İçimde
engel olamadığım, üşengeçliğimden bile büyük bir yazma ihtiyacı var. Bir yandan
da elim yazmaya gitmiyor. Çünkü söz uçar yazı kalır misali sanki yazdıkça
üzüldüğüm şeyler daha da belirginleşecek de düzelme ihtimali iyice azalacak
gibi bir korku duyuyorum. Ama bu sefer yazma isteğime ne üşengeçliğim, ne de
görmezden gelmeye çalıştığım olumsuzluğu bir kez daha ifade edip kendi adıma
iyice ete kemiğe büründürecek olma korkum mani olamıyor.
Çok
sevdiğim kişilere ait kusurları fark ettiğimde kendimi susturup kandırabildiğim
yere kadar görmezden gelmeye çalışan, ikna olmak için bahaneler arayan bir yapım
var; diğer kişilere karşı olan realist ve oldukça net tavrımın aksine.
Ama ilk defa, mazimin 37 bölümden ibaret olduğu, konuşup sorunları çözebileceğim
bir insan olmayı bırakın hiçbir noktada kontrolünü elimde tutmadığım, "iyisi
mi biz onu son tüketici diyelim" etiketi aldığım bir diziye (ürüne) karşı
bu denli gönül bağı kurup yukarıda bahsettiğim duygular içerisine giriyorum.
Ne
mi yaptırıyor bu bağ bana? Mesela kişisel olarak asla tekrar izlenmeyecekler
listeme 26. bölümden sonra ikinci kez eklediğim geçen bölümü, Oya Doğan beğendi diye
seviniyorum. Dün, RaniniTV'de Meral Hanım'ın yazısını okuduktan
sonra -birçok noktada katıldığım halde- ciddi ciddi
üzülüyorum. Kızdığım bölümlerden sonra aksi görüşteki mantıklı yorumlarını
okuyup ikna olmak ya da o konuda başkalarından daha fazla hassasiyetim olduğu
için ikna olamayacağımı bildiğim zamanlarda en azından gelecek bölümü ağzımdaki
kekremsi tadı azaltmış olarak izlemek için Virgo'nun yazısını merakla
bekliyorum. Hiç olmadı takip ettiğim ve Polyanna dediğim arkadaşlarımın
yorumlarını okuyorum.
Bu
bölümden sonra da birileri olumlu yorumlar yapsın da kendimi zorla da olsa
onlara inandırayım istedim. En azından abartıyorsun diyip kaçıp giden şevkimi
ucundan kıyısından da olsa geri getirmeye çalışmak istiyordum, çok da ikna
olamayacağımı artık kendimi kandıramadığım noktada olduğumu bilmeme rağmen.
Zaten öyle yorumlar çok da yok. Buralar hep yangın yeri tozdan dumandan önümü
göremiyorum, birçoğumuz da aynı durumdayız, duman altında kaldık anlayacağınız.
Öyle ki gözümüzü açıp son sahnedeki Defne ile Ömer'e sevinemiyoruz.
Ama
beni bölümde yaşanan anlamlandıramadığım olaylardan daha çok üzen ve artık
düzelmeyecek galiba korkusu uyandıran şey tepkilerimizin dikkate alınıp nedenin
sorgulanmadığı; yani genelin beklentilerinin, rahatsızlıklarının tam olarak
anlaşılmadığı düşüncesi. Kiralık Aşk'a güneş dersem eğer, bu güneşin bulutların
arasına saklandığı değil de batacağı korkusu bendeki. Bir son tüketici olarak
uzaktan kumanda ile rahatça değiştirebileceğim bir diziyi, değiştirmemek için
çaba harcıyorum evet. Ve evet bence de istemeden son tüketici olmanın biraz
ötesine geçmişim, inanın ben de kendime kızıyorum.
Ama
merak ettiğim bir konu var. Duygusal hiçbir bağ taşımayan salt son tüketici
olsak bile karşılaşmamız gereken tavır ürün hakkında hiçbir şekilde dikkate
alınmamayı mı gerektirirdi? Ya da tüketicimiz ne alemde diyerek hedef kitlenin
her kesimine hitap eden araştırmalar yapılmamalı mı? Bence yapılmalı, çünkü tüm
bunlar bu kalitenin devamlılığını sağlar. Mesela üç farklı çikolata ürünü
üzerinden düşünelim. Siz Çokonat üretiyorsunuz. "Bunun içinde neden
karamel de yok?" diyenler "Çünkü bu Albeni değil." cevabını alıp
pek tabii dikkate alınmaz. Ama Çokonat'a talip olan tüketicinin sürekli artan bir
kesimi "Fındık miktarı niye giderek azalıyor, galiba kullandığınız fındığı
da biraz bayat kullanıyorsunuz artık eski tadı bi türlü alamıyorum" veya "neden
sütlü çikolatasının tadı değişip bitter oranı giderek artıyor?" dediğinde
de mi, dikkate alınmaz son tüketici?
Evet, gofreti ve çikolatası olmazsa olmaz
ama onu Çokonat yapıp çikolatalı gofretten ayıran özelliği fındığı. Bu örneği
gerçeğe tatbik ettiğimizde fındığın kimi temsil ettiği bence açık ama yine de
söyleyeyim zira son zamanlarda bir karışıklık olmuş olabilir. Buradaki fındık
Defne ve Ömer. Evet ne yazık ki Defne ve Ömer sahneleri giderek azalıyor. Ve
ben yönetmenden mi, oyuncudan mı, senaryodan mı kaynaklandığını tam olarak
anlayamadığım bir şekilde o sahnelerden de eski tadı alamıyorum. Defne ve Ömer
için sizin şekillendirdiğiniz karakterler olduğunu biliyorum ve şimdiye kadar
da bunun bilinciyle izledim. Defneden Yasemin kadar dişi olmasını beklemiyorum
mesela ne kıyafet ne de tavır olarak. Ya da Ömer'den gözü hiçbir şeyi görmeyen
mantığını tamamen arka cebine koymuşçasına aşık tavırlar da beklemiyorum.
Ama
bu bölüm doğru düzgün yan yana gelmemeleri yeterince can sıkıcı değilmiş gibi
Ömer ile Defne arabada giderken Ömer'in neden o denli soğuk olduğunu
anlamıyorum. Çünkü kafamdaki Ömer o an bulunduğu bağlamda böyle olmazdı. Evet,
bu benim kafamdaki Ömer ama bunu da siz yerleştirdiniz oraya. Küçük
farklılıklar olabilir ama temelde benim kafamdaki Ömer de sizin Ömer'inizden çok
da ayrı değildi. Niye son zamanlarda kafamızdakiler bu kadar çelişiyor? Bir son
tüketici olarak olanlar bu açıdan bakınca "Defne ve Ömer silikleştirilmeye
mi çalışılıyor?" sorusunu akla getiriyor. Evet, bence de çok saçma olurdu
böyle bir çaba içinde olmanız ama o zaman neden sadece bir, iki kişi değil
birçok kişi bu hisse kapılıyor?
Bahsettiğim şey bizim istediklerimiz bunlar ve
bunlar şöyle şöyle olacak hadsizliğinde değil, anlayın lütfen. Senarist Alican Yaraş bir
röportajında "Başlangıçta sen de başkaları gibi bir hikayeyi ve onun
karakterlerini tanımaya başlıyorsun. Öyle bir noktaya geliyor ki, herkesten
fazla düşündüğün ve konsantre olduğun için aynı araba kullanmak gibi bir
noktadan sonra tek başına kullanabilir hale geliyorsun. O noktada yeni bir
süreç başlıyor. Meseleye hakimsin, gittikçe ustalaşıyorsun. Fakat belli bir
bölüm sayısı geçtikten sonra çok içeriden bakmaya başlıyorsun. Artık sadece
arabanın içerisindesin ve dışarıyı göremiyorsun.... "* demişti. Belki
onun da dediği gibi bu kadar içinde olduğunuz için Kiralık Aşk, sürekli bi
arada olduğunuzdan dolayı kilo aldığını fark edemediğiniz çocuğunuz gibidir de
ne kadar severse sevsin sizin kadar içeriden bir göz olamayacak -ve belki de bu
yüzden dinlenmesi gereken- seyirci bazı şeyleri fark ediyordur.
Ve
evet, yine bence de herkesi mutlu etmek imkansız ama eğer bir şey üretiyorsanız
hedef kitleye dair belirli aralıklarla memnuniyet kontrolü yapılmaz mı? Belki
rating sistemi temelde buna hizmet etmeli ama sizlerin benden çok daha iyi
bildiği gibi o sistem eksik ve geride kalmış, ki orası da eskisi kadar iyi
sonuçlar vermiyor. Günümüzde sosyal medya denilen ve tepkilerin çok daha hızlı
gözlemlenebildiği mecralar var malum. Evet, burası da tek başına eksik ve belki
de fazlasıyla hissi ama tamamen boş mu? Ya da selfieler, bazı videolar ile
geçiştirilmeye çalışılacak kadar basite mi alınmalı buradaki kitle? Herkesi
dinleyemeyeceğiniz konusunda da sizinle hem fikirim ama bu noktada da devreye Kiralık Aşk üzerine yorum üretilen mecralar giriyor.
Hani sizin de desteklediğiniz ve destekleyip
okuyor olmanızın beni gerçekten umutlandırdığı "serbest kürsü"ler var ya oralar
da birkaç haftadır yangın yeri, yoksa onlar da mı artık ciddiye alınmamalı
kategorisinde? Söylenecek daha çok şey var ama dikkate alınmadığına her geçen
gün daha çok inanırken daha fazla zorlamaya da gerek yok.
Ve tüm bunları söylerken neden yapmadığınızı sorduğum şeyleri yapıyor
olabileceğiniz ihtimalini "Ya benim düşündüğüm gibi değilse ve umarım öyle
değildir." diyerek aklımın bir köşesinde tutuyorum. Size karşı
adaletsizlik yapmış olmak istemememin ötesinde yanılmış olmayı tercih ederim.
Ama buradan bakıldığında da aşağı yukarı böyle algılanıyor. Belki bu algıyı
bilmek ve değiştirmek istersiniz.
*Tamamını okumak isteyenler için Alican Yaraş röportajı