Ben, Daniel Blake: Sistemin Çarkları Arasında Ezilmek

Ben, Daniel Blake: Sistemin Çarkları Arasında Ezilmek
"Daniel'ın sivil itaatsizlik eylemi"
Ken Loach’u nasıl bilirsiniz? Sadece İngiltere’nin değil dünyanı en saygın yönetmenlerinden, yumruğu sıkı bir sosyalist, kendisi de işçi sınıfı bir aileden gelen ve her zaman işçilerin, yoksulların, ötekilerin, devrimin sesi, soluğu olmuş, bunu yaparken sinema sanatının gereklerinden asla ödün vermemiş, boş sloganların peşinde değil gerçeklerin yanında olmuş onurlu bir sinema emekçisidir Ken Loach. Filmografisinde sayısız film olan, Land and Freedom (1995), My Name is Joe (1998), The Wind That Shakes the Barley (2006) gibi eserleriyle hafızalarımıza kazınmış, tüm sinemaseverlerin gözünde ölümsüzlük mertebesine erişmiş 80 yaşında koca bir çınar. Büyük usta sinemayı bırakmaya karar verip hepimizi üzmüşken bundan vazgeçti neyse ki ve bu yıl Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanan yeni filmi I, Daniel Blake / Ben, Daniel Blake ile tekrar aramıza döndü. Cannes’da kazandığı büyük ödülden sonra da nihayet 15. Filmekimi’nde sevenleriyle buluştu.


"Yeniden aile olmak"

Orta yaşlarını geride bırakmış bir marangoz olan Daniel Blake geçirdiği kalp krizinden sonra çalışmayı bırakmak, daha doğrusu doktoru işe dönmesine izin verene kadar ara vermek zorunda kalmıştır. Eşini kaybetmiş yalnız bir adamdır Daniel. Etrafında sadece çok da sık görüşmediğini anladığımız iş arkadaşları ve yan dairede oturan genç komşuları vardır. Çalışamadığı ve başka da bir geliri olmadığı için devletten iş göremediğine dair bir rapor alması ve bu raporla sağlanacak maaşı elde etmesi gerekir Daniel’ın. Filmin hikâyesi bu kadar basittir işte, gayet sıradan, hepimizin başına gelebilecek talihsiz bir duruma düşmüştür kahramanımız. Hayatını beden gücüyle kazanan bir emekçidir, bir zanaatkardır ve modern dünyanın sağladığı teknolojik gelişmeye ayak uyduramaz. 40 yıllık meslek hayatında hiç ihtiyacı olmamıştır buna çünkü. Oysa o hayatını sessiz sedasız kazanırken her şey değişmiştir. Dünyamız dijital hale gelmiştir, her iş bilgisayarların yapabileceği kıvamdadır artık ve hepsi “online” yani internet dünyasının bir parçasıdır. Daniel Blake buna nasıl ayak uyduracağını bilemez. Ancak asıl büyük problem her şey makineleşmiş, yani sözde kolaylaşmışken bürokrasi çarklarının hala çok yavaş çalışmasıdır. Bir düğmeye basıp çıktı almak varken oradan oraya koşturulan zor durumdaki insanlar, azıcık anlayışlı davranmak ve sıkıntıları büyümeden çözmek varken kurallara körü körüne bağlı kalmaya çalışarak yokuşa sürülen işler vardır her yerde. Daniel durumu kabullenmez, didişir bu sistemle, sorgular, karşı çıkar, hatta kavga çıkarır. Bir yandan bu dertlerle uğraşırken genç bir bekar anne ve iki çocuğuyla tanışır; onlar da sistemin dışına itilmek istenen, kaymağını yiyemediği gibi dibini bile sıyıramayan yoksul insanlardır. Daniel’ın yalnız dünyasını aydınlatırlar, onlara destek olmak, azıcık aşını bölüşmek iyi gelir, yoldaşlık ederler birbirlerine. Birlikte devam ettirdikleri direniş bir noktada sekteye uğrar, herkesin kalbi kırıktır artık taşıdıkları yükler yüzünden. Ancak çok geçmez, yine el ele verirler ve filmin yokuş aşağı yuvarlanarak yol aldığı finale kadar da ayrılmazlar bir daha.


"Sisteme karşı duranlar"

Ben, Daniel Blake’i izleyince hiç yabancılık çekmeyeceksiniz. Filmin anlattığı şeyler çoğumuzun hayatlarının parçası haline geldi maalesef. Yok, eğer hala gelmediyse de Yeşilçam melodramlarını anımsayacaksınız. Yoksulluktan, yoksunluktan, çaresizlikten bir türlü kurtulamayan, çırpındıkça batan kahramanları izledik hepimiz çokça.

Ken Loach Daniel Blake’in öyküsünü seyirciye aktarırken umuda hiç yer bırakmamış. Kara mizahla süslü, yer yer güldüğümüz sahneler olsa da geçen her dakika daha koyu bir karanlığa, daha büyük bir açmaza gömüyor bizi. Birçok yerde yumruğumuzu sıkıyoruz, isyan edip bağırasımız geliyor hatta. Perdede gördüklerimize kayıtsız kalmak mümkün değil. Bu noktada filme yapabileceğimiz eleştiri ajitasyonun eline çok fazla düşmesi olabilir. İzlediğimiz şeylerin hayatın gerçekleri olduğu çok açık. Ancak durum o kadar trajik, bu trajediye karşın karşımızdaki insanlar o kadar iyi, o kadar masum ve hatasızlar ki filmin gerçeklik duygusundan kopup onlar için duyduğumuz üzüntüye hapsoluyoruz bir noktadan sonra.


"Yoldaşlık"

Filmin Altın Palmiye alması hakkında tartışmalar yaşandı Cannes’da. Sinemasal anlamda daha değerli bulunabilecek filmler varken tercihin Ben, Daniel Blake’ten yana kullanılması eleştirildi. İzledikten sonra ben de bu düşüncelere katıldım kendi adıma. Üstelik sanatın hiçbir dalının, hele ki sinemanın toplumsal sorunları dert edinmek, seyirciye “bir şeyler vermek”, mesele sahibi olmak zorunda olmadığına inanıyorum. Sanat tüm bunlardan bağımsız. Bu kaygı bir sorumluluk duygusundan değil bir tercihten kaynaklanabilir ancak kanımca. Peki, bu düşünceme rağmen neden Ken Loach’u ve sinemasını çok seviyorum? Çünkü Loach meselesini ve mücadelesini perdeye aktarırken sinema duygusu dediğimiz o şeyden asla vazgeçmiyor. Sanatını boş sloganlara kurban etmiyor. Derdini aktarırken iyi bir sinema filmi izlemekten hiç mahrum bırakmıyor bizi. Hep susar olduk. İstemesek de. O başlıkta adı geçen “sistem” mahkûm etti bizi bu suskunluğa. Ken Loach hepimiz susarken ses oluyor, bildiğini söylemekten hiç vazgeçmiyor. Sevmeyip de ne yapalım? Daha uzun yıllar sağlıklı yaşasın, üretmeye, sesimiz olmaya devam etsin dilerim. Ben, Daniel Blake’i mutlaka izleyin. Çünkü galiba artık hepimiz Daniel Blake’iz. İyi seyirler...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER