Pelin Karahan uzun
zamandır uzak kaldığı ekrana ‘Yeter’ dizisiyle geri döndü. Karadayı'da çok başarılı bir performans çıkardıktan sonra ekran ömrü kısa süren Reaksiyon'da görünüp kaybolan Yurdaer Okur da Yeter'in baş köşesinde, arızalı cerrah Yekta rolünde. ATV bu yeni dizisini
seyircisiyle buluşturmak için 31 Aralık Perşembe’yi yani yılbaşı akşamını
seçti. Bu hem riskli hem de iddialı bir seçimdi. Halbuki seyircinin yılbaşı
akşamında tercihinin bir dram dizisinden ziyade eğlenceli programlardan yana olacağı daha en
başından belliydi.
Acun Ilıcalı ise gayet akıllıca
bir tercih yapıp 'O Ses Türkiye'nin sahnesine ünlü oyuncuları davet etmişti.
Kimler yoktu ki; Erkan Can, Ezgi Mola, Leyla Tanlar, Alina Boz, Aras Bulut
İynemli, Gürkan Uygun, Tümer Metin, Emre Kınay, Barış Falay, Bülent Parlak,
Zafer Algöz, Hidayet Türkoğlu, Hande Subaşı, Aslı Enver, Burcu Kıratlı, Seda
Bakan hatta ve hatta Turabi bile vardı. Sohbet, muhabbet gırla gitti, espriler
havada uçuştu. Fazlasıyla güldüren, eğlendiren bir ‘O Ses Türkiye’ izledik. Bu
kadar sevilen isim bir araya gelmişken, üstelik de bu isimlerin hepsi de asıl işleri olmadığı halde mikrofonu ellerine alınca programın ‘yılbaşı’ akşamında zirveye yerleşmemesi
gibi bir sonuç beklenemezdi. Yerleşti de zaten. Hem de sağlam bir izlenme
oranıyla.
Dolayısıyla garanti
reytingleri olan diziler bile o akşam hatta ayın ilk günlerinde yeni bölümlerini yayına koymamışken,
Atv’nin yeni bir dizi için başlangıç tarihi olarak ‘yılbaşını’ seçmesi yanlış tercihten
başka bir şey değildi. Eğer dizinin o tarihte yayına çıkmasının özel bir gerekçesi yoksa. Hani yayın tarihi sözleşmelerle bağlanmışsa filan...
Gelelim diziye. Ertesi
gün yayınlanan ilk bölümü izlediğimde tanıtımlarda bahsedilen o ‘masal gibi
başlayan aşk hikayesi’ni maalesef bulamadım. Hatta Yekta ve Aylin aşkının nasıl
başladığını bile anlayamadım. Yağmurlu bir sahnenin ardına eklenen piknik masası
ve hemen sonrasında gelen bir garip evlenme teklifiyle Yekta ve Aylin’in
‘masal gibi başlayan aşkı’ sadece beş dakikaya sığdırılmıştı. Keşke gerçekten
‘çarpıcı’ bir aşk hikayesi izleyebilseydik de seyirci olarak ‘Vay be!’
diyebilseydik. Yekta’nın sağlam pabuç olmadığını yaptığı sözde ‘evlenme
teklifi’nde ‘Ben senin kocan olacağım!’ dediğinde anladık da en azından
Aylin’in Yekta’ya büyük bir aşk duyduğuna inanabilseydik.
Aylin’in geçmiş
hayatına ait büyük bir travması olsaydı mesela. Büyük bir boşluktayken, çaresiz
kaldığı bir anda Yekta’nın aşkıyla tutunsaydı umutlarına yeniden. Gözünde ve
kalbinde Yekta’yı öyle bir yere koysaydı ki kocasının gerçek yüzünü gördüğünde
seyirciyi vuracak bir ‘hayal kırıklığı’ yaşasaydı. Aklıyla kalbinin arasına
sıkışsaydı. Tam Yekta’dan nefret edeceği anda öyle bir şey olsaydı ki batsaydı
kaçmak için yaptığı kağıttan gemileri. Biz Aylin’i Yekta’ya aşıkken göremedik
ki nefretine inanalım. Biz Aylin’i bir anda ikinci çocuğuna hamileyken ve
kocasının karşısında sürekli eziklenirken gördük.
Hadi buna da tamam
diyelim. Koca psikopatın önde gideni çıktı ve kadıncağız da "birinci çocuğu bu
adama kurban verdim bari ikinciyi kurtarayım" dedi. Yekta fazlaca zeki bir
karakter. Ünlü bir beyin cerrahı. Adam Amerika’ya gideceğim diye yola çıkıyor.
Tesadüf bu ya Aylin’in de o gün sancısı tutuyor. Gidip doğuruyor. İki
arkadaşının da yardımıyla Aylin, Yekta’ya bebeğin öldüğünü söylüyor. Her şeyden
şüphelenen Yekta bu durumdan şüphelenmiyor ve bu yalana anında inanıyor. Yahu
adam hem karısının hamileliğini an ve an takip ediyor hem de ödüllü bir cerrah.
Bir otopsi, bir dna testi istemez mi? Ne bileyim doğumu yaptıran doktoru
sorularıyla terletmez mi? O hastaneyi oradakilerin başına yıkmaz mı? Kolay
değil adam çocuğunu kaybetmiş.
Bebek, Aylin'in ağabeyi ve
yengesine verildi. Sonra birden aradan beş sene geçti ve günümüze gelindi. Aylin
beş sene boyunca neredeyse her gün evden çıkıp çıkıp kızını görmeye gider ama
Yekta yine şüphelenmez. Bu arada ilk sahnelerde Aylin’i üniversitede görüyoruz
ama sonra bunun esamesi okunmuyor. Okulu bitirdi mi, bitirmedi mi? Yekta ona
nasıl ‘çalışmak senin neyine? Evinin kadını çocuklarının anası olacaksın!’ dedi, bilmiyoruz.
Aylin hikayenin
başında güçlü bir karakter olup, Yekta’nın takıntılarıyla silikleşip kendi
olmaktan çıksaydı bunu anlayabilirdim. Yekta bana ‘senin kocan olacağım’ demiş
olsa arkama bakmadan kaçar giderdim de Aylin’e hoş gelmiş olacak ki yüzüğü takıverdi parmağına. Peki ya evlendikleri gece Yekta’nın söyledikleri? E sen
kendini ‘bana itaat et ey köle!’ diyen bir adamın kollarına atarsan o
evlilikten de çok bir şey beklemeyeceksin.
Dizinin bölüm özetinde
"Aylin’e tüm bu karmaşanın ortasında yardım eden gençlik aşkı Uras olacaktır"
yazıyor. Yalnız benim gördüğüm kadarıyla Uras’ın dünyadan haberi yok. Çünkü
bölüm boyunca "Aylin’e ne olmuş? Söylesenize Aylin’e ne olmuş?’ diye dolaşıp
durdu. Neyse, durun bakalım acelemiz yok. Önümüzdeki bölümlerde Uras da bizimle beraber Aylin’e ne
olduğunu öğrenecektir diye tahmin ediyorum. Anlayacağınız bana göre Yeter'in hikayesi pek çok parçası kaybolmuş bir puzzle gibi...
İşin ilginç yanı
ben Aylin ve Yekta’nın hikayesinden çok Wilma Elles’in canlandırdığı İdil’in
Yekta ile olan hikayesini merak ettim. Dizilerde karakterlerin hikayeleri
arasındaki dengelerin çok önemli olduğuna inanıyorum. Eğer yan karakterlere baş
karakterden daha iddialı bir hikaye yazılırsa genel hikayenin ‘inandırıcılık’
anlamında temelinden sarsıldığını düşünüyorum. Bakınız, Paramparça'da Dilara'nın hikayesinin star olması gibi...
Yeter'in ilk bölümü bu hafta her gün tekrar yayınlandı ve iyi sonuçlar aldı. Biliyorsunuz, perşembe akşamının banko işi yıllardır Kurtlar Vadisi Pusu. Bu hafta Fox Tv’nin iddialı dizisi ‘Kördüğüm’ ilk bölümüyle ekranda olacak. Fragmanlardan anladığımız kadarıyla Muhteşem Yüzyıl Kösem'de, Beren Saat- Hülya Avşar sahneleri ile çatışmanın zirvesi yaşanacak. Show Tv'de haftalardır kanalı sırtında taşıyan Asla Vazgeçmem var. Yani ‘Yeter’in karşısında oldukça güçlü rakipleri var. Bu rakipler karşısında
ne kadar şansı olacağını ise izleyip göreceğiz. Ancak Yeter, rakip kanalların yayına sürdüğü milyon dolarlık yapımları listede yakalar hatta geçerse o zaman şapkamızı önümüze koyup, düşünmenin zamanı gelmiş demektir.