Günebakan,
bizim buralarda yani Trakya bölgesinde ifadesi en güçlü
kavramlardan biridir. Ananemin bizler küçükken, sırf
oyalayabilmek adına, tarladan kopardığı Günebakan başları
çocukluk anılarımın en zinde olan sekanslarına denk gelmekte.
Belki de bu nedenle, kabak çekirdeğindense Günebakan çekirdeğinin
daha bir müptelası olmuşumdur? Tabii o zamanlar fabrikalarda o
kadar teknoloji gelişmemişti. Hazır paketlerde onlarca Ayçekirdeği
taneleri yerlerini almamıştı. Her bir çekirdek kabuğunu özenle
ayıklayıp bizlerin yemesi için tane hesabına göre sıraya
dizerlerdi. Çocukluğumun misafirliklerinin vazgeçilmez
eğlencesiydi. Babamın gözünün içine bakar ve bir fazlası için
sabırsızlıkla beklerdim. Her kâsenin içinde Günebakan avına
çıkardım.
Büyüdüm.
Üniversiteye başladım ve bu sevdam hiç bitmedi. Aksine sistematik
derslerimin bir konusunda yer aldı. Latince adı Helianthus
annuus olan
Günebakan’ın aslında Papatyagiller’e
ait olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorsanız şimdi öğendiniz.
Hakkındaki bilgilerim arttıkça hayranlığımın yanında bitkiye
olan saygım da artıyor. Trakya’da ilkyazın geldiğini kanolalar
açınca nasıl anlıyorsak, Günebakan’ların da yüzlerini
Güneş’e döndüklerini gördüğümüzde “Tamamdır, işte
şimdi yaz geldi!”, “Bu sene de Günebakan Güneş’ine
kavuştu.” deriz. Eğer Apollon, Günebakan’la Güneş’in ilâhi
aşkını görüyorsa, o da Klyte’ne kavuşmuştur. Böylece Toprak
Ana’nın izin verdiği sürece yarım kalan sevdalarına devam
edebilirler.
Günebakan,
Trakya doğasının en eşsiz ve belki de temiz havasına sahip olan
manzarayla seyircisini karşıladı. Bodrum henüz günümüz
gençlerinin hevesi olmamışken Tekirdağ, İstanbul’da
yaşayanların nefes alabilmek adına kendilerini sayfiyeye attığı
şehirlerden biriydi. Biz yerliler ise “yazlıkçılar” olarak
adlandırdığımız İstanbul’luların deniz ve doğayla
buluşmasını izlerdik. Gerçi şimdilerde eski rağbeti kalmadı.
Bir bir yazlıklar satıldı, gençler sıralarını önceki
kuşaklara devretti. İstanbul’luların uğrak mekânları kan
kaybettikçe sayfiye alalarımız da neşesini kaybetti.
Paraşüt
okulu ve kulübü son beş yıldır Trakya’nın, özellikle
Tekirdağ’ın gözde spor alanlarından bir olma yolunda ilerliyor.
İlkyaz’da paraşütün duyulabilirliği, paraşüt hakkındaki
bilgi ve verilerin artması için Uçmakdere köyünde festivali
yapılmaktadır. Senaristlerin bu detayı atlamaması, Trakya’nın
etkileyici doğasını tanıtmak adına kültürel anlamda
iletilebilecek en güzel mesajdı. Tabii Trakya değince olmazsa
olmazlardan biri de müziktir. “Kapı gıcırtısında bile
oynanır.” diye bizde bir tabir vardır. Hakikaten de öyle. Galiba
Günebakan’da
izleyiciye yansıtılmak istenen diğer detay da bu idi!
Düğünlerimizde, festivallerimizde, özel bir etkilikte davul ve
klarnet olmadan eğlence başlamaz.
Şehirli
olan Günce
(Sümeyra Koç), ailesinin kötü giden işleri nedeniyle yaz
tatilini Alaçatı yerine Tekirdağ’daki yazlıklarında geçirecek
olması bir bakıma hikâyenin başlama noktasını belirliyor. Keza
Rüzgâr
(İsmail Ege Şaşmaz) da yıllar geçse bile çocukluk aşkını bir
an olsun unutamamış. Rüzgâr’ın istemediği bir kızla
nişanlanması da ilerleyen zamanlarda Rüzgâr ile Günce’nin
aşkının tekrardan alevlenmesini engelleyemeyecek gibi duruyor.
Bölüm
içinde beni tek yoran etken Trakya ağzı olarak kullanılan konuşma
stili oldu. Etimolojik olarak ne, nasıl uygun (?) bilemem. Benim
bildiğim ve gözlemlediğim tek şey çocukluğumu geçirdiğim bu
yöreye ait olmayan nahoş melodi oluyor. Ağızların telaffuzu ve
melodisi daha çok Makedon Türklerinin kullandığı stile benziyor.
Yeri geldiğinde, genellikle de fazla heyecanlandığımda veya
sinirlendiğimde ağzımdan “be yaaa..” olarak bir takım anlamı
olmayan tamlamalar çıkabiliyor. Bazen “H” harflerini de
yutabiliyoruz, ancak Günebakan’da olduğu gibi kulağı tırmalayan
seslere şahit olmuyoruz. Bizde, yani Trakya’da genellikte
“Çingene” (aflarına sığınarak) kültürünü yaşayanlar bu
tür ağızda konuşurlar. Bu da istemsiz olarak diziden soğumama
yol açıyor. Belki bu nedenle, yıllardır ne kadar denense de,
“Trakya komedisi” tarzındaki işler tutmadı. Umarım zaman
içinde, roller de oturuştuktan sonra düzelebilir ve ağız tadıyla
lezzetli bir “Trakya komedisi” izlerim!
Her
zaman doğduğum ve yetiştiğim yöreye karşı olan vefa borcumu
bir şekilde duyurabilmeyi arzu etmişimdir. Bana geçmişimi
tebessümle hatırlattığı için Günebakan
ailesine, Gani Müjde’ye ve doğanın güzelliklerini bize tasvir
ettiği için yönetmen Özlem Bayşu Ünlü’ye teşekkür ederim.
Yolları açık olsun!