"İyi kızlar
cennete, kötü kızlar her yere…" diyordu çocukluğumuzun Çıtır Kızlar'ı. En
fazla o şarkıdaki kadar bir kötülükten söz ediyoruz, fazlası değil. Ateş olsa
cürmü kadar yer yakabilecek olan Ayşe'nin apar topar akıl edip, daha doğrusu
(ve bence daha güzeli), Kerem'in aklına uyup aniden kötü kız oluşunu izledik
ilk bölümde. Bana sorarsanız bu kadar kötülük herkese lazım; çünkü ilk bölüm
boyunca gördük, gerçekte olduğu gibi Afili Aşk evreninde de hayat adil değil,
iyiler hep eziliyor ve mutluluk kötülere kalıyor.
Ha, hemen şuracığa
şerh düşeyim, Ayşe'nin, ailesinin baskısından kurtulmak için doğru düzgün
tanımadığı biriyle apar topar evlenmeyi seçmesini gerçekte olsa onaylamazdım
elbette, ama yerli diziler evreninde aşk oyunlarına, sahte evliliklere,
formalitelere vesaire hiiiiç itirazım yok, bu sıralar dizilerimiz bunlardan
geçilmese de. Yeter ki hikâye hem çiftlerimize hem de aşka adil yaklaşsın ve de
hepimiz birden çoooook eğlenelim!
Yaz dizileri
arasında en çok Afili Aşk için yükseltmiştim beklentimi. Kadro şahane,
tanıtımlar da çok güzel geldi ama yalan yok, beklentiyi yükseltmemin sebebi
Çağlar Ertuğrul'dan başkası değil. Fazilet Hanım ve Kızları'nın şahanesi Yağız
Egemen'den sonra onun komedide nasıl duracağını merak ediyordum. Bana Masal
Anlatma ve Ailecek Şaşkınız filmlerinde bunun ipuçlarını görmüş ve
heveslenmiştim zaten, yalnız olmadığımı da biliyorum. Ayrıca Çağlar'ın
oyunculuktaki hedefini yüksek tuttuğunu, kendini aşmak için çabaladığını ve
gelecek rolleri buna göre değerlendirdiğini de biliyoruz. Sosyal medyadaki
takipçileri olarak gülmeyi ve güldürmeyi ne kadar sevdiğini ve bunların ona ne
kadar yakıştığını da biliyoruz. E daha ne olsun? Dahası, Kerem Yiğiter'in o alışık
olduğumuz romantik komedi esas oğlanlarından farklı olması, yalnızca göz süzüp
poz kesmemesi, aksiyonun içinde, gülen ve güldüren bir karakter olması.
Açıkçası bölümün hikâyesi ve akış biçimi beklentimi tam olarak karşılamadı ama
tahminimden çok daha fazla güldüm ve güldüğüm sahnelerin çoğunda da Kerem
vardı. Şikayetim yok!
Yaz dizilerinin
(Ekip, "Yaz dizisi değil bu," diyor, biliyorum ama kusura bakmayın,
ben böyle demeye devam edeceğim) ilk bölüm handikapı şu: Çıkış noktalarını, iyi
bildiğimiz, çok tanıdık hikâyelerden aldıkları için neyi izleyeceğimize dair
soruyu yanıtlayana kadar ağır ve sıkıcı gelebiliyor sahneler. Afili Aşk'ta da
çok farklı değildi bu durum. Özellikle Özkayalı ailesinin (esas kızın soyadını
"Yılmaz" koymadığınız için teşekkürler^^) evinde geçen sahnelerde
fazlaca sıkıldım maalesef.
Kısaca özetleyecek
olursam bu bir zengin oğlan-fakir kız hikâyesi ve bu klişenin aklınıza
getirebileceği her şey mevcut burada. Ama sadece başlangıçta. Kızımız Ayşe,
biri baskıcı, biri çıkarcı iki abi ve etkisiz bir anne ile büyümüş. Şehir
dışını kazandığı için üniversiteye gönderilmemiş, ancak rahmetli babasının
asker arkadaşının konfeksiyon atölyesinde çalışmasına izin verilmiş, iyi
kalpli, iyi niyetli, ezilmiş bir kız. Kendisine kalın çizgilerle çizilen sınıra
hiç itiraz etmemiş, ailesinin istediği gibi yaşamaya çalışarak gelmiş bugüne.
Ailesinin henüz haberdar olmadığı bir ilişkisi var ama onu da ailesinin
istediği paket içinde sunmayı hayal etmiş içten içe, yani nedir, çiçek çikolata
alınır, aileden istemeye gelinir falan... Ailesinin çizdiği sınırlar içinde
yaşadığındandır ki hayatı öğrenememiş, arkadaş seçmeyi de, sevgili seçmeyi de
becerememiş.
Oğlumuz Kerem ise
zengin, şımarık, çapkın ve işlerle ilgilenmeyen bir tip, her akşam eğlencede,
her gece başka birinin yatağında... Annesi bekler ki Kerem şöyle cemiyetten
biriyle "şık" bir evlilik yapsın, babası bekler ki Kerem şirkete
gelsin, işlerle ilgilensin... İlk bölüm gözlemim, iki karakterin en önemli
ortak özelliğinin bu olması, ama oraya sonra geleceğiz. Kerem'in tek gecelik
ilişkilerinden biri önce bütün ailenin ve basının gözleri önünde olay
çıkarır, ardından intihar girişiminde bulunur. Kerem o gece çok korkar ve
hastane koridorunda kendi kendine söz verir: bundan sonra bu hayata bir son
verecek, babasının istediği düzgün adam olacak, uçana kaçana yürümeyecektir.
Ailesinin zorla
evlendirmek istediği Ayşe, görücülerin geldiği akşam evi terk edip arkadaşı Gonca'nın
evine gider ve orada 'en yakın arkadaşım' dediği Gonca'yı sevgilisi Berk ile
basar. Gidecek yeri kalmadığını düşünen Ayşe kendini atölyede bulur, en azından
geceyi güvenli bir yerde geçirebilmek için. Beni gerçekten şaşırtan Kerem ise
çalışmak için atölyeye gider o akşam. Ayşe'nin Kerem'in babasının atölyesinde
çalıştığını söylememiştim ama tahmin etmemiş olamazsınız, yapmayın!^^
Atölyede karşılaşan
ikili bu noktada güzel güzel sohbet ederler. Kerem çapkınlık
alışkanlıklarından, Ayşe de atarlı tarafından sıyrılınca kendiliğinden akıverir
sahne, Ayşe anlatır, anlattıkça rahatlar, Kerem onu anlar, sakinleştirir, akıl
verir. Zaten, özellikle de her şey ters
giderken, böyle hiç tanımadığı birine içini dökmek ister insan. Ayşe'nin o
gardını indirmiş halini de, Kerem'in sözünü tutup Ayşe'ye yürümemesini de çok
sevdim. Ne yalan söyleyeyim, bundan önceki partnerlerini Çağlar Ertuğrul'a
yakıştırmakta zorlanmıştım, oysa Burcu Özberk'in adını duyduğum anda fikre
ısınmış, setten gelen ilk fotoğrafta da emin olmuştum onları yan yana
seveceğimden. İşte bu yükselişi en çok bu sohbet sahnesinde hissettim, bence
bizi güzel günler bekliyor…
Kerem, kalk yerine yat!
Burcu Özberk'i
Güneşin Kızları'ndan beri beğeniyorum, ekranda görmek istediğim az sayıda genç
kadın oyuncudan biri o. Ama iki sahnede özellikle gözüme battığını, beklentimin
altında kaldığını söylemek zorundayım. Biri, evlenmek istemediği için evde
annesine ağladığı sahne, oradaki oyunculuğundan koşarak kaçmak istedim, orada
Ayşe için üzülmem gerekiyordu ama ben duyguya kesinlikle giremedim. İkincisi
ise son sahne, bir anda 'kötü kız olmak ya da olmamak' kararını veren Ayşe'nin
o pencereden aşağı daha kendinden emin bir ses ve duruşla konuşmasını isterdim.
Bu sahnenin yeterince yükselememesinde yazılan repliklerin de payı var bence,
çünkü karakterlerin gerilimini, bizimse merakımızı adım adım yükseltmesi gereken
replikler o kadar zayıf ve birbirine benziyordu ki, sahne o tepe noktasına Ayşe
konuşurken değil, Kerem bayılırken ulaşabildi ancak. Bu iki sahne Burcu
Özberk'in nazar boncuğu olsun ve bundan sonraki bölümler o kadar iyi olsun ki
bunları unutalım gitsin.
Bu sahneler dışında
gözüme batan tek kişi Nazmiye. Hem karakterin nerede durduğunu anlayamadım,
kocasına bir gaz verip bir durdurmaya çalışması çok tuhaftı, Ayşe ile derdi
nedir çözemedim, hem de ilk kez izlediğim Beril Pozam'a gözüm bir türlü
alışamadı, onu role oturtamadım. Aynı derecede anlamadığım diğer karakter de
Asena Tuğal'ın canlandırdığı Hülya. Bu iki yenge bizi çok uğraştıracak gibi.
Bir de, Gonca ve Berk'in bundan sonra bu hikâyeye nasıl katkıları olacak hiç
anlayamadım, umarım bunun makul bir yanıtı vardır ilerleyen bölümlerde.
Bir de fikrimi paylaşayım sizinle: Bölümün sonunda iki ailenin atölyenin önünde karşılaştığı
sahnede, Ayşe ve Kerem'in abilerinin rolleri değiştiğini hayal ettim. Taner
Rumeli pasif, işlevsiz Samet'i, Ozan Dağgez de dediğim dedik Rıza'yı oynasaydı
güzel bir ters köşe olurdu diye düşündüm. Siz ne dersiniz?
Kısacası, yukarıda
da dediğim gibi, ilk bölüm iyi bildiğimiz bir hikâye anlattı bize, bundan sonra
farklılaşırsa kendi yolunu çizebilir, bize de keyfini çıkarmak kalır. İkinci
bölüm fragmanı da bize bunu vaat ediyor zaten.
Ben dizi yorumlamayı
çok özlemişim, bu hikâyenin de sürekli takipçisi olmaya niyetliyim. Her şey
yolunda giderse her hafta ekran başında olurum, bakarsınız yorumlamaya, dert
yanmaya ya da izlerken gözlerimden çıkan kalpleri paylaşmaya da gelirim ara
sıra.^^
Hepimizin yolu açık
olsun, iyi seyirler…