Hayatta başımıza gelen tesadüfleri mi yoksa kurduğumuz hayalleri mi yaşarız? Bu konuda "Aşk tesadüfleri sever" diyen Murathan Mungan mı yoksa "Hayal ettiğiniz her şey gerçektir." diyen Picasso mu haklı? Gerçekten hayal ettiğimiz şeyleri elde edebilir miyiz ya da her şeyi akışına mı bırakmak lazım? Ömer ve Defne aşkı bunların hangisi? Hayal ederek mi yoksa tesadüfler sayesinde mi birbirlerinin hayatlarındalar? Gerek yağmurlu gündeki çarpışma gerekse Manu'daki öpüşme sebebiyle aşk tesadüfleri sever kısmındayız şu an ama ya öyle değilse?
Ömer İplikçi'yi hep hayal kurmaktan uzak daha gerçekçi, Defne'yi de hep hayallerine tutunan karakterler olarak işledik kalbimize. Defne "hayal et - gülümse - sev " diye yola çıkıp "Hayal etmekten vazgeçmeyin." diye insanları teşvik ederken Ömer bu konuda sessiz ve kendince evrene mesajlar yolluyordu hayallerinin gerçekleşmesi için.
Ömer İplikçi kendini, hislerini, aşkını anlatmak için bugüne kadar hep kelimelerden, notalardan yardım aldı hayalini ise renklerden. İlk bölümden beri iş yerindeki masasında kimsenin dikkatini çekmeden durur, Gustav Klimt' in "Öpücük" resmi bütün o sancılı, aşklı günlere tanıklık eder. Hayalin gerçek olması için zamanını kollar durur. Evinin her köşesinde tek kişilik portrelerle dolu Ömer'in bu aşk tablosunu iş yerinde masasında yer vermesi bir o kadar ilginçken bir o kadar da evrene "o kızıl buraya gelecek" mesajı gibidir. Ömer aşkı anlatırken sanki hep o resim gözünün önüne gelir gibi anlatır. Zamanında Defne'ye "Hayat aldığımız nefes değil nefesimizin kesildiği anlardır." derken de "Bu geceyi sonsuzluğun başlangıcı olarak daima hatırla." derken de aklında "Öpücük" vardır sanki. Resimlerden bu kadar medet umması belki hayalinde çizip tasarladığı ayakkabıların gerçeğe dönüştüğü için olabilir olamaz mı? Bilinçaltının Ömer İplikçi' ye bir oyunu olamaz mı olabilir? Peki Ömer'in hayalindeki aşk ne, neden bu resmi seçmişti? O resimde ne vardı bu kadar Ömer'i etkileyen?
Kızıl saçlı kadın.. Resme ilk baktığımızda kızıl saçlı bir kadın ve esmer bir erkek zamanı, mekanı unutarak aşkın sonsuzluğunda tutkuyla öpüşürler çiçekler içerisinde. Kadın çiçekli kıyafetler ve tacı ile gözlerini kapatıp kendinden geçerken, adam kadının aksine daha sade kıyafetiyle hem elleri hem de kaftanıyla sararak sahiplenici bir şekilde kendinden geçerek öper kızıl saçlı kadını. Ancak kadına biraz daha dikkat kesildiğimizde uçurum kenarında olduğunu ve tutkuyla beraber hüznü, korkuyu da yaşadığını görürüz. Adam ise daha güvendedir, başı aşktan öyle dönmüştür ki kadının durduğu yeri bile fark etmiyordur. Kıyafetler de bize ipucu verir kırılgan ve yumuşak çizilen kadının aksine sert ve daha net bir erkek resmedilmiştir.
Tablodaki kadın "Bir adım daha atsam sanki uçurumdan düşecek gibiyim, korkuyorum." diye Defne ile dile gelirken "Korkma ben eminim." diyen Ömer de erkeğin sesi olmuştur. Tam da hayalindeki kadına, aşka kavuşmuştur kendince Ömer. Kavuşmuştur kavuşmasına ama neden sürekli yarım kalıyordur bu aşk? Cevabı masanın üstünde saklıdır. Ömer'e ilham olan resim, tutkuyla öpüşen iki aşığın üst kısımlarından ibarettir. Durdukları yer, kadının uçurumun kenarında oluşunu, tutkusu kadar hüznünü, korkuyu yaşadığını kısaca şu an için bütünü göremez Ömer. Aslında hikaye ne bir eksik ne de bir fazla. Tablodaki aşk sanki Pinokyo misali yüzyıllar sonra Ömer ve Defne ile canlanıvermiş gibidir.

Defne hayatına girdikten sonra belli bir süre hep sağ tarafta kaldı o resim masasında. Sonuçta uzunca bir süre kendine bile itiraf edemedi, yanlış anlamalar oldu, gelgitler yaşandı. Emin olmadan adım atmak Ömer'e yakışmaz diyerek değiştirmedi yerini, evlilik planları bile yaparken her zamanki yerindeydi. Defne ne zaman kendi mucizesini yaratmak için yelken alıp gitti, resim de bir anda kimseye çaktırmadan usulca sol tarafa geçti. Defne bir anda Ömer'in sol yanı olmuştu. Tıpkı dağ evinde "Bu kitap ne anlatıyor?" diye soran Defne'ye Ömer'in "Adam kızı terk ediyor ama sonra anlıyor ki adamın hayatında kız büyük bir yer tutuyormuş." dediği kısma benziyordu. Defne ne zaman hayatından çıkıp gitti, o zaman daha fazla anladı Ömer sol yanındaki acıyı.
Belki Defne'ye bu kadar tutulduğunu ilk kez o zaman kendine itiraf etti yürekten de sol yanına taşıdı resmi. Ömer'in aşkı; aynı yarım bıraktığı kitap, aynı masasındaki resim gibi yarım kalıyordu. Ömer İplikçi'nin tezatlarından biri olsa gerek tamamlamamak, yarım bırakmak. Bir akşam nasıl birden Defne "Neden Sevil Berberi'ni bu kadar seviyorsun?" diye sorduysa gün gelir belki bu resmi de sorar Ömer 'e. Dile gelen Ömer belki yağmurlu bir günde çarpıştığı güzel saçlı çarşamba cadısı kızı hatırlattığını söyleyerek bizi tesadüflere, belki de "Bu biziz." diyerek hayallerin gerçekleştiğine inanmamızı sağlar. Oyun su yüzüne çıktığında resim de tamamlanmış olacak işte o zaman ya tablodaki uyumu bozup Defne'yi uçurum kenarında bırakıp gidecek ya da her şeye rağmen öpücüğün ve aşkın sonsuz büyüsüne teslim olacak.
Eğer ki Aşk kazanırsa kim bilir belki de Defne'nin hayalindeki kurduğu üç kişilik evde aşklarını anlatan bu tablo bütün heybetiyle bütün görkemiyle selamlar hem onları hem bizleri. Ne de olsa onlar bir tablo olsalar yaşadıklarıyla ve fiziksel benzerlikleri ile "Öpücük"ten başka bir şey olamazlardı.
Hayallerle kalın...