Sinemada, alışık olmadığımız bir
kasabada ya da şehirde psikolojik gerilim hikayesi yaratmayı bilen biri varsa o da
M. Night Shyamalan’dır ( Köy ve 6. His filmleri). Yapımcı koltuğunda, M. Night Shyalaman bu
hikayeleri başrollerinde Matt Dillon, Melissa Leo ve Terrence Howard’ın olduğu
ve ilk bölümü 126 ülkede aynı anda yayınlanan Wayward Pines dizisi ile ekrana taşıdı.
Çizgilerim yaşlılıktan değil, kahramanlıktan.
Blake Crouch’un roman serisinden ekrana uyarlanan
dizide; Matt Dillon, Ethan Burke karakterinde, ortağı ile birlikte kayıp ajanları
aramaya çıktıkları yolculuk sırasında araba kazası geçirip, Wayward Pines
kasabasında uyanan travma yaşamış özel ajanı canlandırıyor. Görünüşte kasaba
cennet gibidir. Beyaz boyalı çitli güzel evler, reklamdan fırlamış gibi
gülümseyen anneler. Tam bir Amerikan rüyası. Ancak çitlerin arkasında karanlık gerçekler yatmaktadır.
Tuhaf davranıyorum ama gencim güzelim benden korkma!
Juliette
Lewis’in canlandırdığı arkadaş canlısı barmeni dışında, tüm kasaba halkı tuhaftır. Özellikle
romlu, üzümlü dodndurma yiyen polis şefi (Terrence Howard) ve delirmişçesine neşe
dolu olan hemşire (Melissa Leo). Aynı zamanda kasabadaki telefonlar çalışmaz,
çalılıkların arkasından tuhaf sesler gelmektedir ve gerilim türünün bir örneği
olarak terk edilmiş bir evde bir ceset vardır.
Dizinin
iyi noktaları:
Dizinin temasının bir potansiyeli var. Bir kere dizi, bir M. Night projesi ve her an
her şey değişebilir. Çok şaşırabiliriz. Pek çok filminin alt metninde bir sistem eleştirisi yattığını düşünürsek, Amerikan rüyasından fırlamış gibi duran bir kasaba ve tuhaf halkı ile M. Night'ın ilerleyen bölümlerde, çaktırmadan müthiş eleştiriler yapacağı umudunu taşıyorum. Üstelik esas oğlan zamanında vatan hizmeti sırasında işkence görmüş bir "kahraman" (?). Elindeki malzeme çok soslu ve potansiyeli olan bir hikaye.
Dizinin
başlangıcı Lost’u andırıyor. Lost’un açılışında unutamadığımız gözünü
bilinmezin ortasına açan karakter gibi Ethan Burke karakterinin yabancı bir
yerde aniden gözlerini açması ile başlıyor dizi. Belki de dizi en başından “gözlerini
aç, hiçbir şey göründüğü gibi değil!” mesajını veriyordur.
İyi bir kastı var: Matt
Dillon, Melissa Leo, Toby Jones, Carla Gugino ve Terrence Howard.
Dizinin
noksanları:
Karakterler arası bağ ilk bölüm için kopuktu. Ayrıca
bizim karakterlerle bağımız da kopuktu. İlk bölümde, karakterler bir anda önemli
bir karar alıyor ama biz bu karar alma sürecine onu iten ruh halini, karakter
geçmişini ve sahneyi bilmiyoruz, göremiyoruz.
İlk bölüm çok tekrarları olan bir bölümdü. Örneğin,
Ethan kasabada biri ile tanışıyor. Başta çok neşeli cana yakın. Sonra bir
bakıyoruz, tuhaflıkları, karanlıkları ortaya çıkıyor. Sonra Ethan başka biri ile
tanışıyor aynı döngü yine yaşanıyor.
İlk bölümün bir enerjisi yoktu. Dizi ilk bölümden
size şunu fısıldamıyordu: “Beni izle! Beni izle!” Sıkıcı bir ilk bölüm idi.
Flashbackler kafa karıştırıcı idi. Dizinin ilerleyen
bölümleri için bu iyi bir şey ama ilk bölüm için diziyi anlamayı
zorlaştırıyordu.

Pilot bölüm biranda ipin ucunu kaçırabileceğiniz bir
bölüm idi. Bir anda pek çok hikaye aynı anda verildi. Kim kimdir anlasak bile,
hangi hikaye nedir, birbiri ile nasıl bağlantılıdır anlaşılmadı. Evet, M Night’ın
diğer projelerinde olduğu gibi dizi tuhaflığı ve iyi çizilmiş karakterleri bir
arada verdi. Fakat, geçmiş çok hızlı verildi, flashbackler çok anlamsız idi,
genel hikaye ile bağı kurulamadı. Esas oğlanın tüm özellikleri ilk bölümden
döküldü: Ethan Burke işkence görmüş bir
kahraman, melek gibi eşine ve evine geri dönüyor, geçmişin gölgeleri ile mücadele
etmek zorunda. Öte yandan dizinin ana gizemi ise şu: Burke aslında nerede?
Komada? Tuhaf bir kasabada? Yoksa arafta mı?
Tüm bunlara rağmen Shyamalan’ın bir kredisi var. İlk
bölüm beni yakalayamadıysa da ilerleyen bölümlerde, hikâyenin beni ters köşe
yapacağını düşünüyorum. Bunun sebebi Shyamalan kara komedi ile belirsizliği iyi
karıştırabilen bir yönetmen olması. Dizi hakkında da şöyle diyor: “Tüm
karakterler bir sebepten ötürü tuhaf davranıyorlar ve dizi ilerledikçe
nedenlerini öğreneceksiniz. Şuna inanıyoruz, aslında neler olduğunu anlamaya
başladığınızda bunu ilginç bulacaksınız. Ama bu 'öğrendim, hadi hoşça kal' gibi
olmayacak. 'Hadi şimdi bundan konuşalım!' diyeceksiniz.”