Görücüye ilk olarak 35. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde galasını yaparak çıkan yeni Zeki Demirkubuz filmi Kor yarın da seyirciyle buluşmak üzere gösterime giriyor. Pek beğenilmeyen bir önceki filmi Bulantı’dan önce çekilmesi planlanan ancak teknik sebepler yüzünden geciken Kor’un merakla bekleyenleri neler düşünecek acaba izleyince; biz de nefesimizi tuttuk bekliyoruz.
Yeraltı’ndan sonra sinemasının düşüşe geçtiği, kendini tekrar ederek kendisinin gerisine düştüğü söyleniyor Zeki Demirkubuz’un. Yönetmenlik becerisine ancak şapka çıkarabileceğimiz, ülke sinemasına çok değerli filmler kazandıran usta filmlerinin imzası gibi olan “Zeki Demirkubuz ruhu” nu kaybetmiş gibi görünüyor gerçekten de. Başka ufuklara yelken açmanın, yeni yollarda yürümenin habercisi olsun inşallah diyelim biz buna.

Mutluluk mümkün mü?
Bulantı’da kamerasını çevirdiği üst-orta sınıf, kentli hayatlardan sonra Kor’da yeniden işçi sınıfına, tek göz odalı evlere, zor hayatlara dönmüş Demirkubuz. Konfeksiyon işçisi, şimdilerde çocuğuna bakmak için evinde dikiş diken Emine kocasının Romanya’ya çalışmaya gidip dönmemesiyle tek başına kalmış bir kadın. Üstelik çocuğu hasta. Kendi başına debelenen Emine’nin yardımına kocası Cemal’in eski patronu Ziya koşuyor. Çocuk iyileşiyor, Emine tekrar çalışmaya başlıyor. Patron Ziya ile işçi Emine arasında bir ilişki başlıyor bu arada. Ama işte, mutluluk günlük hayatımızın parçası değil; Cemal birden çıkageliyor ve her şey daha da içinden çıkılmaz hale geliyor.
Susmanın şiddeti
Kor’un konusu böyle kısaca. Gerisi perdeye üç kişilik ilişkiler insanları nasıl “kor” gibi yakar onu yansıtıyor. Hoş, kısaca dedik ama çok da kısaca değil aslında. Film 145 dakika. Hikâyesi kötü değil asla, ama hikâyenin anlatılacağı süre de bu kadar uzun değil. Kor, yüzleşmelerin, hesaplaşmaların ve kabullenmenin filmi. Filmin ana karakterlerinin hepsi de altından kalkamayacakları yüklerle sınanıyor. Kolay olmaz tabii, çabuk da geçmez o korun sıcaklığı. Ancak o uzun düşünme halleri, bakışmalar, kapı aralarından gördüğümüz, camlardan yansıyan vicdan muhasebeleri sağlam diyaloglarla beslenmeyince sadece uzun olduklarıyla kalmışlar maalesef. Görüntü yönetimine, Demirkubuz’un alamet-i farikası renklere, ışıklara açılara itirazımız yok elbet. Zaten filmi güçlü kılabilecek yegâne şeyler de bu yönetmenlik başarıları.

İyi patron
Sınıfsal sorunlara, işçilere, patronlara, evlilik kurumuna, ikiyüzlü ahlak anlayışımıza, gözümüzün önünde yaşandığı halde umursamadığımız, önemsiz bulduğumuz hayatlara dair söylenecek sözleri var Kor’un. Acı acı da söylüyor sözünü hatta. Oysa tercihlerini, seçimlerini anlatmakta zorlanan karakterler bizi bu hallerinin içine sokamıyorlar maalesef, empati kuramıyoruz. Kor istemeyerek de olsa bir duvar örüyor seyirciyle arasına. Filmin en iyi yazılmış ve tüm söylemek istediklerinin vücut bulmuş hali olan Selahattin karakterine özellikle bakmak gerek. İştar Gökseven’in müthiş oyunculuğuyla hayat bulan Selahattin, o koru sıcaklığına rağmen elinde tutup açık yüreklilikle hem diğer karakterlere hem de seyirciye gösteriyor; alın bakın derdimiz budur diyerek.
Uzun süresine ve aksaklıklarına rağmen Kor sinemaları kuşatan çoğu filmden fersah fersah ötede elbette. Yenildik diyemeyiz, en çok berabere kalmışızdır yani, önümüzdeki maçlara bakacağız. Kor yakmayacak belki, ama sıcağını hissedeceksiniz. İyi seyirler.