ATV’nin
bu sezonun iddialı işlerinden olarak tanıttığı Sevdam Alabora sonunda dün gece yayın hayatına başladı. Peşin peşin
uzun soluklu olmasını, çok iyi izlenme oranları almasını dileyerek başlayayım
ve bu yazıyı özellikle rating sonuçlarına bakmayarak herhangi bir dış etmen
etkisinden bağımsız ve net bir akademik ve teorik çerçeveden ziyade sadece ilk
bölüm izleniminden bana kalanlarla bitirip göndermeyi tercih ettiğimi de
ekleyeyim. Bol karakterli, iç içe geçmiş ve bölümler ilerledikçe eteklerindeki
taşları dökecek hikâyelerden oluşan ve adım adım temposunu yükselteceğini
tahmin ettiğim bir çatısı var. Daha “geleneksel” bir hikâye olarak da
tanımlayabilirim. Bu hikâyelerin ortasında da dizilerde alışık olmadığımız bir
karakter, vahşi atları evcilleştiren, doğayla iç içe Gökhan ve veteriner Zeynep’in
aşkını izleyeceğiz. Kadir Doğulu’yu böyle bir karakterde izlemek ayrıca
keyifli, karakteri çok yakışmış ve Elçin Sangu ile gayet güzel resim
veriyorlar. İlaveten Elçin Sangu’nun rahat ve sakin oyunu da Kadir Doğulu ile
“in tune” olmalarını sağlıyor. İlerleyen bölümlerde hikâye ilerledikçe birlikte
daha fazla ve güzel sahnelerini izleyebileceğimizi ümit ediyorum zaten onların
aşk hikâyesinin dizideki çatışmalar içinde önemli bir yer tuttuğunu tahmin
ediyorum.
Her ne
kadar hikâye bana “zor” ve “karışık” hiç gelmediyse ve gayet şematik bir
dizaynı olduğunu düşünsem de dün geceki yayın esnasında hikâyenin karışık
olduğu yorumlarına rastladım özellikle twitter kullanıcıları arasında. İlerleyen
bölümlerde birbiriyle bağlantılı irili ufaklı hikâyeler ve belki kurgu da daha
bir kristalize edilip bir puzzle’ın parçaları gibi yerlerine daha bir
oturduğunda ve temposunu da bu şekilde hareketlendirdikçe daha olumlu bir ivme
de kazanacaktır. Gökhan ve Zeynep arasındaki hikâye de (dolayısıyla ona bağlı
olarak gelişecek olaylar da) belki biraz daha belirginleşerek öne çıktığında
fragmanlarda hissettiğimiz aşk atmosferi de kimi izleyicilere “karışık” ve
“ağır” gelen taraflara denge sağlayabilir.
Bu
hikâyeyi bize sunan Aydın Bulut sinema deneyimi de olan bir yönetmen, bu
deneyiminin projeye katkı sağlamasını ümit ediyorum. Özellikle dış mekânlarda hem
sık sık geniş hem de farklı açılarla zengin bir görüş alanı yaratılmaya
çalışılmış ve görüntü yönetmeni Sedat Yücel’le iyi bir sinematografi ortaya
çıkarmışlar.
Alp
Yenier’in dizinin müzikleri için tercih ettiği bazen duygu ve heyecan
yükselişini daha vurgulayarak veren senfonik, bazen (dizinin yedinci tanıtım
fragmanında duyduğumuz gibi) daha soft “Ege” tınıları bu hikâyeye dizilerde çok
tercih edilen ağdalı oryantal ve ağır melodilerden uzak bir müzikal dünya
kuruyor. Jeneriğin piyano ile sakin bir giriş yapıp vurmalı ve yaylılarla
kademeli olarak yükselen ve alçalan temposuyla çok başarılı olduğunu
düşünüyorum. Özellikle jeneriğin orta bölümünde duyduğumuz arkasındaki
vurmalılar eşliğinde ana temayı tekrarlayan çello solo çok güzel bir kullanım
olmuş ve çok güzel bir tat vermiş.
Oyunculara
baktığımızda başrol için seçilen Kadir Doğulu ekran ışığı ve karizması çok
yüksek bir oyuncu. Fatih Harbiye’den
sonra rüzgârı arkasına alıp koşmayı hak ettiğini söylemek de abartı değil. Bu
anlamda özellikle dizilerin jön ve jön damları için sınırı artık neredeyse
kalmayan her çeşit pr’ın iyice rutinleştiği, örneğin aynı ay birden fazla dergi
kapak konusu olmaktan marka(lar) yüzü olmaya uzanan bir yelpazede, giydiği
kostümlerin, kullandığı mekân, aksesuar ve objelerin hatta aldığı bölüm başı
ücretlerin (!) bile reklam sebebi yapıldığı ve tabiri caizse “pr’ın kadarsın”
noktasına geldiğimiz, projelerin, castların ve dahi bazen teknik ekiplerin bile
haftalar, aylar öncesinden binbir çeşit alayı valayla sunularak kafamıza
neredeyse vura vura kazındığı televizyon dünyasında (ki ne bu duruma bayıldığım
ya da doğru bulduğum ne de bunların rating garantisi olduğu için değil genel
gidişat hep bu yönde olduğu için yazıyorum) kendisi için tercih edilen yeni
projenin küçük bir kasabada aylarca gözlerden ve “görünür” olmaktan uzak
kalmasını gerektirecek bir iş olduğunu söyleseler ilk duyduğumda şaşırırdım ve “demek
çok güveneceğimiz bir proje ve hikâye” diye düşünürdüm, öyle olmasını da diliyorum.
Bu projenin dışında, bundan sonraki işleri için de hak ettiği başarıyı
getirecek hikâyelerle ve sadece Kadir Doğulu için de değil tüm oyuncular için
en önemli şart olan doğru projelerle buluşturulabilmesini diliyorum.
Aslında
son zamanlarda yeni jenerasyon jönler ve jön adayları için tercih edilen projeler
genel olarak erkek hikâyesi dediğimiz, örneğin Kuzey Güney, Şeref Meselesi
hatta Poyraz Karayel örneklerinde olduğu gibi hikâyenin ve gidişatın temelde ana
erkek karakter üzerinden gittiği, yani projenin o kişi üzerine kurulduğu işler.
Kadir Doğulu da doğal/esnek beden dili, aşırı mimikle yüzünü yormadan sahnesinin
ihtiyaç duyduğu duyguyu veren yüz ve ses kontrolü hakimiyetiyle güçlü bir
oyuncu, üzerine proje kurulacak jönlerden. (Yeri gelmişken sonraki projeleri
için kendisini güçlü ve iyi bir sinema projesinde de görmeyi çok istediğimi de
bir kez daha yazayım. Hatta benim gönlümden festivallik bir iş olsun veya partner
olarak ışığı kendisi gibi yüksek Farah Zeynep Abdullah, Öykü Karayel, Serenay
Sarıkaya gibi isimler olsun diye geçiyor hep, kısmet tabii.) Geniş bir ana
hikâye ile karakterler ve hikâyeler arası bağlantıların çok olduğu Sevdam Alabora’nın “özel” olarak bir karakter (yani Gökhan) temelinde ve onun
etrafında şekillenmesi ne kadar mümkün ya da nasıl şekillenecek şu an için
söylemek belki zor ama onun için en
doğru, rüzgârı arkasına alıp koşacağı proje olmasını tüm kalbimle diliyorum. Açıkçası
bu projeye kredim onun için açık ve herhangi bir olumsuzluk söz konusu olursa en
parlayacağı dönemde hiç hak etmediği bir geri çekilmeyi belki de yaşamak
zorunda kalmasını hiç hakkaniyetli bulamayacağım.
Fragmanlarla
ve dizi daha başlamadan etkisini hissettiren atmosferle ilgili olumsuz bulduğum
nokta yıllar önce yayınlanan Asi
dizisine benzetilmesi ve bununla ilgili sosyal medyada bitmek tükenmek
bilmeyen, “Asi çakması” sözleriyle
hayat bulan, tek tip ve indirgemeci yorumlar oldu. Bir hikâyenin nasıl ele
alındığını anlamak için en azından dizide ne olup bittiğini anlamaya yetecek kadar
bir süre “dizinin kendisini izlemek” için sabretmek gerekir. Dolayısıyla içinde
at, çiftlik, deniz ya da suya düşen bir kadın temalarından bir ya da birkaç
tanesini barındıran birkaç saniyelik herhangi bir tanıtım o dizinin başka bir
dizinin (mesela Asi) “çakması” olduğuna
delalet değildir, fragmanda at binen bir karakterin görünmesi onun otomatik
olarak başka bir dizideki x karakterinin “çakması” olduğunu ispatlayacak somut
veri olamaz. Bir işi kişisel olarak beğenip beğenmemenin ötesinde öncelikle bu
hakkaniyet konusunda anlaşabilmeyi umuyorum.
Bu projenin, ilk bölümünü bile
beklemeye dahi katlanmadan bir kaç saniyelik tanıtımlarına bakarak üzerine gidilmesinin
hakkaniyetli olmadığını düşünüyorum ama öte yandan da genel anlamda daha güçlü ve
etkili bir tanıtım ve pr’la diziye dair beklenti ve algı yönetimi, hem sosyal
medyada hem yazılı basında, daha etkili yapılamaz mıydı diye düşünmekten de
kendimi alamıyorum çünkü baktığınızda içinde star oyuncularıyla kaliteli bir
cast barındıran bir iş bu. Bu durum doğrudan rating getirisi sağlamayabilirdi
ancak en azından dizi üzerinde daha pozitif bir heyecan ve sinerji
oluşturulabilirdi.
Ancak
bir parantez açarsam, Sevdam Alabora
tanıtımlarında, Fatih Harbiye’nin
ikinci sezon tanıtımında herhalde olası en yanlış strateji ve pazarlama
hatalarından biri olarak hikâyenin doğruyu temsil eden karakteri Macit’in
sokaklarda derbeder dolaştırılıp düşüşünün heyecan yaratmasının beklenmesi gibi
olumsuz ve ters bir yola başvurmaktansa diziye popülerlik getirme yükünü tek
başına sırtlayan Gökhan/Kadir Doğulu’yu at üzerinde dört nala giderken sunmak çok
daha makul bir tercih olmuş.
Netice
itibariyle, yayın günü olarak altı dizi (ki hafta yedi günken bir gecede altı
dizi gerçekten “çok” fazla ve gerçekçi de durmuyor) ve farklı programlarla
neredeyse bir “jungle”a dönüşen Salı gecesinin tercih edildiği bu proje, ilk bölüm
ratingleri nasıl gelirse gelsin hem kanalının hem de yapımcısının üzerine
özenle yüklenmesini, üzerinde direnmesini hak ediyor. Henüz ilk bölüm
yayınlandı ve bu çok erken bir dönem olduğu için bir fırsat da aslında. Üslûbu
olan ve içerik arz eden her eleştiri fayda sağlayabilir ama abartılı olumsuz
yüklenmelere, gereksiz kıyaslamalara da hiç moral bozmadan kulak tıkamak gerekebilir
çünkü ilk bölümlerinde çok düşük oran ve sıralamalarla başlayıp dikkat ve
özenle ilgilenildiğinde gayet iyi yerlere gelen işleri gördük, hâlâ da
görüyoruz.
Umarım
ve dilerim evini, düzenini ve alışık olduğu hayatını bu iş için bırakıp aylarca
bambaşka bir kentte yaşamak ve iyi bir iş çıkarmak için fedakarlık gösteren,
yorulan oyuncuların ve çalışanların emekleri, yorgunlukları boşa gitmesin,
karşılığını bulsun.
*Başlıktaki
ifade Kadir Doğulu’nun 10.02.2015 tarihli Habertürk gazetesine verdiği
röportajda kullandığı ifadeden (ufak değişiklikle) alıntıdır.