket olduğu, karanlığın da aydınlığa
hizmet ettiği bir reji ile, yeri ve zamanı iyi kullanan oyunculuklarla
desteklendiğinde akışa dönüşen ve parçaları birleştirmemize izin veren bir hal
alıyor. Kağan Uluca'nın şefliğinde, alışılmışın dışında bir orkestrasyonla yeni
bir
Boléro yorumu dinliyor gibi
oluyorsunuz oyunu izlerken…
Originn'in sağladığı
Stüdyo Sahne formatındaki mekân da bu oyuna, Kağan Uluca ve Derya Efe Uluca'nın
sahnedeki yalnızlıklarının üzerini örten ve bu yalnızlığı başka bir oyuna
dönüştüren bir güç veriyor. Kağan Uluca sahnede göz alan, sahnenin büyüsünü tek
başına yaratacak bir güçle parlayan bir oyuncu; onun yanında Derya Efe Uluca'yı
nispeten zayıf buldum, daha sakin, daha akışkan bir oyunculuk görmeyi tercih
ederdim kendi adıma. Yine de bunu bir kusur olarak işaret etmekten imtina
ederim, oyun her şeyiyle o kadar bambaşka ki, beni rahatsız eden şey, altı
kalınca çizilmiş bir oynama biçimi de olabilir.
Seyirciyi müdafaa için: Umduğunu bulamamak her zaman
hayal kırıklığı anlamına gelmez.
İzmir seyircisinin
aşina olmadığı türden bir oyun ve sahneleme biçimiyle karşı karşıyayız, yine de
yeni olana hevesli ve birlikte öğrenmeye, ilerlemeye açık bir seyirci grubunu
kendine çekmeyi başarıyor
Tiyatro 4.
Shakespeare
Öldü'nün de sabitlenmeye direnen, yaşayan ve sürekli değişip gelişecek
bir doğası var. Naçizane fikrim, onu anlamak ve sindirmek için birden fazla
kez, gelişimine tanık olmak ve katkıda bulunmak için ise belli aralıklarla
yeniden izlemiz gerektiğidir.
Müstakbel seyirciye not: Oyun bu sezon İzmir'de birkaç sahne arasında (Atölye AçıKapı, Originn ve Açık Sahne) dolaşacak ve bildiğim kadarıyla Şubat ayında bir İstanbul turnesi de olacak.
*İngilizce
orijinali: "If there be nothing new, but that which is/ Hath been before,
how are our brains beguil'd,/ Which, labouring for
invention, bear amiss/ The second burden of a former child!" Yazıda, Talat
Sait Halman çevirisi kullanılmıştır.