“Ötekinin işi çok
zor bu topraklarda.” 15 Temmuz 2008 tarihinde Ahmet Yıldız, eşcinsel olması
nedeniyle babasının silahından çıkan yedi kurşunla öldürüldü. “Normal”in dışına
çıkan, toplum tarafından ötekileştirilen tercihi yüzünden hem de. Ne kadar
büyük bir suç, değil mi? 2011 yılında M. Caner Alper ve Mehmet Binay, onun
hayat hikayesinden esinlenerek gerek ulusal gerekse uluslararası alanda pek çok
ödül kazanan Zenne filmine imza attı.
Dürüst olayım bu korkunç cinayeti (cinayetin önüne de neden “korkunç” sıfatı
ekleriz anlamam, hangisi korkunç değil ki?!) de ele alan filmi kurgusal anlamda
topa tutmuştum ama Ahmet Yıldız’a hayat veren Erkan Avcı’nın performansını asla
unutamadım. Evet, kendi deyimiyle bu topraklarda işi çok zor olan,
ötekileştirilmiş bir bireye hayat vermişti. Diyarbakırlı oyuncu bu işin
ardından Karadayı dizisinde Necdet
aracılığıyla muazzam bir anti-kahraman portresi çizdi. Cesur ve Güzel’deki Korhan’la da yaralarını hatalarıyla örtmeye
çalışırken daha da büyüten bir karaktere hayat verdi. Ve şimdiyse Çukur’un Çeto’su o. Geçtiğimiz sezon
Ranini’ye “Ben Erkan Avcı röportajı yapmak istiyorum” deyip talebimi
ilettiğimde röportaj Ranini’ye sekmiş ve ben de “Ne yapalım kader değilmiş”
düşüncesiyle bu gerçeği kabullenmiştim. Anti-kahraman, gri, ötekileştirilmiş
gibi anahtar kelimelerin vuku bulduğu bir filmografiye ve de stereotiplerin
dışında bir tipolojiye sahip Erkan Avcı’yla buluşmak nasip olmadı ama
geçtiğimiz sezon niyet edilen röportaj yine yeniden bana sekti.
Aşağıda
göreceğiniz soruları abartısız 7 dakika içinde hazırladım. Çünkü hafızamın
Omega 3 yağıyla cilalanan kısmında var olan isimlerden biridir Avcı. Beynimdeki
makinist, onun filmografisinin makaralarını sarmaktan bıkıp usanmayacak büyük
ihtimalle. Hayat verdiği her karakteri pimi çekilmiş bir bombaya çevirip
mayınlı arazinin ortasına koyan, sonra da bu mayınlı araziye giden demir
kapının anahtarını hiç çekinmeden izleyiciye teslim eden oyuncu, her yeni
işinde kendisini olduğu kadar bizi de heyecanlandıran karakterlere hayat
vermekte rakip tanımıyor. Geçtiğimiz sezon “Çukur’a
düşse ne güzel olur” derken “Erkan Avcı,
Payitaht Abdülhamid’in kadrosuna dahil oldu” haberi sonrası yıkılsam da bu
sezon “Keşke daha büyük bir şey isteseymişim” dedirten gelişme oldu ve Avcı,
Karakuzular’ın lideri Çeto’ya bürünerek Çukur’a
düştü. “İnsanın en büyük yarası neredeyse en derin çukuru da orasıdır” diyerek
konumlandırdığı Çukur’da kahkahası,
deli bakışları, yüzeyin çok altında kalan yaralarıyla var olan Çeto ile yine
yeniden çıtayı yükselten Erkan Avcı’ya oyunculuk kariyerindeki yolculukta şoför
koltuğuna oturup bizleri de yolcuları kıldığı ve de yüz yüze sohbeti aratmayan
bu cevapları için teşekkür eder, sözü kendisine bırakırım.

● İtiraf ediyorum; bu sezon Çukur’un ilk sezon ilk bölümünde ne istediysem o gerçekleşti.
“Erkan Avcı ve Necip Memili bu dünyanın içine girse ne güzel olur” dedim; keşke
daha büyük bir şey dileseymişim. Sizi Çukur
dünyası nasıl karşıladı? Karşınızda nerede kalan ve ne yöne gidecek bir hikaye
buldunuz?
İyi ki böyle bir
şey dilemişsin (gülüyor.) Çukur ekibi
üç yıl boyunca Karadayı’da çalıştığım
ekiple hemen hemen aynı, daha önce çalıştığım insanlar. Alışma sürecinden çok
özlem giderdik. Çukur hem hikayesi hem de karakterleriyle, yönetmenleri Sinan Öztürk ve
Özgür Sevimli tarafından çok iyi kurulmuş ve kurgulanmış bir dünya. Yazarımız
Gökhan Horzum, Karakuzuları kendi kafasında tüm ayrıntısıyla olgunlaştırmış,
karakterleri demlenmiş bir şekilde karşıladı beni. Öte yandan geçen senenin
aksine dağılmış bir Çukur, parçalanmış karakterler vardı karşımda kurgu gereği.
Karakuzuların girişiyle bütün güç dengeleri değişmiş, Çukur’un kimyası
bozulmuştu. Yazım, yönetim ve yapım anlamında yepyeni bir dünya kuruldu. Bu
yeni kurulan dünyada sanırım taraflar tüm güçleriyle kendi çukurlarını inşa
etmek için savaşacaklar; karakterler de öyle.
● Çeto’yu okuduğunuzda ilk izlenimleriniz neydi onun
hakkında?
Sanırım en uygun
kelime “sıradışı” olur; evet, ilk duygum buydu. Çeto, davranış ve karakter
olarak tahmin edilemez bir yapıya sahip. Özel bir karakter, gerek yaşadıkları
gerekse ruh dünyası onu bambaşka bir insan yapmış. Her dramada
karşılaşabileceğimiz bir karakter değil. Tam bir kara kutu. Sevdiklerini,
sevmediklerini kendi elleriyle gömmüş, can almış, can kurtarmış, akıllı değil, deli
değil, köksüz gibi görünen ama en çok kendi köklerinden kaçmış biri. Aslında
çok ağır sırları ve yaraları var. Hikaye sandığı açıldıkça seyirciye büyük
sürprizler yapıp dantel gibi işlenecek bir karakter.
● Karakuzular çok incelikli, detayla örülmüş bir
parça Çukur’un hikayesinde. Hepsi
eşit ama bir yandan da aralarında kast sistemi var. Aslında tezatlıkları barındıran
bir grup. Siz Karakuzuları nasıl yorumluyorsunuz?
Karakuzuların dünyası
“kardeşlik” üzerine kurulu. Kendi içlerinde birbirlerine ast-üst olarak değil,
isimlerle hitap ediyorlar, çünkü birler! Yazarımızın da tariflediği gibi Çeto,
Karakuzuların kardeşi ve lideri. Bu liderlik, hiyerarşiden çok ihtiyaç duyulan
akıl ve yol göstericilikten kaynaklanıyor. Aile menfumuna değil; yoldaşlığa, kardeşliğe
ve kader ortaklığına inanıyorlar. Bir şekilde toplumdan, aileden dışlanmışlar
ve yürüyebilecekleri legal yollar tükenmiş. Onun için kendi hukuklarını, yollarını
oluşturmaya çalışmaya başlamışlar. Bu durum da onları zamanla Karakuzular
yapmış.
● Çeto’nun kırmızı çizgisi nedir sizce? Oyuncuların
çoğu karakterlerinin bu kırmızı çizgilerinden yola çıkarak onu inşa eder. Sizin
için hangi durum geçerli?
Çeto için kırmızı
çizgi her durumda değişebilir bir şey. Küçük için büyüğü, büyük için küçüğü
feda edebilir. Çizdiği çizgiyi silebilir ve yeniden yeni bir çizgi çekebilir. Çeto’yu
tam da bu tavrı ve karakteri tahmin edilemez yapıyor.
● Deli Yürek, Kurtlar Vadisi
gibi ataerkil dizilerin izleyicileri de bir o kadar ataerkil oldu. Ancak Çukur ataerkil bir hikaye olmasına
rağmen kadın izleyicileri de kendine çekti. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Hemen hemen var
olan tüm dramaların erkek dünyası üzerinden inşa edilmesi sadece bizim değil
tüm dünyanın ortak sorunu aslında. Ve bu durum son zamanlarda çokça tartışılıp konuşulmaya
başlandı. Kurulan kadın dünyaları bile erkek dünyası üzerinden inşa ediliyor;
bu önemli bir sorun. Büyük yazarlar bile bu noktadan çok kaçamamışlar ya da
kaçınma gereksinimi duymamışlar. Kısa vadede olmasa bile uzun vadede bunun
aşılacağını düşünüyorum. Sadece daha fazla kadının setlerde, işin mutfağında,
yazım ve yapım aşamasında çalışıp en önemlisi de inisiyatif alması gerekiyor. Çukur’un kadın izleyici tarafından ilgi
görmesinin sebeplerinden biriyse işin duygusunun çok yoğun olması. Müzikleriyle,
rejisiyle, oyunculuklarıyla “erkek işi” olmasının yanı sıra kadın dünyasına da
hitap edecek bir duygu yoğunluğuna sahip. Tüm karakterlerin kendi duygu
dünyası, iyi-kötü tarafları ve zaafları var en iyisinden en kötüsüne. Bu durum
işi daha çok izlenir kılıyor bence.
● Bu hayatta ve de dünyada durduğunuz konuma
baktığınızda sizin için “çukur” nedir ve neresidir?
Çukur insanın
kendisidir! İnsanın içidir çukur. Biriktirdikleriyle, sırlarıyla, eğrisiyle
doğrusuyla ve elbette yüküyle insan çukurun ta kendisidir. “Peki neresidir?” derseniz;
bazen aklıdır, bazen yüreğidir, bazen fikridir çukur kişinin. Hepimizin içinde
çukur, çukurlar var. Zaman zaman içine düşüp çıkamadığımız, çıkmak istemediğimiz.
Çukur, kendin olmaktan başka çarenin kalmadığı ya da kendin dışında her şey
olmak istediğin yerin adıdır. İnsanın en büyük yarası neredeyse en derin çukuru
da orasıdır.
● Çukur’da
bir bölümlüğüne olaylara farklı bir karakterin gözünden bakacaksınız ve Çeto’yu
da başka birine emanet edeceksiniz. Hangi karakterin gözünden bakmak isterdiniz
ve Çeto’yu kime emanet ederdiniz?
Bu sezon akıl
sağlığını kaybetmiş Akşın’ın gözünden bakmak isterdim Çukur’a. Gerçek bir delinin tüm bu olanları nasıl gördüğü çok merak
uyandırıcı. Ve kendimi emanet edeceksem tabii ki İdris Baba’ya emanet ederim
(gülüyor.)
● Son olarak Müslüm
filminde de Müslüm Gürses’in menajeri rolünde sizi izledik. Bu denli güçlü bir
otobiyografik filmde rol almak size neler hissettirdi? Müslüm ve de arabesk
kültürü denildiğinde sizde ilk çağrışan unsurlar, olaylar neler o yıllara
gidecek olursanız?
Müslüm Gürses son
dönemin en önemli figürlerinden biri. Böylesine güçlü ve sorumluluk isteyen bir
işin içinde olmak beni çok heyecanlandırdı. Mustafa Uslu çok iyi
projelendirilmiş bir iş sundu bize. Çekim aşaması çok meşakkatli geçmesine
rağmen ortaya çıkan işten hepimiz çok memnunuz. Arabesk kültürünün bende ilk
çağrıştırdığı şey o yıllar için; bunalım. Bireysel bir bunalımdan ziyade
toplumsal bunalım. En önemli fotoğrafı da Haydarpaşa Garı’nda elinde valizle ne
yapacağını, nereye gidebileceğini bilmeyen insanlar. Bu yabancılaşma
duygusundan, bu çaresizlikten çok fazla beslenmiş arabesk müzik. Arabesk müzik
dinleyicisi değilim ama buna rağmen Doğulu olmam sebebiyle duygusunu, dilini
rahatça anlayabildiğim bir müzik.
● Müslüm
filmiyle ilgili konuşurken geçenlerde “Aslında bir de Neşet Ertaş filmi olsa ne
güzel olurdu” sohbeti içinde buldum kendimi. Kimin hayatının filme uyarlanması
sizi heyecanlandırır hem oyuncu hem de izleyici olarak?
Ben hem seyirci
hem de oyuncu olarak Ahmet Kaya’nın hayatını beyazperdede görmeyi çok isterim.
● Bugüne kadar canlandırdığınız tüm karakterleri
hayranlıkla izledim ve belki de o nedenle mail yoluyla yaptığım için en çok
üzüldüğüm röportajlardan biri oldu bu. Sizi hangi işte olursa olsun izlerken
hep “pimi çekilmiş bir bombanın vücut bulmuş hali” etkisiyle izliyorum. Hem çok
minimal, sakin ve naçizane oynanması gereken şekilde oynuyorsunuz ama bir
yandan da yaptığınız her jest ve mimikte bir açık kapı bırakıp izleyiciyi o
kapıdan içeri alarak mayınlı tarlaya doğru çekiyorsunuz. Bu açıdan baktığınızda
kendinize oyun alanı oluştururken neleri gözetiyorsunuz?
Sizin gibi işini
hakkıyla yapan birinden böyle bir yorum duymak beni çok mutlu etti, öncelikle onu
söylemeliyim. Oynadığım karakterlerde alışılmışın dışında taraflar, yorumlar
bulmayı seviyorum. Bu durum, işi benim için de daha eğlenceli hale getiriyor haliyle.
İçinde bulunduğumuz sistem oyunculardan sürekli “güvenli alanda” kalmasını
talep ediyor. Yani bir oyuncu bir önceki işinde nasılsa ya da en iyi becerdiği
şey ne ise onu o çemberde istiyorlar, en azından genel eğilim bu yönde. Bu
güvenli alan bir süre sonra oyuncu için de daha konforlu bir hal alıyor
haliyle. Ben bu güvenli alanı terk ederek başlamaya çalışıyorum her işimde. Karakteri
kendime getirecek bir yol aramaktansa, karaktere gidecek bir yol bulmaya
çalışıyorum. Bu her zaman kolay bir yol değil, kendi içlerinde riskler taşıyan
bir durum ama olduğum yerden geriye baktığımda şükür ki hep böyle yapmışım
diyorum.
● Bu yıl DasDas’ın sahneye koyduğu Timsah oyunuyla da sahnede olacaksınız.
Biraz oyundan bahsedebilir misiniz?
Timsah, Tom Basden’in Dostoyevski’nin aynı adlı hikayesinden yola çıkarak
kaleme aldığı bir oyun. Gösteri dünyası için oldukça başarısız hatta çekilmez
bir aktör-performans sanatçısı İvan’ın hayvanat bahçesinde bir timsah
tarafından yenip ölmemesi üzerine bir kara mizah. Sistem eleştirisi ve
seyirciyi kendi ahlak yapısını, beğenilerini, gördükleri ve görmedikleriyle bir
hesaplaşmaya davet ediyor Tom Basden.
● Oyunla ilgili tanıtım metninde “Gösteri toplumunun
sistemle el sıkışmayı tercih eden aktörleri” şeklinde bir ibare var. Anladığım
kadarıyla kendinden ödün veren bireyleri izliyor olacağız. Özellikle bugünün
sistemini ve gösteri toplumunu düşündüğümüzde bizi nasıl bir metin bekliyor?
Bu soruya
yönetmenlerimizin diliyle cevap vermek isterim; dört oyuncu bu oynadığımız oyunda
incelikli ile vasat arasındaki savaşa ‘’like’’ imgelerinin, onay emojilerinin
arasında süren hayatlarımıza komedinin distansı ile selam gönderiyor. “İzleyen
kim?”, “İzlenen kim?”, “Şimdi kim ünlü olacak?!”
● Bugüne kadar canlandırdığınız tüm karakterler
karşınızda olsa; hangisinin Erkan Avcı’yı oynamasını isterdiniz? Sonuçta bir
oyuncu olarak yarattığınız karakterler sizden parça taşıyan ama bir yandan da
ayrı bireyler. Kimin Erkan Avcı yorumunu görmek isterdiniz ve Erkan Avcı’nın
hayatındaki hangi olayı onun gözünden izlemek keyifli olurdu?
Osman Sınav’ın
yapımcılığını yaptığı Sakarya Fırat
dizisinde Ethem Tekintaş karakterini oynamıştım. Bir toprak ağasının oğlu. En
çok onun gözünden izlemek keyifli olurdu benim içim herhalde. Diyarbakır’dan
çıkıp İstanbul’a geliş ve konservatuar sürecimi izlemeyi çok isterdim.
● Bomboş bir sahnedesiniz; zaman ve mekan uzamını
unutun. Size sadece “oyun” denildi. Sizi nasıl bir kostümle, nasıl bir mekan ve
zaman uzamında görürdük ve ağzınızdan çıkacak replik ne olurdu?
Bomboş bir alan, hiçbir şey yok.
Arkamda sonsuz derinlik, üstümde çok sade siyah bir kostüm ve replik de “Yıktın
perdeyi eyledin viran, gidip sahibimi çağırayım heman…” olurdu.
KISA KISA
Son zamanlarda sizi en çok etkileyen film(ler):
Özgür Sevimli’nin Murtaza’sı ile Emre Konuk’un Çırak filmi beni hem tarzları hem de
anlatı dilleriyle etkiledi.
İzlemekten keyif aldığınız ve defalarca izlediğiniz film(ler):
Neşeli Günler, Hababam Sınıfı serisi. İkisine de televizyonda her denk geldiğimde mutlaka tekrar
bakıyorum.
Çok abartıldığını düşündüğünüz film(ler):
Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi serileri.
Takip ettiğiniz diziler:
Black Mirror’ın her
sezonunu merakla bekliyorum. Onun dışında bütün dizilere biraz bakıyorum,
seversem devam ediyorum yoksa yarım bırakıp başka bir şey izliyorum (gülüyor.)
Bugüne kadarki yaşamınızı bir yönetmen çekecek olsa hangisinin
dili sizi yansıtırdı ve bu film, hayatınızdaki hangi olayla açılışı yapardı?
Sanırım yönetmen koltuğunda ortak
bir yönetim olurdu. Oyuncu olmaya karar vermeden önceki kısmı Nuri Bilge
Ceylan, sonrasını ise Guy Ritchie yansıtırdı. Doğumumla başlamasını tercih
ederim bu filmin (gülüyor.)
Şu an veya son olarak okuduğunuz kitap:
Cesare Pavese’nin Yaşama Uğraşı’nı okuyorum.
Günlüklerinden oluşan bir kitap. Ayrıca Mevlana’nın Mesnevi’sini de okuyorum.
Herkese önerdiğiniz kitap:
Kitap önermek çok zor bir iş. Ben
sevdiğim yazarları söylemeye çalışayım; Yusuf Atılgan, Tezer Özlü, Oğuz Atay,
Mevlana, Sabahattin Ali, Shakespeare, Dostoyevski ve ayrıca insan psikolojisi
üzerine yazan yazarlardan da çok besleniyorum.
Son zamanlarda en çok etkilendiğiniz tiyatro oyunu:
Sumru Yavrucuk’un oynadığı tek
kişilik Shirley oyunundan çok
etkilendim. Mükemmel bir performanstı.
En çok seyahat etmek istediğiniz şehir / ülke:
Gitmek istediğim birçok yere
gittim aslında. Kuzey Işıkları’nı izlemeyi çok istiyorum Norveç’e gidip.
En sevdiğiniz şehir / ülke:
İstanbul, Roma ve New York.
En sık kullandığınız kelime kalıbı:
Hayırlısı.