Ses Kes! Söz Clarissa’da..

Ses Kes! Söz Clarissa’da..
Hayatımda yeri ve önemi battal boy olan, çocukluğuma damgasını vuran, benliğimde izi derin bir televizyon dizisi ve benim ilk imajiner kahramanlarımdan biri, o senaryonun baş kişisi genç bir hanım kız…Clarissa’yı hatırlar mısınız? Hani tam adı “Clarissa Explains It All” olan ve biz birer küçük veletken kumandadaki yerini ezbere aldığımız kral çizgi film kanalı Nickelodeon’da muntazaman yayınlanmış, her bölümü yarımşar saatlik o sevimli dizinin esas kızı…Yıllar sonra bile hatırlarken, hakkında yazma arifesinde tatlı tatlı heyecanlandıran; genç dimağımda vaktiyle VIP’den yer kapan, anısı-hikayesi amma da bol olan o şahane diziyi dile dökmeye sabırsızlanıyor belleğim. O halde hiç vakit kaybetmeyelim! “Özge Explains It All” aziz kardeşlerim.
 
Şimdi zaman makinemin düğmesine basıyorum ve 90’ların ikinci yarısına doğru yol alıyorum. O dönemde Bölen hanesi, zamanın pek çok evi gibi, Kablo TV abonesi. Her gün yeni yeni kanallar pıtrak gibi türemekte. Kalbimizin analog attığı o vakitlerde, ortalama bir iletişim profesörü kadar bilgeliğinde ve takibindeyim televizyonun. Haliyle şıp diye yakalıyorum lige yeni katılan çizgi film kanalını: Nickelodeon, ya da benim gibi 24 saatlik izleyicisi olarak reklam payının yüzde seksenlik dilimini yaratan sıkı fan’larının, ekran önü badilerinin kullandığı adıyla Nick. “Ona sadece düzenli seyircileri Nick der.” Bu, kulübün gizli bir kuralıdır. Ya da bu sadece benim kafamdaki hastalıklı bir düşünceden ibarettir. Seçenekler çoğaltılabilir. Bu arada, kanalın evde bütün gün açık olduğu yolunædaki iddia, sanmayınız ki bir mübalağadır. Babamın, “Akşama kadar sıkılmıyor musun?” diye soruşu hala kulaklarımdadır. Zaten oldum olası eşten dosttan gelen “Habire X’i izliyorsun.”, “Yine mi Y’yi dinliyorsun?”, “Tekrar tekrar Z’yi okuyorsun.” temalı sözlerin muhatabı olmuşumdur. Obsesif persona’m ve ben ayrılmaz bir ikili olarak faaliyetlerimizi son hız sürdürüyoruz, çok şükür. Efendim, velhasıl-ı kelam, Nickeolodeon’ı keşfimle beraber, sonradan hastası olacağım dizilerle de bir bir tanışmaya başlamış oldum. Avustralya asıllı Amerikalı bir kangurunun ademoğlunu kıskandıran hayatını gözler önüne seren “Rocko’s Modern Life”, patolojik bir manyak olan aşığı yüzünden başı beladan kurtulmayan Arnold’ın hazin hikayesiyle “Hey Arnold!”, fantastizmin dibine vuran “Kablam”, ve diğerleri… Bir de “Clarissa” elbette…

 Zeki, çevik ve enerjik genç kızımız Clarissa

Doğduğu ülke ABD’de 1991-1994 yılları arasında 65 bölüm yayınlanmak suretiyle 5 sezon ekranda kalan “Clarissa”, geç 90’larda Nickelodeon Türkiye’nin açılmasıyla beraber bizim televizyonlara da misafir olma şansı yakaladı. Aslında o şans bize aitti demek daha doğru  olacak tabii. Neyse, gelelim Clarissa Mary Darling ve familyasının kimlik kartları analizine: Clarissa 16-17 yaşlarında, ergen olsa da çok da ergen kafasında olmayan; zeki, çevik, enerjik bir genç kızdır. Annesi Janet ve babası Marshall kendi halinde, halim selim insanlardır. Ancak erkek kardeşi Ferguson için aynı şeyi söylemek imkansızdır. Ferguson, ya da ablasının ona taktığı iki ayrı lakapla Balıkyüz/Kurbağasurat, tam bir baş belasıdır; Clarissa’yla uğraşmadığı, onu çileden çıkarmadığı tek bir gün bile yok gibidir. Megaloman, rahatsız, kımıl zararlısı gibi ifadeler Fergie kardeşimizi tanımlamak için adeta biçilmiş kaftandır. Bütün bunlara karşın, Ferguson komiklikte doz aşımı yaşayan bir karakterdir; ve yine bütün bunlara karşın, küçük Darling’in hemşiresiyle kavgaları dizinin mizah yükünün önemli bir bölümünü sırtında taşır.
 
Clarissa’nın yatak odasının camına mütemadiyen atılan bir merdiven vardır ki söz konusu obje kankası Sam’in alamet-i farikası ve ayrılmaz bir parçasıdır. Sam, Clarissa’nın evine kapıdan değil pencereden merdivenle girmektedir. Bu merdiven bizim kızın penceresine her temas ettiğinde garip bir ses efekti duyulur ayrıca. Sam de garip biri olduğuna göre sorun değildir. Timsahgillerden bir alt türün elemanı olan minyatür hayvancağızı Elvis de Clarissa’nın kadim dostu ve akıl danışıp sırlarını paylaştığı dert ortağıdır. Elvis dizideki en bilge yaşam formudur.
 
Clarissa’nın hayatı birçok yönüyle tipik bir teenage’inkinden farklı değildir: Clarissa da aşık olur, Clarissa da ailesiyle papaz olur, Clarissa da yüzünde çıkan sivilceye uyuz olur. Yine de onun kişiliği ve yaşantısı, monoton veya sıradan olmaktan çok uzaktır. Clarissa orijinaldir; tarzıyla, tavrıyla, hayata bakışıyla gerçek bir “nev-i şahsına münhasır”dır. Onun hep parlak fikirleri vardır. Bilgisayarında kendi programlarını da üretir, yeni buluşlara imzasını da atar. Pratik zekası ve yaratıcılığıyla, karşılaştığı sorunları çözmenin bir yolunu mutlaka bulur. Feci ilham verici bir tiptir. Kıyafetlerinden odasının dekorasyonuna kadar her şeyi renklerle, desenlerle örülüdür. Hele o takıları… Rengarenk, kocaman, özgün tasarımlı küpelerine o günlerde o kadar çok imrenmişimdir ki; kulağım delik olmamasına rağmen, klipsli küpelerime iplikle, kendi imalatım olan şekilli, atraksiyonlu uçlardan takıp evde onlarla gezmişimdir. Sadece bu değil tabii, Clarissa’ya ait pek çok şeyi kendi üzerime ve hayatıma klonlamayı pek severdim o yaşlarda. Aslında bakarsanız, Clarissa’dan sonra, karaktere hayat veren Melissa Joan Hart’ın (bu bir iddiadır!) en büyük fan’larından biri olarak gezdim birkaç yıl.

Melissa ve oğlu Tucker!

Tüm film ve dizilerini sömürürcesine izlerdim; hatta kapağında kendisini görünce üzerine sıçradığım Cosmogirl Dergisi'nin birkaç sene okuru olmamı sağlayan da yine Melisa başkanın muhterem varlığıdır. 99’un yaz aylarından birine ait bir sayıydı o, hatta derginin Türkiye edisyonunun ilk sayısıydı, hiç unutmuyorum. Saklamadığıma pişmanım o dergiyi. O benim çocukluğum demekti sonuçta. Bunların haricinde hatunun; gazetelerden, dergilerden bulduğum resimlerini anneme ozalitçide büyütmesi için verirdim ki kendilerini poster niyetine duvarıma asabileyim. Nereden baksanız, kendisi “ailemizin sanatçısı” modeli bir tipti; yani medyatikliği ve popülaritesi bir JLo, bir Pink, bir Britney boyutunda değildi, dolayısıyla da dergilerde habire dev posteri yayınlanmazdı. O zamanlar bizde bilgisayar da olmadığı için, en yakın arkadaşımdan rica ederdim iki resim, röportaj çıktısı getirmesi için. Bu arada o da şarkıcı Thalia’nın “sever”iydi ve biz okul kütüphanesinde “Melisa Hanım nasıllar?”, “Thalia Hanımefendi de iyilerdir inşallah!” diye diye söyleşip dururduk. Bir de anamız, bacımızmışlar gibi bunları rekabet ettirirdik. “Melisa şöyle tatlı, Thalia böyle güzel, Melissa’nın yaşı bize daha yakın, Thalia anamız yaşında kadın, ehueuhe (aralarında 5, yazıyla beş, yaş fark vardı bu arada)” diyaloglarıyla geçip giderdi ders araları. Güzel günlerdi.
 
Her bölümünü takriben 500 kere izlediğim “Clarissa”dan aklımda kalan o kadar çok enstantane var ki, hangi birini yazayım bilemiyorum açıkçası; en iyisi birkaçını özet geçmek: Mesela Clarissa’nın hava durumu sunucusuna yeşillendiği bir bölüm vardı ve bu bölümde ablamız, güzel elbiselerini giyip, şapkasını takıp öyle geçiyordu ekran karşısına adamı izlemek için. “Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorunsalının bir benzeri, belki de ilk örneklerinden biriydi bu durum. “Ekran ardından görünebilirlik” işin mizahıydı tabii ama; genç Darling her konuda işi sıkı tutmayı tercih ederdi zaten. Çılgın Mafalda Teyze’nin eve postu serdiği bölüm, Clarissa’nın Ferguson’la beyin yarışına girdikleri bölüm, Sam’le flörtü deneyip “En iyisi arkadaş kalalım,” dedikleri bir başkası…Bünyeyi kendi kahkahası içinde boğan “ruh çağırma seansı” hikayesi…ve daha onlarcası…
 
“Clarissa”da işin 90’lar tarafı var, pas geçilmemesi gereken. O dönemde çekilen her standart Amerikan dizisi gibi “Clarissa” da burcu burcu 90’lar kokardı. Atariler, Dr. Martens botlar, taytlar, baskılı tişörtler, devasa büyüklükteki beyaz telsiz telefonlar, Clarissa’nın gitmek için kendini parçaladığı konserlerin yıldızları olan Pearl Jam’ler, Nirvana’lar…Ah durun, devam edemeyeceğim! Gözümde yaş, gönlümde aşksın 90’lar!
 
Kablo TV, bir karabatak imparatorluğuydu. Bir gün önce yaldır yaldır yayınlarına devam eden bir kanal, bir gün sonra aniden sönen bir mum alevi gibi kayıplara karışabiliyordu. Nitekim, Nick’in kabloludan çıkıp gidişi de aynen böyle bir vedayı sahneye koydu. Birkaç yıl sonra ise TRT, bazı eski Nickelodeon dizilerini yayına soktu; ki bunların içlerinde “Hey Arnold!” ve “Clarissa” da vardı. Yıl 2001’di. Sonra aradan seneler, seneler geçti. Biz büyüdük. Biraz değiştik, biraz aynı kaldık. Çamurların içine batıp pür u pak sularda yıkandık. İlkgençlik yıllarımda bir ara yeniden aklıma düştü “Clarissa”, gittim Amazon ormanlarının içinde birkaç DVD’sini aradım. Neden sonra vazgeçtim. Zaten bir süre sonra Youtube da aldı yürüdü. Arada bir eski günlüğümden de naklen yayınını alıyorum o nostaljik dizilerin. İyi ki izlemişim, tanımışım onları diyorum. İyi ki çocukluğumun bir parçası olmuşlar. İyi ki beni ben yapan bir sürü şey arasında onlar da olmuşlar.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER