Adı Efsane: Derdim var dünyadan büyük diyenlerin öyküsü

Hayat Mücadelelerle Dolu
Berre Nur Bir

Açılışı Cem Karaca'nın sesinden 'Çok Yorgunum' şarkısıyla yapan bir diziye ilk bakış yazmaya çalıştığım için nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Ve şahane bir sahneyle başlandığını da söylemezsem olmaz. Son derece dağınık bir dükkanda beyaz gömleği ve toparladığı eşyalarıyla Tarık Hoca'yı gördük. Kızı arayıp onu ve ablasını teyzesinin yurt dışına götüreceğini söyler. Ve adam evi basar. Eski basketçi, efsane denenlerden... Ve bir şey olmuş belli, adam dağılmış. Ailevi sorunlar desen istemediğin kadar... Durumun bütününü ilk on dakikada anlamış oldum ki nasıl iyi geldi! Kim kimin nesi çıkacak, kim kimin arkasından işler çeviriyor diye enrtikadan entrikaya atlayan birçok hikayeden sonra ana hikayeyi daha en başında tepside sunmalarına çok memnun oldum. Büyük bir hevesle de aldım. ^^ 

Hocamız kızların velayetini alabilmek için düzenli bir hayata geçmeye çalışırken yolu Yalıköy Lisesi'ne düşer. İşte burada birbirine değen ve birlikte şekillenmeye başlayan hayatlar görürüz. Birinin derdi hallolurken diğerine sebep olur mesela. Tarık Hoca çocukları nezaretten kurtarmaya gidince evde yalnız bıraktığı kızını sokakta teyzesinin ve ablasının bulması gibi. Ya da Kıvanç'ın Melis'i 'aldatması' üzerine arabasının yokluğunun fark edilmesi ve sonuçta çocukların nezaretten çıkmaları karşılığında antrenmanları kabul etmeleri gibi. Bu ardı arkası kesilmeyen ve aslında hepsi birbirine bağlı olayları izlerken bir saniye bile sıkılmadım. İşin matematiği öyle hesaplanmış ki seyirciye sıkılmak için zaman verilmemiş. Tabii durum böyle olunca zamanın nasıl geçtiğini de anlamadım. Yerli dizinin uzunluğuna rağmen oflamadan bölüm bitti.

Erdal Beşikçioğlu ve oyunculuğu hakkında bir şey söylememe gerek yok sanırım. Zaten kendimde onu eleştirecek donanımı da görmüyorum. Onu izlemek büyük bir zevk her zaman için. Ama ekibin geri kalanı için bir şeyler söylemezsem taş olurum. Hiçbiri mi azıcık olsun boş olmaz? Nasıl, nereden buldunuz? Genç oyuncuların çoğu bilindik yüzler de değil. Bilhassa Cem Yiğit Üzümoğlu nasıl bir 'keşif'tir ya rabbi! Duruşu, bakışı, tonlamaları öyle güzel ve yerindeydi ki. Oyunculuk eğitimi almadım ya da oyuncu falan değilim. Dümdüz bir seyirciyim. Ve bana akseden oyunculuğu yorumlayabilirim sadece. İşin inceliklerini falan bilmem. Ve izlediğimden aşırı hoşnutum.

Tamam, en başta hocaya karşı tutumlarına ayar olmadım diyemem. Hatta kötü çocuklar olduklarını düşündüm. Hani şu uyuz tiplerden... Meğer öyle değilmiş. Kalplerinin güzelliğini çeşitli sebeplerden en derinlere gömmek zorunda kalan gençlerdenmiş. Hakan'ın sebebine azıcık nail olduk. Babası diye düşünüyorum, şimdilik. Arkadaşlarının yediği bir tava menemenin lafını daha çocuklar masadayken yapan bir baba var ortada. Belki daha öğrenmediğimiz neler neler var. Fiko'nun kız derdi var. Sibel'i sevmedim, onu da şuraya sıkıştırayım. Hiçbir şeyden memnun olmayan tiplere sinir olurum. Çocuk bir sürü aksiyona girip de seni arabayla almış. Ekmek arası yiyorsun diye laf yapıyorsun. Ayrıca ekmek arası iyidir, candır. Ne anlarsınız o ruhsuz, loş restoranlardan ben anlamıyorum.

Melis'in sürekli bağırıyor olması hariç her şeyi güzeldi. Bilhassa babasıyla spor salonundaki sahnesi göz yaşartmadı değil. Ama hiç biri Zeynep ve babasının evden kaçışlarıyla başlayıp otobüse binmeleri ve yer döşeğinde yatmalarıyla sonlanan sahneleri kadar duygulandıramadı. Leya Kırşan o kadar güzel ve deyim yerindeyse minnoş bir kız ki izlerken yanaklarını sıkasım geliyor. Oyunculuğu ise bir çok yetişkinden kat be kat daha şahane belki de.

Dizide şahane olmayan hiçbir şey yok zaten. Müziklerden de bahsetmek istiyorum. ''Müzik işi kimde acaba?'' diye düşünürken gördüm ki Alpay Göltekin, Zeynep Alasya ve Caner Özkan'daymış. Beni bilen bilir, Kiralık Aşk'ın en çok da müziklerine yangındım. Onları da aynı ekip yapmıştı. Adı Efsane'de de onların elinden çıkan notaları dinlemek büyük bir zevk olacak belli ki. ^^ Yönetmen koltuğunda ise yine benim en son Kiralık Aşk'ta Tranba olarak izlediğim Devrim Yalçın var. Tranba'yı günahım kadar sevmezdim ama kendisini yönetmen koltuğunda pek bir ayrı sevdim. Kiralık Aşk'ta işin arka tarafında ne kadar şahane olabileceğini azıcık görmüş bir seyirci olarak bu akşam izlediğim bölümle yanılmadığıma kanaat getirdim. Kendisinin ve ekibinin motivasyonunun düşmemesini diliyorum. Çünkü böyle çogzelsiniz.

Toparlamak gerekirse Tarık Hoca'nın mücadelesi zorlu. Hem oldukça içine kapanık gençlerle bir basketbol takımı çıkarması gerek hem de kızlarını yeniden kazanması. Seçil'le başı dertte ve daha da kurtulamayacak belli ki. Öte yandan Bahar Hoca var. Onunla da işler ne yönde akacak merak konusu. Oy oy oy, elde işlenmeyi bekleyen tonla konu var. En sevdiğim... ^^

Adı Efsane Tarık Hoca'sından Salih'ine, müdüründen hademesine (ki bıyıklara şiir yazılır, o derece ^^), uçak mühendisi olmak isteyen Faruk'tan basketbol oynamaya naz eden Hakan'ına kadar şahane bir kadroyla ve cillop gibi teknik ekibiyle cumartesi akşamlarımızı kiralamaya geliyor. Benden söylemesi... Herkesi can-ı gönülden tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER