“Lolo”ya dönersek, filmlerindeki olayların, kolaylıkla gerçek
hayatta da yaşanabilecek şeyler olduğunu söyleyen Delpy, oğlunun yaptıklarının son derece çocukça olduğunu
ama olayları elinden geldiğince gerçekçi tutmaya çalıştığını belirtiyor. Komedi
yazmanın, dramdan daha zor olduğu söylendiğinde, karakter komedisi yazmaya daha
yatkın olduğunu belirten Delpy, bir tek “tuvalet şakaları”na katlanamadığını
söylüyor. Seks şakalarına, fiziksel komediye her zaman güldüğünü ama filmlerde,
en kibar haliyle “dışkı” konulu şakalar olduğunda, donuk donuk ekrana baktığını
ve bunu asla komik bulmadığını belirtiyor.
20 senedir Los Angeles’da yaşayan Delpy, Fransa’da bağımsız
filmlere daha büyük destek verildiğini ve birçok kuruluşun yardımıyla istediği
filmleri yapmanın, Amerika’nın stüdyo sistemine nazaran çok daha kolay olduğunu
anlatıyor. Fransa’nın En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı “Mustang” gibi
filmlerin de devlet desteğiyle çekildiğini söyleyen Delpy, Canal Plus, France
Television gibi kuruluşların sürekli bağımsız filmleri desteklediğini belirtiyor.
Amerikalıların altyazı nefretinden daha önce biraz
bahsetmiştim. Bu film de baştan sona Fransızca, yani İngilizce altyazılı. Arada
oflayan poflayan olsa da, kalabalığın çoğunluğunun filmi severek izlediğini gözlemledim.
Söyleşide seyircilerden biri, ana dili olan Fransızca dışında, İngilizceye de
son derece hakim Delpy’ye, altyazı sürecini denetleyip denetlemediğini ve
seyirci olarak, filmin ana dilini anlayamamamızın bize neler kaybettirdiğini
sordu. Gayet yerinde bir soru. O anda sahneye fırlayıp, yıllardır Türkiye’de ne
zor koşullarda film/dizi izlediğimizi, İngilizce her küfrü “lanet olsun”
zannettiğimizi anlatmak, Julie’yle dertleşmek istedim, zira kendisi de bizim
gibi altyazıyla büyümüş, ama tabii ki olay çıkarmadım.
“Çeviriler genellikle, diyalogların genel anlamını vermeye
çalışır. Oysa ki filmde, kadınların kendi aralarında yaptığı şakalar,
gördüğünüzden daha latifeli ve eğlenceli. Kelime oyunlarını çeviride aynen
açıklamanız ya da Fransızca halinin bire bir tercümesini çeviriye sığdırmanız
mümkün değil. Çok fazla açıklama yapmanız gerek. Kısacası, çeviride kelime
oyunlarını ve şakaların inceliğini kaybediyoruz.”
Dublajdan ne kadar nefret ettiğini uzun süre anlatan Delpy,
kendi filmlerini dublajlı izlemeye katlanamadığını söylüyor. Filmin
dağıtımcılarının, çevirileri kendisinin yapmasına izin vermediğini söyleyen
Delpy, çevirileri hususi olarak, film
çıkmadan 48 saat önce gönderdiklerini ve kısıtlı zamanda çok fazla değişiklik
yapmanın mümkün olmadığını anlatıyor. Bazı konularda taviz vermenin gerekli
olduğunun altını çizen yönetmen, “bu sektörde film yapan insanlar olarak, her
savaşı kazanamıyorsunuz” diyerek mesajını da veriyor.
Diğer filmlerinde, müzikleri bile kendisinin yapmak zorunda
olduğunu anlatan Delpy, filmin montajını bedava yaptıktan sonra,
dağıtımcıların, müzisyen yönünü keşfettiklerinde, müziği de bedava yapmasını
istediklerini gülerek anlatıyor. “Film yapan bir kadın olarak, bana bedava iş
verdikleri için bile şükretmeliyim.” Sarkazmine kurban. Ne var ki, bu filmde
isyan edip, genç bir müzisyeni işe alan Delpy, asistanı bile olmadığını ve yeni
amacının, görev dağılımı yapmayı becerebilmek olduğunu söylüyor.
Senaryoda en çok diyaloğa önem verdiğini söyleyen yönetmen,
yazarken hikayeden de önce, karakterleri ve diyalogları düşündüğünü belirtiyor.
“Eğer iyi çizilmiş bir karakter, akıllıca yazılmış diyalog yoksa, benim oyuncu
olarak, kötü diyaloğu iyi hale getirmem mümkün değil. O yüzden, oyunculardan
iyi bir performans almak istiyorsam, iyi diyalog yazmam gerektiğini çok erken
yaşta öğrendim. “ Richard Linklater’ın “Before Sunrise” filminde, Ethan Hawke
ile kendisine bazı sahneleri baştan yazdırdığını söyleyen Delpy, bu sayede
filmin çok daha inandırıcı hale geldiğini söylüyor.
“Lolo”daki Violet karakterinin, oğlunu yetiştirirken bir
şeyleri kesinlikle yanlış yaptığını ama bunu kötü niyetle değil, sevgisinden
yaptığını anlatıyor Delpy, zira Lolo, elinden geleni ardına koymayan ve
annesinin her erkek arkadaşını kaçıran bir karakter. Bununla alakalı olarak,
sosyopat ve narsistlerden konu açıldığında, özellikle narsistlerin böyle
doğduğunu, karakterleri geliştikçe de zıvanadan çıktıklarını belirten Delpy, bu
gibi insanların son derece sevimli görünmelerinin durumu daha da tehlikeli hale
getirdiğini anlatıyor. Anne babaların, çocuklarının bu tip şeyler
yapabileceğine asla inanmak istemediklerini söyleyen yönetmen, filmde de
Violet’ın işler son raddeye gelene kadar durumu ciddiye almadığına dikkat
çekiyor.
Söyleşinin sonunda, ayak üstü Trump’ın da ne kadar narsist
olduğundan bahseden Delpy’ye “Lolo”yla başarılar diliyor, ünlü yazar/yönetmenin
yeni filmlerini sabırsızlıkla bekliyoruz.