"Hayatım içimden geçen cümleler içinde geçti" demiş Murathan Mungan.
Kiralık Aşk'ı izlerken de benim içimden cümleler geçti hep. Bizi ekran başına kitleyen bu hikaye bir "oyun"la doğdu, sonra gerçek oldu; ve benim içimden geçen cümleler, ilk günden beri o oyunu da gerçeği de bilip bilmediği muamma kalan Ömer İplikçi'ye yapıştı kaldı. Dile kolay, tam 47 adımı geride kaldı bu oyunun, süresi doldu, geçerliliği kuvvetle muhtemel sona yaklaştı, ve bu 47. etabın sonunda belki her zamankinden daha çok sorar oldu şu soruyu onu izleyenler: Ömer, biliyor muydu? Ne biliyordu? Ne kadar biliyordu? Defne'nin kabuslarındaki gibi - veya o kabuslardakinin aksine - neyin ne kadar oyun, neyin ise ne kadar gerçek olduğunu ayırt edebiliyor muydu?
Hayali bir evrende, Defne'nin bahsettiği gibi bir paralel evrende mesela, Ömer'in oyunu - tüm detaylarıyla değilse de, Defne'nin hayatına bu oyunla girmiş olduğu kısmını - bildiğini düşünürüm hep... Aklımın ikinci beyaz ekranında hep o kanal açıktır, ve ben gel zaman git zaman kendimi, onun başına oturmaktan geri duramaz halde bulurum. Bu düşüncem ilgiden, bilgiden, gerçeklerden, tahminlerden, veya işin arkasındaki akıldan veya matematikten bağımsızdır. Hatta işin içine dahil edilecek olduğunda, matematiğim bana olasılığının düşük olduğunu da söyemektedir. Asla iddia etmem, ama bizzat hayal ederim. Hayal etmenin dayanılmaz hafifliği içinde, izlediğimiz bütün Ömer'ler, duymadığımız bir sürü Ömer'le birleşir kafamda... Aklını okuyamam belki, ama okuyabilseydim neler düşünebileceğini tasavuur eder dururum.
İşte birazdan okuyacaklarınız, böyle çıktı... Bir kitap cümlesi, bir roman alıntısı, bir şiir dizesi geldi, iki tırnak arasına girdi; ve benim kafamda bir yerlerde, bir Ömer'in günlerden bir gün söylemiş olabileceği bambaşka sözlerle birleşti. Bizim gördüğümüz Ömer İplikçi pek çoğunda çok sessizdi; ama kafamdaki Ömer İplikçi'nin hayatı oralarda, içinden geçen cümleler içinde geçmekteydi...