Tutar mı Tutar, olmadı gökten yalnızlık yağar

Tutar mı Tutar, olmadı gökten yalnızlık yağar
Tutar mı Tutar, BKM'nin Show Tv için hazırladığı yaz dizisi. Yaz dizisi demek de doğru değil aslında, yayına girişi Haziran'a denk geldi diye her işe "yaz dizisi" dememek lazım çünkü artık sezon denilen zaman aralığı Eylül-Haziran döngüzünden çıkmak üzere.. Tutar mı Tutar, kadrosunu ilk duyduğum andan itibaren seçimlerini retro bulduğum için kuşkuyla baktığım bir projeydi. Fakat bu akşam diziyi izleyince hikâyenin inandırıcılığı açısından kurulan kadronun yanlış olmadığını gördüm.

Bir kurgunun içine hapsedilmek... The Truman Show'dan bu yana yabancıların birkaç kez denediği bu ciddi eleştirel temanın bizdeki yansımasını gerçekten merak ediyordum. Doğrudan bir esinlenme isnad etmiyorum ama konuyu duyup bu filmi hatırlamamak da olmazdı. Neyse.. Bu akşam Star'da yayınlanan Kiralık Aşk'ın ikinci bölümünü de çok merak etmeme rağmen oturup  Tutar mı Tutar izledim. Yönetmen Şenol Sönmez rejisi ile Urfalıyam Ezelden dizisinde tanıitığım bir yönetmen. O zamanlar Faruk Teber'den sonra hikayeyi devralıp, en az yara ile finale yürümesini takdir ile karşılamıştım. Şimdi ise ilk kez tek başına kurduğu bir dünya izledim. Aslında hikaye için kurulan masalsı havayı beğendim. Yani sanat grubu işini ziyadesiyle iyi yapmış. Ellerine sağlık!

Eleştirmeye başlamadan önce diziyi izlememiş olanlara konuyu özetleyeyim. Cemal (Paşhan Yılmazel) ve Ayhan (Cahit Gök) iki yakın arkadaştır. Gecesinde neler olduğunu bilemediğimiz bir sabaha uyanırlar. Gözlerini açtıklarında kendilerini hiç tanımadıkları bir yerde bulurlar. Nerede olduklarını anlamaya çalışırken ettikleri küfürler biplenince üstüne de konserve kahkahalar duyulunca kahramanlarımız bir dizinin içine düştüklerini anlarlar. Sırasıyla da ortaya bir sevgili, baba, kardeş, anne, kankalar topyekun bir mahalle hayatı çıkmaya başlar. Anlarlar ki kurgusal bir hayat yaşamaktadırlar. "Neredeyiz anasını satayım?" aşamasında oldukça 'Amerikan' davranarak hızlı ilerleyen kahramanlarımız içinde hapis kaldıkları dünyadan çıkamama halini de aynı hızla kabullendiler ve "fıstık gibi mahallenin" tadını çıkarmaya karar verdiler. Biz de peki o zaman dedik, izledik.

Bu hızlı olma hali ilk 20 dakika için iyi çalışmasına rağmen ne yazık ki devamında işe yaramadı. Karakterlerin durmaksızın dile getirdiği ama gözümüzle net görmediğimiz için inanmadığımız "dizi içinde hapis kalma" hali bölüm ilerledikçe hikayenin ayağına takıldı. Yer yer unutuldu, bambaşka anlatımlara geçildi. Kahramanlarımızın diziden kurtulma çabasını değil de kurgusal mahalledeki sinemanın açılma çabasına odaklandık. Bu aşamada belirtmek isterim ki  zinhar senaryonun çizgi üstü bir zeka taşımadığını söylemiyorum. Kullanılan anekdotlardan başlayarak içi dolu tasarlanan gayet de boyutlu karakterlere baktığımda söyleyebileceğim en güzel söz bu projenin kağıt üzerinde muhtemelen kusursuz bir fikir olduğudur.

Hatırlayın, The Truman Show'da duruma uyanan Truman Burbank'in 'çıkmaya çalışma' çabasıdır dikkatimizi çeken ve bizi kurguya inanmaya zorlayan. Tutar mı Tutar'da ise bu an sadece bir kez denendi. Onda da reji sağ olsun bize bu çabayı pek göstermedi. Piyango satan çocukluk arkadaşıylarıyla konuşurlarken Cemal kadrajdan hızlıca kaybolup iki tur atıp geri gelince biz de çıkamadığına inanmış sayıldık. Oysa durumu öğrenince yaşadıkları ilk şok hali, o mekandan/ diziden kurtulmaya çabalamak, dışarı çıkamayacağına ikna olunca da cin fikirli o çözümü bulmak asla kaçılmaması gereken aksine ilk bölüm için sıkça tekrar edilmesi gereken mücbir klişeydi, bence. Hele de bu panele iş yapıyorsan... "Bip" ve "konserve kahkaha" yetmedi. Dış ses ise fonksiyonsuz kullanılmış, yetersiz uygulama sonucunda tam bir kafa karıştırıcı olmuştu. Mozaik şakası izlemek ise bu bölüm kısmet olmadı.

Zengin ve dolu kadrajlar, şahane İstanbul genelleri, kusursuz kurulmuş bir mahalle, (hatta yanılmıyorsam drone bile vardı kullanılan ekipmanlar içerisinde), yer yer çok iyi tasarlanmış karakterler (Bakkal Gazi rocks!) ve gerçekten iyi oyunculuklar vardı. Bütün bunlar masraftan kaçınılmadığının göstergesi. Ama Tutar mı Tutar seyirciye vaadini hemen unutup sıradan bir mahalle dizisine bağlandı. Üstelik kömik de değildi. Bölümün elle tutulur tek şakası da doktor olarak Kutsi'nin kullanılması oldu. Hakkını vermek gerekir Kutsi şakasını da Mel Brooks görse ağlardı. Ez cümle iki şaka ile yüz küsur dakika pek kolay geçmedi elbette. Bu dizi ileride 'komedi' rafında listelenmeyecekse sorun değil komik olmaması.. Ama kurgusu oldukça hantaldı. Ağır ilerledi. Kesilmeye kıyılamadan bağlanmış gibi sarkan sahneler vardı. Yetmezmiş gibi ilk bölüm için hem erken, hem de uzun ve ne anlattığı pek belli olmayan müzik altı sahneler de eklenince konu hepten kilit oldu.

Ayhan ve Cemal yağmur altında koşar adım sinemaya gittiklerinde Balkanlar ve Uzak Asya'nın en kabadayı 'mutlu son'uyla karşılaştılar. Bunun üstüne nasıl çıkılacak gerçekten merak içindeyim... Emeği geçen herkesin gönlüne bereket.

Böyle işte..
R.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER