Klasik
müzik ana temayken, dizinin müziklerinden bahsetmemek olmaz şimdi. Bak çok ciddi
diyorum hayatımda dinlemediğim kadar klasik müzik dinledim bu dizi vasıtasıyla. Meğer
sebze yemeği o kadar da kötü bir şey değilmiş ya ;) Biraz daha abartayım bölüm
bitince en sonda girilen müziği bile oturup dinledim yani bayağı ciddili. İnsan
hayret ediyor. Efsane ya şarkılar. Bir de senfoni konser verdiği için Rodrigo
Reyiz yönetiminde 2-3 bölümde bir falan bu vesileyle canlı performans
izliyorsun bir nev-i. Bazen sen de gaza geliyorsun nerde uleyn benim batonum
deyip ayağa fırlayıp orkestrayı yönetmeye kalkıyorsun. Baton diye evdeki
oklavayı falan kullanma tavsiye etmem girer mirer şimdi bir yerine gazi olma bu
uğurda. O daha çok ‘Yaramaz Çocukları Yola Getirme Orkestrası’ şefi olan
annelerin kullandığı baton çeşidi. Sana gitmez o.
Amor… Aşk… Her
dizinin olmazsa olmazı. Shiplediğim bir çift var elbette dizide. Evet bu zamana
kadar shiplediklerimin çekmediği dertle çile kalmamasına rağmen utanmadan burda
da bir çifti shipliyorum. Yok, ben kendim kaşınıyorum, rahat duramıyorum. Hani bu
ikili ilerde kavuşamazsa falan başka sebep arama zira sebebi çok basit ben
shipliyorum daha ne olsun arkadaşım. Rodrigo-Hailey ship ship ship!!! Hailey(Lola
Kirke) kim dersen obuacı bir arkadaşımız. Büyük ihtimalle obua ne şu an
bilmiyorsun ya da benim kadar cahil değilsin biliyorsun her neyse işte,
senfoninin yedek obuacısı kendisi. Aynı zamanda Rodrigo’nun asistanı. Aralarında
değişik bir iletişim var. Rodrigo da her dahi gibi koca bir bebek. Eee bu bebekle
birilerinin ilgilenmesi gerek. Tamam altını değiştirmek falan gerekmiyor ama
derdini dinleme olsun, yaptığı çılgınlıklarda destek olma olsun, bazen frenleme
olsun bu işleri yapıyor Haileyciğimiz. İkisi de birbirine kapılmış durumda ee
benden, seyirciden hiç kaçar mı bu, onlar henüz farkında değil ama amor is
coming… (gelmedi)
Dizi
tam olarak aşçı bahçıvana, bahçıvan hizmetçiye, hizmetçi şoföre, şoför ev sahibine
kafasında bir ilişki ağına sahip. Oy ki ne oy! Huh huu yani. Kimin eli kimin
cebinde belli değil zaten onu geç, herkesin eli herkesin cebinde. Misal 5 kişi mi
var ekranda o an, onun işte 2'li kombinasyonları bazen 3'lü kombinasyonları falan
filan. Gerçi çok da yargılamamak gerek arkadaşları. Adamlar müzisyen biraz
farklılar, hayata karşı tutkuları bambaşka. Atıyorum, senin en büyük derdin
"ayy şu dizideki kızla oğlan artık bir mutlu olsun"ken adamın derdi senfoni
yazmak. Senfoni hani şu Mozart amcamızın falan bestelediği türden. "Ay ne var
bunda?" deyip geçme, sen bir izle hele, göreceksin ne kadar zor bir iş olduğunu.
O
kadar dedim sana orkestra da orkestra diye birazcık da şu arkadaşları tanıtayım
ayıp olmasın onlara da. Rodrigo’yu az çok tanıttım zaten, İspanyol boğası
diyelim biz ona. Sonra ondan önceki şef Thomas (Malcolm McDowell) var. Adama direkt Thomas dedim ama Thomas amca falan desem
daha doğru olur sanırım babam yaşında nerdeyse kendisi. Ama bir o kadar da genç
bir ruha sahip. Yani yaş 70 iş bitmemiş diyelim sen anla. Hailey obuacımız,
bahsettim. Sonradan Rodrigo tarafından keşfedilince katılıyor ekibe. Cynthia (Saffron
Burrows) ekibin çellisti -böyle bir kelime varmış ya ben çellocu deyip geçerdim
normalde- oluyor. Bayağı güzel bir kadın kendisi. Tü tü tü maşallah! Güzelliğini
bir güzel de kullanıyor gerçi o konuda da sıkıntı yok hani:) Neyse özel hayatına
girmeyelim şimdi kadının.
Devam ediyorum Betty (Debra Monk) senfoninin birincil
obuacısı. 35 yıldır orkestrada. Evet, 35 koca yıl. Ben 20'li yaşlarımdayım "oha 20
küsür yıldır dünyadayım" diye triplere giriyorum, kadın 35 yıldır obua
çalıyor. Helal olsun yani ne diyeyim. Nice 35 yıllara! Bob(Mark Blum) ise ekibin pikolocusu. Pikolo
ne dersen hani benim muhteşem, harika(!) müzik kariyerim vardı ya flütle
başlamıştı, hah işte pikolo da bir flüt çeşidi. Böyle biraz minnak bir flüt. Bu
arkadaş da onu çalıyor. Gloria (Bernadette Peters)var sonracığıma orkestradan
değil ama bir bakıma bir parçası
orkestranın. Şöyle ki kendisi orkestranın genel müdürü. İşte yeni şefleri falan
bulmak olsun, sponsor ayarlayıp orkestraya maddi destek sağlamak olsun bu
işlerle uğraşıyor. Valla zor iş ya öyle sponsor deyip geçme. Şefler falan böyle
bir şirinlikler yapıyor yardım gecesi tarzı şeylerde hop kartlar kalkıyor evet
x kişisinden 5 bin dolar orkestraya destek diye. Mühim yani. Bu kadar mı, değil
tabii. Daha tonlarca emektar insan var bu orkestrada. Hepsi birbirinden değerli bir
sürü harika insan… Tek dertleri müzik olan, müzikle yaşayan, müzikle nefes alan
güzel insanlar. Sadece onlar için bile değer be!
Mozart
In The Jungle bu zamana kadar izlediğim en ilginç dizilerden biri. Ay klasik
müzik mi var bu dizide, umarım izlerken uyumam diye başladığım, 2. sezonun son
bölümünü izledikten sonra ‘büyük lokma ye, büyük laf etme’nin ne anlama geldiğini
bir güzel anladığım dizi. “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur.” Ben
zoru başardım. Sen de başarabileceğini düşünüyorsan iyi seyirler!