Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği
son filmi Ekşi Elmalar geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Filmi çok taze izlemiş
bir izleyici olarak spoiler vermek istemiyorum elbette ama, filmle ilgili
hissiyatımı da anlatmadan duramayacağım. Zira böyle bir film izledikten sonra
ardında bıraktığı onca duyguyu içime atamıyorum. Maalesef ağır geliyor. Bir
film eleştirisi yazabilecek yetkinlikte de olmadığım için kamera şöyleydi, ışık
böyleydi tadında cümleler de kurmayacağım, bende ne kaldıysa onu paylaşmak
isterim.
Hem ara verildiğinde, hem de film
bittiğinde ‘Aa, ne oluyoruz?’ dedim bir kere çünkü sonunu merak ettiğim bir
filmden ziyade, sonsuza kadar izleyebileceğim, dinleyebileceğim bir hikaye
anlatıyordu sanki biri. Sürekli kahkaha attıran ya da aralıksız
gözyaşlarına boğan bir kurgu değil, ‘orada bir köy var uzakta’daki köyü karşı
komşumuz yapan bir hikaye. Gitmesek de görmesek de bizim köyümüz orası belki
ama, gitmediğimize de görmediğimize de pişman eden cinsten bir hikaye. Bir yazar
ve yönetmenden bahsederken sürekli eski filmlerini son filmiyle kıyaslayıp
misal ‘Organize İşler gibi komik mi?’ diye sorandan rahatsız olurum ama Ekşi
Elmalar’ı izlerken Vizontele’deki belediye başkanının ‘Bir insan dünyanın en
güzel yerini sevmiyorsa orası dünyanın en güzel yeri değildir’ cümlesini her an
yanı başımda hissettim ve bunu hep aynı filmi izliyormuş gibi sıkılarak değil, ‘Nazmi
haklıymış’ diye düşünerek ve onu özleyerek yaptım.
Tabii bir de Yılmaz Erdoğan
cümleleri var. İzlemek isteyenlerin tadını kaçırmamak için teker teker
bahsetmek istemiyorum ama kelimeler yine öyle şahane bir araya gelmişti ki bir
tanesini bile kaçırmamak için içim titreyerek izledim. Özellikle Reis’in
konuşmalarından biri kafamda dönüp duruyor, her satırına bir
sayfa yazmak isterim spoiler verme korkum gittiğinde.
Kadroda en bayıldığım oyuncu Fatih
Artman, en az inandırıcı bulduğum ise Şükran Ovalı oldu. Fatih Artman’ın aşkına çok
inandım, gülüşüne de gözünden akan yaşa da kıyamadım. Aslında Şükran Ovalı’nın da karakteriyle ilgili bir problemim yoktu ve şu an dünyanın en yüzeysel yorumunu yapmak
üzere olabilirim. Fakat kurulan dünya ne kadar sahici olursa olsun, o
kadar düz kaşları olan bir insanın ıssız bir dağ köyünde yaşadığına inanmak zor.
Şükran Ovalı da beni bu yüzden inandıramadı.
‘Vizontele kadar güzel mi,
Organize İşler kadar komik mi, Neşeli Hayat’a benziyor mu?’ gibi soruları
kafanızdan atarak izlemenizi ve film bittiğinde aklınızda size benzemeyenle
ilgili bir pencere açılmış olmasını dilerim. Dünyanın en güzel penceresidir ve
manzarası her daim güzeldir. İyi seyirler.