Aylardır beklediğimiz ‘Nereden çıkacak bu Poyraz?’ sorusunun cevabıyla bu akşam
itibariyle karşılaştık. Yazacak çok satır, değinecek çok nokta var ama nereden başlasam bilemiyorum. O
nedenle öncelikle ‘Hoş geldin Mümtaz amirim!’ diye bağırmak istiyorum. (Allah belanı versin, lafın açılmışken.)
Ethem Özışık’ın aklına çok saygı duyuyorum. Bütün bir yazı aralarında Poyraz’ın ölmediğini bilen tek bir
kişi olduğunu düşünerek geçirdim. Adayım da Bahri’ydi aslında ama geçen bölüm öyle olmadığını anladık. Mümtaz tabii ki hiç aklıma gelmedi zira Murat Daltaban bu sezon Dot dışında neler yapacak, onu
bile bilmiyordum. Ama geçen bütün bir
sezon boyunca gözlerimiz kendisini, kulaklarımız ‘Emniyet amiriyim ulan ben!’ çığlıklarını aramışken, birdenbire bir
fragmanla karşımıza çıkması, ne diyeyim, hoş sürpriz oldu.
Orta Doğu ayağınıza geldi.
Lakin canımı sıkan noktalar var. İstihbarat mevzusu
hoşuma gitmedi. Heyecanla beklediğim twist hikâyesinin MİT ve terör odaklı olması hiç hoşuma gitmedi. Daha açık söylemek
gerekirse, Poyraz Karayel’in sıra dışı senaryosunun
bu kadar gündem merkezli olmasını garip karşıladım, düpedüz yadırgadım hatta. Fazlasıyla naif ve duygu dolu
olan dizi evreninin günümüz sıkıntılarıyla böylesine içli dışlı olması keyfimi kaçırdı. Daha yaratıcı ve
dolayısıyla şaşırtıcı eylemler bekliyordum. Bu nedenle geçen bölümün üzerine büyük hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmek zorundayım.
Edward Said hıçkırarak ağlıyor.
Yaşanan her şeyi duymaya, üstüne üstlük
dinlemeye ve bir fikir sahibi olmaya mecbur bırakıldığımız bugünlerde, Poyraz
Karayel inceliğinin böyle keskin dönüşlere yenik düşmemesini tercih
ederdim. Çünkü korkularımız ve dert hiyerarşilerimiz değişirken, yani
bireysel mutsuzluklarımız kolektif travmalara evrilirken, tutunacak samimi -şeyler- arayışımız her geçen gün artıyor. Bu psikolojik çöküşlere neden olan tüm yaşananların özel hayatlarımıza bu kadar yansıması, neresinden tutarsak
tutalım elimizde kalıyor aslında. Gün gelecek
sevecek, sevinecek hiçbir şeyimiz kalmayacak,
ona da yaşamak denmeyecek mesela. (Ama Poyraz’ın dediği gibi, ne olursa olsun
yaşamanın bir yolunu bulmamız lazım.)
Kusura bakmayın, ben bu izbede ölemeyecek kadar aşık
bir adamım.
Toplu inkârdan bahsetmiyorum fakat
elimizdeki her güzel şeyin yavaş yavaş gündeme çekilmesinden de hoşlanmıyorum. Başka türlüsü de mümkündü diye düşünüp, fonda oryantalizm esintili
müziklerle gösterilen Suriye-Irak mevzusunun uzatılmamasını temenni ederken bölüm sonunda otobüste patlayan bir canlı bomba görüyoruz. Üstelik içinde İsa var. Bilemiyorum Altan, gerçekten. Gerekli miydi bu kadar terör ajitasyonu? (Öyle
hassas bir konu ki, ajitasyon kelimesi yanlış anlaşılır mı diye uzun süre düşündüm fakat
bir alternatif bulamadım.) Kurtlar Vadisi
mi izliyoruz yahu? Acaba bu paralelizmle alakalı olarak, diziyi izleyen Orta
Doğu halkı ne düşünüyor? İstemsizce merak ettim.
Yazı devam ediyor..