Adı Efsane: Derdim var dünyadan büyük diyenlerin öyküsü
29 Ocak 2017
Efsane Geri Döndü
Mert Ali Gündoğdu
Kenar mahallenin güneş ışığı, parkenin efsanesi, canımızın içi Koç
Tarık. Hayatındaki stepsle bir adımda zirveden deniz seviyesine inmiş
bir adamın, tekrar parkeye dönme hikayesi. Bu sefer tırnaklarını sert
kayalara geçire geçire, kazıya kazıya, düşe kalka.
Küçük kız çocuğunun kalbinden bazen; bazen de bir edebiyat
öğretmeninin kaleminden hikayeler... Bazen bir semt delikanlısının
yumruklarında saklı sevdalar; bazen de genç bir kızın boynundaki
kolyede saklı geçmişimize gömemediğimiz sevgiler..
Bendeniz, yeryüzünde nefes almaya başladığından beri 25 sene geçmiş,
son beş (5) senesini de Türkiye dizi, sinema, reklam ve klip sektörüne
bırakmış bir kardeşiniz olarak, takdir edersiniz ki oldukça televizyon
dizisi izlemiş, çekim ekibinde bulunmuş ve senaryo okumuşumdur. (BİLGİ:
Okudum ve izledim.) Haftalar önce fragmanını görüp 'PEK YAKINDA'
tarihini gördüğümde 'Ne zaman başlıyormuş yahu?' dedim kendi kendime.
Dizinin ilk bölümünün yayın tarihini ise tam da başlayacağı gün
takvimler 28 Ocak 2017'yi, saatim ise 18.00 sularını gösterirken ve
henüz güne gözlerimi yeni açmışken gördüm. Daha ayılamadan da dizi
başladı. Ben de L koltuğun köşesine -hala uykulu ve elimde
kumandayla- Nutellalı ekmeğin üzerine bir bardak çayla uzanmışken, hafif
doğruldum ve sesini de açtım televizyonun. Nazlı da (kedim) kıvrıldı
yanıma sanki olacakları önceden biliyormuş gibi. Halbuki hiç dizi
izlemez.
Erdal Ağabey selam verdi ilk sahneden. Bizim Behzat Amir. 46 Yok
Olan'dan beri görüşmemiştik ağabey, saygılar; diye aldım selamını.
(Arada arkadaşlarla toplandığımızda YouTube'u açıp 'Behzat Ç. efsane
sahneler' yazışlarımızı saymazsak.)
Adı Efsane, -benim de sonuna kadar katıldığım- ''Bir filmin konusu
yoktur. Sinema bir ifade biçimidir. Hüner, nasıl anlattığındır.''
teorisinin kanıtı olmuş. Tarık Hoca'nın geçmişine dair hikayeleri gelecek bölümlerde göreceğiz heralde. Ama geleceğe dair umutlarını; önce, hiç tanımadığı bir öğretmenin dolabında bulduğu
lacivert bir kazak, bıyıklı bir okul müdürünün vicdanı ve beş (5)
delikanlının kollarına sonra da 2 tane pota, 15x28 metrelik parke zemin ve
feleğin 45 cm çapında çemberinden geçecek basketbol topuna bırakma
biçimi beni etkiledi.
İlk bölümü izlerken hayret dediğim noktalar ise beğenimin bu denli
artmasını oldukça güçlendirdi. Mesela 43 (kırküç) yaşında durmayan lise
öğrencileri. ''Hayret! Nasıl olur da Türkiye'deki gençlik dizisinde
öğrenciler koca koca adamlardan seçilmez?'' dedim önce. ''Nasıl olur da
bu çocukların saçları jilet gibi fön çekilmiş kaskatı durmaz?'' dedim
sonra. Mesela ''Nasıl olur da okulun hademesi şive komedisi yapmaz?'' da
dedim. ''Nasıl olur da hocamızın büyük kızın sevgilisi sadece
yakışıklı olduğı için seçilmemiş, iyi oynuyor çocuk.'' dedim. Ya hocamızın küçük kızının ponçirikliğini, minnoşluğunu, tatlişkoluğunu
ne yapacağız? Evden kaçarken önce peluş patiklerini ve bez bebeğini
atması? Teyzesine fırça attığı sahnedeki performansını söylememe gerek
bile yok sanırım. Allah herkese Hakan, Fiko, Sadık ve Ali gibi arkadaşlar, Bahar gibi
öğretmenler, Zeynep gibi kız çocukları ve bütün hemcinslerime Tarık Hoca
gibi kayınpeder versin.
Dizinin birinci bölümü için tek olumsuz eleştirim: Menemen soğansız olur.
Projede emeği geçen bütün set emekçisi meslektaşlarıma öncelik
tanıyarak, senaristi, yönetmeni, yapımcısı ve ucundan kıyısından bu işe
elini sürmüş herkesin alfabetik sırayla yüreklerine sağlık. Karton
bardakta çayınız, erken paydoslarınız eksik olmasın. Allah DIŞ/GECE de
yağmur-çamur, öğünlerinizde sandviç ve geç ödeme nasip etmesin.
Son söz; sizin hayat dediğiniz, benim henüz bir isim bulamadığım bu Dünya'da
geçirdiğimiz sürede herkesin bir Tarık Hocası vardır ya da olacaktır.
Yoksa da arayıp, tarayıp, kazıp, eşeleyip çıkartın Tarık Ağabeyinizi
saklandığı yerden!
Eyvallah...