Hayat Şarkısı: Hülya neden böyle? Hülya derdini söyle...*

Hayat Şarkısı: Hülya neden böyle? Hülya derdini söyle...*
“Hüülya, neden böyle, Hüülya, derdini söyle, Hüülya...” Neden arabeske bağlamayayım a dostlar? Ya da şuradan gireyim, “Dertler derya olmuş ben de bir sandal devrilip batmışım boğulmuşum ben.” (Evet bir gün buradan girecektim. ^.^ Ve evet okurken melodisiyle okuyun lütfen.) Hülya, ne yaptın sen yahu? Çocuk kaçırmak nedir, bir de kaza yaptın mı yapmadın mı bilmiyoruz. Küçük Memo ve senin o arabada kaza yapmış olma ihtimalinizi düşünmek bile istemiyorum. Hem, yalnız mısın sen? Çaresiz misin sen? Akılsız mısın sen?

Arkanda Bayram Bey ve Mahir varken, Kerim ve Hüseyin varken, hangi çılgın gelip senden Memo’yu alabilir? Hele bir toplasan kafayı, senden korksun o Filiz zaten. Kerim’in seni sevmediği, ablanla hiç konuşmadığın, hayatta kimsesiz ve yalnız olduğun zamanlar geçti. O zaman bile bu kadar çaresiz hissetmemiştin. Sen kendi ellerinle sıfırdan bir aile yarattın kendine. Şimdi onların biriciğini de alıp, aileni arkanda bırakıp kaçmak da nedir?  

Eve tebligatla birlikte bomba düştü resmen. Hülya’nın beyni dondu, aklı tutuldu. Zeynep ilk kez bir işe yaradı bu sefer. Hülya donmuş kalmış iken, yarım yamalak anladığı hikâyeden yaptığı çıkarımı ortaya atıverdi. Hülya’yı o an bir Zeynep anladı, o da yanlış anladı. ^.^ Ama bu durum Hülya ve Kerim’in çok işine yaradı. Gerçi Kerim hiç sahip olmadığı gayrimeşru çocuğu yüzünden bayağı bir azar ve fırça yedi ama olsun. Memo’nun evden gitme ihtimali ile yaşayan Hülya kadar tehlikeli bir de Süheyla Hanım var. Pompalı tüfekle indiriverir Filiz’i, kimse elinden alamaz. ^.^ Burada Bade’nin “Çok üzülmedin değil mi?” diye empati yaptırmaya çalışmasına ayrı güldüm. Hala da, vukuat çıkınca hiçbir yerlere gitmedi, yolundan döndü resmen.



Siz giderken, Bayram Bey dönüyordu çocuklar. Kerim, Hüseyin size diyorum. Yok dil altı mı versek, yok sakinleştirici mi versek, yok sen söylesen de ben sonradan mı gelsem. Nasıl da kıvranıyorsunuz daha yoldasınız. Bayram Bey ise takım elbisesini giymiş, çoktan aramanızı bekliyor. Hatta kapıdan girerken yiyeceğiniz yemeğin siparişini bile verdi. Siz de vazo kırmış iki çocuk gibi oturun orada. Siz kıvrandıkça ben güldüm. Bilmezden gelen Bayram Bey’e anlatılması gerçekten zor bir hikâyeyi anlatmaya çalışmak. Keşke biraz daha kıvrandırsaydı diye geçti içimden, sadece kendi zevkim için.

Gerçekten başka bebeklerle mi karıştınız siz, ya da 30 senelik hayatınızda Bayram Bey’den hiç mi bir şey öğrenmediniz? Ben her bölüm onun ağzının içine bakıyorum, acaba bir şey kapar mıyım diye. Siz hiç mi bir şey kapmadınız, tanımadınız babanızı ona şaşarım. “Saf mısınız nesiniz anlamadım ki, hadi gidin hacetinizi görün.” Ama neymiş baba ile evlat arasında küslük olmazmış, en zor durumda kalınca yine babaya koşulurmuş. 

Hadi diyorum kendimi Filiz’in yerine koyayım. Sonuçta Memo’yu o doğurdu, herkes hata yapar falan filan. Biz kimleri affetmedik ki bunu affetmeyeceğiz. Gözümün önüne Memo’nun doğumunda ıkınırken, kaç yüz bin Euro istediği geliyor. Bebeği kapının önüne bırakıp kaçması geliyor. Aslında derdinin Memo değil de Kerim olduğu geliyor. Parası olmasaydı, ablasından aldığı gaz olmasaydı, belki çoktan Memo’yu unutup gitmiş olacağı aklıma geliyor. Tamam, Hülya da onu bir hastaneye kapatmıştı binbir yalanla ama bu tespitlerimi değiştirmez. Hülya öyle mi, yoktan var etti o aileyi. Daha 8 yaşındayken bile iki küçük çocuğu anne baba dayağından kurtarmak için sahiplenmiş, onlara yuva bulmaya çalışan, büyüyünce ben size bakarım diyen minik Hülya’nın yüreği varken, olmuyor Filiz, olmuyor.


Yazı devam ediyor.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER