Salı akşamı Kanal D ekranına konuk olmak benim için bir
alışkanlıktı. Kanal D’nin Salı akşamlarını emanet ettiği Tutsak, bu alışkanlığımı
devam ettirecek şekilde ilgimi çekmese de ilk bölümüyle de merak uyandırdı, hikayesinde misafir etti.
Kafası karışık bir iş Tutsak… Ve bu karışıklığı rejiden
hikayeye, oyunculuklardan müzik kullanımına kadar bölümün tümünde hissettim. Seyirciyi avuç içine alan açılışı, ilk yarım saatte düşmeyen
temposuyla tanıtımlardan beklediğimden daha iyi bir işle karşılaşsam da
sonrasında düştükçe düşen temposu ve gereksiz değinilen yan karakterleriyle
beni uçsuz bucaksız bir sıkıntının içine sürükledi. Fakat yer yer minik ataklar
yaparak da finale kadar ekran başında kalmamı sağladı. İyi bir finalle bölümü
noktalarken ortada akmayan uzun bir blok bırakmış oldu.
Tutsak, bir televizyon dizisi için karanlık bulduğum
atmosferine rağmen seyirciyi kendine bağlı tutabilir mi? Tutabilir. Ama bunun
için doldurma sahnelerin, havada kalan repliklerin yerini dolu dolu bir hikayenin alması gerekir.
Örneğin; Ozan’ın ne kadar düzgün bir insan olduğunu bu kadar
vurgulamaya gerek yoktu bence. Ben Ozan’ı izledikçe tanımayı yeğlerdim. Ya da
evin sevimsiz gelininin arkadaşlarını ilk bölümden görmeme gerek yoktu. Hele de
bu kadar uzun bir sahneyle. Elif’i işten kovmak mı istiyorsunuz? Bu çok başka
yollarla da yapılabilirdi. Aile yadigarı bir vazo kırılabilirdi mesela. Ya da
bebek için özel yaptırılmış bir eşyaya zarar verilebilirdi. Gelin, yine çıldırırdı. Zaten çıldırmaya yer arayan bir karakteri delirtmek o kadar da karmaşık bir şey değil.
Kenan’ı, Bahadır’ı tanımadan Ozan’ı tanıyor olmamız da Ozan’a
yapılan vurgudan rahatsız olmamın sebeplerinden biriydi. Gizemli karakterler
yaratmakla, karakterleri tanıtmamak arasında minicik bir fark var bence. Kenan,
çok gizemli bir adam gibi görünse de bölüm boyunca bir adım bile yaklaşamadığım
bir karakter oldu. Bağ kuramadım. Çünkü ne hikaye ne de reji beni ona yaklaştırmadı. Ne zaman yaklaşacak olsam öyle bir savurdu ki, daha da uzaklaştım.
Bu noktada Bahadır, Kenan’dan bir tık daha şanslı. Asiliğini ve
takıntılı aşkını öğrendik nihayetinde. Annesiyle yaşayan bir genç adam olması, babasının yokluğu derken onun hikayesinde de bir yere 'tutsak olmayı' hissedeceğiz belki de.
Elif’in hikayesinin anlatımını ise çok sevdim. Geçmişle bugünün
harmanlanışı güzeldi. Kurgu da hikayeyi elinden geldiğince desteklemişti. Elif’i
izlerken de Gülper Özdemir düşündürdü beni. Bazı sahnelerde çok iyiyken bazı
sahnelerde beni hikayenin dışına atıyor olması tadımı kaçırdı. İstikrarsız bir
performanstı, umarım gelecek bölümlerde rayına girer. Zira Gülper Özdemir,
yetenekli bir ekran yüzü. Elif’in ona şans getirmesini isterim.
Caner Şahin… Benim Tutsak’ı izleme sebebim. Geçen yıl Babam
ve Ailesi'nin ilk bölümünde o genç adamın pırıl pırıl oyunculuğuna hayran
kalmıştım. Final yaptığında sadece onun için üzülmüştüm.Tutsak’ı izlerken de
biraz üzüldüm. İlk bölümde akışa uygun sahnelerinin dışında parladığı, ilk defa
izleyeni Google aramalarına yönelten, ‘İşte bu!’ dedirten bir sahnesini görmek
isterdim. Caner Şahin, tertemiz canlandırmış karakterini fakat parlamamış.
Pamir Pekin sağ olsun, her zamanki soğukluğunu alıp da
gelmiş. Ne karakteri, ne karakterinin yorumu hiç cezbetmedi beni.
Oyunculuklarla ilgili üzüldüğüm bir
nokta var; o da Sevim’de yer yer Süheyla Cevher tonlaması duymam. Belki
de Cevher ailesiyle çok içli dışlı olmaktan böyle hissettim, bilemiyorum fakat
bazı sahnelerde Süheyla Hanım’ın Aysel’le yer değiştirdiğini falan düşündüm.
Gelelim rejiye… İş, soğuk bir iş kabul ediyorum. Fakat bu
kadar boğucu bir atmosfer de fazla değil mi? Halbuki bölümün başında Elif’in
rüyasında resmedilen aydınlık dünya nasıl da içine almıştı beni. Bir tutsaklığı
hatta bence birden çok tutsaklığı anlatan bir işle muhatabız ama o işin
dünyasına girebilmek için beni çeken bir şeyler olmalıydı.
Tutsak; benim heyecanla beklediğim, eve koşarak gitmemi
sağlayacak bir iş değil. Fakat kötü bir iş de değil. Hikayenin nasıl yön
alacağını görmek için gelecek hafta da konuk olmak istiyorum. Sonrasında müsait
bir yerde inerim. Çünkü hikayenin rotasına merak etmek de bir yere kadar,
kurulan dünya beni içine alıp sonra yeniden kapının önüne bıraktıysa ben de
kendime yeni dünyalar ararım.
Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık... Bakalım Tutsak, salı seyircisiyle arasında kopmaz bir bağ kurabilecek mi? Ve Elif, tutsaklığından kurtulduğunu sanarken daha büyük bir tutsaklığın mı içine düşecek? Yoksa kafesini açıp da bıraktığı gibi kuş gibi özgürlüğe mi koşacak?