Bir süredir ekran karşısına geçmiyorum, geçemiyorum. Uzun dizi süreleri kameranın önünde ve arkasında çalışanları yıldırdığı gibi, yapması gereken tek iş koltuğa yayılıp ekrana bakmak olan beni bile yıldırdı. En iyi ihtimalle özet hariç saat 21:00'de başlayıp 23:30'e kadar süren bir diziye, o kadar uzun süre konsantre olamıyorum. Bu aralar izlediğim tek dizi olan
Bizim Hikaye'nin bile saat 10:30'dan sonra olan kısmını ertesi günü internetten izlediğim oluyor, üzgünüm.
Geleneksel "Yerli dizi, yersiz uzun." serzenişimin ardından konuya girebilirim.
Herkesin olduğu gibi beni de izlediğim hikayeye motive eden birden fazla değişken var. Bu bazen hikayenin kendisi, bazen yönetmeni, bazen senaristi, bazen de oyuncu ya da oyuncuları oluyor. Yalan yok,
Yuvamdaki Düşman için motivasyon unsurum Pamir Pekin'di. Ancak gerek kendisi gerekse hikaye beni içine alamadı. Nedenleri sıralayacağım.
Yuvamdaki Düşman'ı izleme motivasyonum olan Pamir Pekin ile başlamak istiyorum. Çok uzun süredir kendisi takip eder, pek de severim. Gel gelelim ben bile artık kendisini aynı saç, aynı bakış, aynı jest ve mimikler ile ekranda görmekten oldukça sıkıldım. Bu duruma ek olarak, yer aldığı diziler arasında çok fazla zaman aralığı olmadığından mıdır bilinmez, benim gözümde, can verdiği tüm karakterler
İlişki Durumu: Karışık Murat Soykan ile
Gülümse Yeter'deki Kemal arasında. Murat demişken... Neden Murat Çifthanlı? Her Murat dendiğinde gözümün önüne
İlişki Durumu: Karışık'ın afişinin geliyor olması ile nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. Acaba sadece ben mi öyleyim; yoksa adı geçen diziyi izleyen herkes aynı mı hissediyor, onunla da ilgili pek bir fikrim yok. Ama Murat Çifthanlı gibi kilit bir karakter için bu kadar fazla soru işareti ve olumsuz izlenim, naçizane, gözümde
Yuvamdaki Düşman'ı yarışa bir adım geride başlattı. Murat Çifthanlı karakterine inanmadım. Üstelik inanmaya bu kadar hazırken...
Aslına bakarsanız "aynılık" durumunu Nebahat Çehre için de söyleyebilirim. Ne kadar da Firdevs Yöreoğlu kokan bir Olcay Çifthanlı. Gücü ve kontrolü elinde tutma çabası (Ki hikaye içerisinde çok haklı sebepleri olduğuna eminim.) çok tanıdık. Ben bu güçlü kadını daha öncede görmüştüm, aynılığa rağmen (ya da aynılıktan dolayı) Olcay Çifthanlı karakterinden etkilenmedim ancak inanmakta da güçlük çekmedim.
Aslı Tandoğan ve Yasemin'e gelirsek. Sanırım ilk bölüm içinde zevkle izlediğim tüm sahnelerde kendisi vardı. Yumuşak kalpliliği, vicdanı, eşine ve ailesine karşı tutumu en iyi anlatılmış karakterdi ki kendisinin de oyunculuğu ile bunun hakkını verdiğini düşünüyorum. Özellikle zaman ilerleyip, işler karışınca aynı tutum ve davranışları sergileyip sergileyemeceğini de merakla bekliyorum.
Ve tabii ki Ceren. Dürüst olmak gerekirse Murat Çifthanlı'dan sonra inanmakla inanmamak arasında kaldığım ikinci karakter Ceren.
KİM KİMDİR'e göz atanlar okumuştur: Ceren, ailesini geride bırakmış, hırslı bir kadın. Psikolojisi ileri derece bozuk ve kaybettiği her şeyi geri almak için bilenmiş. E yani? Psikolojisinin bozuk olmadığını bilmeden sadece kaybettiklerini geri almak için savaştığını bilseydim belki Ceren'e inanır hatta onu anlamaya çalışırdım. Zira sevdiği adamı kaybettiği kazadan sonra Çifthanlı Ailesi'nin olaydan "yırtma" çabası bile Ceren'in Çİfthanlılara bilenmesi için yeterli bir sebepken. Eğer bu "Ceren'in akıl sağlığı yerinde değil. Siz de kendinizi bu hikayede göreceğiniz tüm kötülüklere hazırlayın!" mesajıysa da bir izleyici olarak çok memnun olduğumu söyleyemeceğim. Hikayenin içine girip kaybolmak, sorular sormak, üzerine düşünmek varken daha ilk bölümde benim için Ceren'in yaptıklarının tek açıklaması var: Psikolojisi bozuk.
Yuvamdaki Düşman'ı izlerken beni heyecanlandıran, en çekici kısım kesinlikle Yasemin-Alper-Nil ve aralarındaki soğuk rüzgarlar, şimşekler ve aşkları oldu. Alper'in de Yasemin'e aşık olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, bu gerçek ve Murat ile nasıl başa çıktığını merak ettim doğrusu. Nil'in dilinin altındaki bakladan bahsetmiyorum bile.
Neredeyse 140 dakikalık bölümün geneline baktığımda ise "Vovvv, aşırı etkilendim!" diyemeyeceğim. Hatta etkilenip ağlatacak sahnelerin potansiyelini gördükten sonra topu taca çıkartmak neden? Örneğin, Ceren'in bebeğini kaybettikten sonra eve döndüğü sahnede Ceren'in neden ağladığını bilmek ve hatta onunla birlikte ağlamak isterdim. Kemal'i kaybettiği için mi, bebeğini kaybettiği için mi yoksa rahmi alındığı için mi? Madem akıl sağlığı yerinde olmayan bir kadından bahsediyoruz... Ama o sırada takdir klipten yana kullanılmış. "Kadınlar duysal; erkekler görsel." diye boşuna demiyorlar. Ben de bir kadın olarak Ceren'in acısını duymadığım için sahne "Ceren burada ağladı."dan öteye geçemedi. Eğer başka bir ülke yapımı dizi izleseydim bu kadar kısa sürede derdini anlatamaması normal der, ikinci bölüm kredisi verirdim. Ancak, neredeyse 140 dakika ekran karşısındaysam, ilk bölüm için çok daha fazla emek ve sürenin ayrıldığını da az çok biliyorsam en azından bu hikayenin, bu karakterlerin derdi neymiş, öğrenmek isterim. Zira dizi ekiplerinin de 140 dakika matematiğini çözdüğünü düşünüyorum. Bunun dışında Olcay Çifthanlı'nın bakıcı duyurusunu balkondan yapmasını da biraz abartılı bulup garipsedim. Balkon konuşmalarına siyasilerden alışık olduğum için olabilir.
Özetle; Dışardan baktığımda resim parlak ve güzel gözüküyor. Güçlü, zeki ve hırslı kadınlar ve erkekler. Hırs, entrika, savaş! Ancak hikayenin içindeki aşırı abartının hikayeyi gölgelediğini düşünüyorum. Karakterler ile birlikte hikaye de daha "inanılabilir" hale gelirse tadından yenmemesi için hiçbir neden yok.
Kişisel tercihlerimden dolayı
Yuvamdaki Düşman'ı, gününde bir değişiklik olmaz ise, gününde ve saatinde izleyemeyeceğim ancak vakit buldukça internetten takip edeceğim.
Tüm ekibe emeklerini boşa çıkarmayacak bol şanslar dilerim.