Onu ne zaman dikkatle izlemeye başladığımı düşündüm yol boyunca. Yarışma
programlarında sergilediği performasların son demlerinden
hatırlıyordum, daha gerilere gidemedim. Ve bir ekran figürü olarak
dikkatle izlemeye başladığımda, kısa bir süre sonra yolunu değiştirmiş,
dramalarda rol almaya başlamıştı. İlk Göz Ağrısı. Evet. Atv ekranlarında
sadece 8 bölüm yaşayabilen iyi bir hikayeydi. Yine ve daima ilgimi
çeken yönetmen Faruk Teber’in rejisini gözlerken bir yandan da onu
izliyordum. Ancak Ebru Akel’in oyunculukla ilgili samimi isteği ve bir
çabası olduğuna kani geldiğim asıl proje, Davut Güloğlu’yla birlikte rol
aldığı Star tv dizisi “Tatlı İntikam” oldu. Absürt denemesi ya da
romantik komedi benzeri bir şeydi ve Ebru Akel gibi “ekran perisi” için
fazlasıyla riskli bir rol seçimiydi. Düşündüm, oyunculukla ilgili samimi
bir talebi olmayan kaç kişi bu riskli rolü kabul ederdi ya da kaç kişi
bu riski fark ederdi? İzledim. Proje çabuk kalktı ama, ben onu izlemeye
devam ettim.
Blog için söyleşi dizisi yapmaya karar verdiğimde
hazırladığım 10 kişilik listeye Ebru Akel de dahildi ve söyleşiyi ilk
kabul edenlerden biriydi. Son filmi “Sıcak”ın çekimleri yeni bitmişti,
vizyona yakın bir tarihte söyleşmeye karar verdik. Kasım sonunda tekrar
irtibata geçtiğimde, geçiştirilmediğimi anladım. Söyleşi gününü
saptadık. “Yarın Şirin’le randevum var, perşembe gününü de sana ayırayım
istersen?” dediğinde legal medya kadar önemsenmenin tatlı gururunu da
yaşamadım dersem, yalan olur. Buluşma yerine tam vaktinde geldi, bitmek
bilmeyen enerjisi, neşesi ve gülen yüzüyle birlikte. Bakımlı. Göze
batacak, kadın erkek her insanı rahatsız edecek kadar fit ve sağlıklı
görünüyor. Sopayı taze yutup da spa’dan öyle çıkmış, o kokoş bakımlılığı
değil anlatmak istediğim. Doğal ve kendinden emin genç bir kadın Ebru
Akel. Neredeyse sıfır makyajla geldi söyleşiye. Her sorumu açıklıkla
cevapladı. Bir kez bile, “bunu yazma..” demedi, cevap verirken tereddüt
etmedi.
Kısacası her bakımdan keyifli bir söyleşiydi. Susup, uzun
uzun yüzüne bakmak isteyeceğiniz bir dinginliği var gözlerinin, pozitif
enerji denilen nanenin varlığına inanmakta zorluk çekiyorsanız, Ebru
Akel’le tanışmayı denemelisiniz. Buyrun…

•
Ekran
yolculuğunuzun büyük kısmını kapsayan bir sunuculuk kariyeriniz var.
“İlk Göz Ağrısı” sonrası oyunculukla ilgili ciddi bir derdiniz
olduğuna“Tatlı İntikam”da izlediğim zaman kişisel olarak ikna oldum.
Birçok açıdan riskli bir projeydi, belki yanlıştı ama o rolde abartılı
bir komedi tiplemesi vardı. Bana göre cesur bir seçimdi. Nasıl geldiniz
bu notaya?Aslında bildiğim başka bir iş yoktu. Aldığım eğitim
ve sonrasında, ailemden gördüğüm her şey beni bu noktaya zaten
getirecekti. Bir gün avukat ya da doktor olmak üzere eğitim almadım.
Sekiz yaşından itibaren konservatuarda 10 yıl profesyonel eğitim almış,
dans etmiş, mimik, solfej, piyano eğitimi alarak yetişmişim. Yani görsel
sanatların dallarından birinde bir iş yapacağım gün gibi aşikardı.
Baleyi bırakmak zorunda kalınca da, tamam o zaman şimdi memuriyet
yapayım, masada başında oturacak bir iş bulayım diyerek bu yönde bir
kariyer seçimim olamazdı.
Yeteneğimi ve yoğrulmaya hazır her
türlü malzememi önüme serip o doğrultuda bir şeyler yapmam lazımdı ve bu
son derece iç güdüsel bir durumdu. Sanılanın ve bilinenin aksine de ben
sunuculukla değil, oyunculukla başladım. Ama 20 yaşındaydım. Bir sürü
dizide çeşitli roller oynadım. Bir sinema filmi denemem oldu. Bütün
bunları yaparken de televizyondan gelen başka teklifler vardı, o
teklifleri değerlendirdim.
"KENDİMİ RÜZGARA KAPTIRIP BİR BULUT GİBİ ORADAN ORAYA SAVRULMADIM"Sunuculuk
benim sahneye çıkma meselesine karşı duyduğum özlemimi giderdi. Danstan
uzak kaldığım üzüntülü zamanların telafisi gibiydi. Sahneye çıkıyordum.
Çoğunlukla da canlı yayında sunuculuk yaptım. Sahne üzerinde çok doğal
olabildiğim ve gerekli hakimiyeti sağlayabildiğim için bana bir tür er
meydanı, tiyatro sahnesi gibi geldi sunuculuk yapmak. “Sunucu Ebru” bir
karakter yaratmak gibiydi. Bir süre sunuculuk oyunculuğun önüne geçti,
evet. Ama severek yaptım ve hiç pişman değilim. Benim şansım yaptığım
işin çok başarılı olması ve çok konuşuluyor olmasıydı. Her eve giren bir
kızdım. Ne yapayım? Kusura bakmayın ben bunu kabul edemeyeceğim mi
deseydim? Hayat onu getirdi ve yaptım. Önemli olan şu, bütün bunlar
olurken kendimi rüzgara kaptırıp bir bulut gibi oradan oraya
savrulmadım. Bütün bunlar benim oyunculuğum için yaptığım küçük
alıştırmalar, yatırımlardı. Bir gün, bir noktada durup, oyunculuğa geçiş
yapacağımı biliyordum. Ve bunu yaptım aslında.
•
Durup, tamam artık yeterince alıştırma yaptım, hareket etme zamanıdır
dediğiniz noktadan sonra neler hissettiniz ve ne tür yatırımlar yaptınız
oyun kabiliyetinizi parlatmak için?Yoğun olarak sunuculuk
yaptığım zamanlarda da oyunculuk projeleri geliyordu ama
değerlendiremiyordum. Oyunculuk yapmak istiyordum ama bir işi yaparken
en iyi şekliyle yapmak gerektiğine inanıyorum. Ekranda iki iş aynı anda,
aynı yoğunlukta yapmak ve her ikisinde de gerçek anlamda başarılı olmak
mümkün değil. Ilk Göz Ağrısı mesela, çok inandığım bir hikayeydi. Ama
aynı zamanda sunuculuk devam ediyordu. Bir kere teknik olarak bu tempo
çok yorucu geldi. Gün geldi, iki saat uykuyla derbeder bir halde devam
ettim hayata. Ama
İlk Göz Ağrısı zamanında daha jenerik dönerken
oyunculuğumla ilgili yazmaya başladılar. Çok iyi övgüler aldım ve karar
verdim. Bu sebeple de durdum. Sunuculuk işini durdurdum. Daha az sayıda
iş yapmayı göze aldım ve durdum. Yurt dışına gittim. Çok değerli bir
hocayla çalıştım. Burada bir aktör koçum var. İpek Bilgin’le çalışıyorum
ki, çok kıymetli bir oyuncu ve çok iyi bir hoca. Ablam zaten yanı
başımdaydı. Bugün herhangi bir dizide oynasa, benim diyecek oyuncuyla
yarışabilecek bir yeteneğe sahiptir ablam Deniz Akel. Çalıştım ve
bekledim. Ve bir gün bu senaryo geldi. Çok beğendim. Kadının hüznü benim
hüznümle örtüşüyordu. Çok üzüldüm Meryem’e ve çok da severek oynadım.
Müthiş bir yolculuktu benim için umarım ömrüm oldukça buna benzer
işlerin içinde olabilirim.
•
Sıcak nasıl bir film oldu?Şimdi
ben çok büyük sözler söylemeyi hiç beceremedim. Özellikle kendi içinde
olduğum işlerle ilgili... Pek de doğru bulmuyorum zaten büyük sözler
söylemeyi. Beklenti, beklenti olarak kalmalı. Kendi adıma cevap vermem
gerekirse, Meryem’in girinti çıkıntılarına ne kadar nüfuz edebildim,
yansıtabildim bilmiyorum ama oyuncu olarak elimden geleni yaptım. Sıcak,
her şeyden önce çok gerçek bir hikaye. Oyuncusu olduğum halde, filmi
her izlediğimde içimin acıdığını hissediyorum. Aslında bir yolculuk
hikayesi. Karakterlerin her birine eşlik eden büyük tutkular ve vicdan
hesaplaşmaları var.
" style="font-style:italic;color:#ff6633;font-weight:bold">"OYUNCU PLASTİK BİR MALZEME OLABİLMEYİ BECERDİĞİ ZAMAN VE KENDİNİ YÖNETMENE TESLİM EDEBİLDİĞİ ÖLÇÜDE BAŞARILIDIR"•
Beyazperde’de ilk başrolünüz. Dizi seti ve sinema seti arasındaki fark nedir?O
kadar büyülü bir durumki nasıl anlatılır inan bilmiyorum. 15 tane dizi
yaptım bugüne kadar ama sinema seti gerçekten büyülü bir ortam. 35’lik
dönmeye başladığı anda duyduğun o sesten itibaren biliyorsun ki, bu
unutulacak bir durum değil. Aldığın nefes, durumu yansıtışın, söylediğin
söz, derdini anlatma biçimin hepsi bir daha kaybolmamak üzere kariyer
hikayenin bir kenarına not edilecek ve seninle birlikte yaşayacak.
•
Yumuşak başlı bir oyuncu musunuz?Söz
dinlerim. Eleştiriye çok açığım. Kıvrak olduğumu düşünüyorum aslında.
Oyuncu, plastik bir malzeme olabilmeyi becerdiği zaman ve kendini
yönetmene teslim edebildiği ölçüde başarılıdır bence. Bu sebeple oyuncu
yönetmen ilişkisi güven gerektirir. Bütün malzemenizi koşulsuz teslim
edebildiğiniz ölçüde başarılı olabilirsiniz diye düşünüyorum.
•
Yönetmenin tarif ettiğiyle zıt düştüğünüz anlar oldu mu?Oldu
tabii. Şöyle anlatayım bu durumu da, hikayenin yazılma aşamasından
itibaren işin içinde oldum. Aslında Mayıs ayında Antalya’da bu filme
başka bir senaryoyla başlıyorduk. Farklı bir hikaye ve oyuncu kadrosuyla
çekimlere başlamaya hazırdık. Sonrasında bütün yaz boyunca hikaye
değişti. Ve ben de yazarın yanındaydım. Aşağı yukarı her sahneyi bilip,
yorumlama şansım oldu. Sete çıktığımda Meryem için çok hazırdım.

•
İlk Göz Ağrısı’nda aksi önerildiği halde kendi dublajınızı kendiniz
yaptınız. Bir çok oyuncu bu teklifi nimet farz edip, kabul ederdi. Halen
dublaj kullanan ve iyi oyuncu olarak anılanlar varken siz neden
kendinizi zorlamayı seçiyorsunuz?Ama ben bunu nasıl kabul
edebilirim? O dizide başrol oynuyorum nasıl beni bir başkası
konuşabilir? Sesim benim enstrümanım, yüzüm, elim ayağım, bakışım gibi
sesimle bir bütün halinde var olabilirim. Beni başkası seslendirecekse o
zaman başkasını oynatsınlar. Evet, proje başlarken vakit meselesi
yüzünden de dublaj önerildi ama kabul etmedim. Bir iş günü boşluk
kazanacağım ama yapay bir sonuç çıkacak, mümkün değil. Çok da maceralı
geçti hatta şimdi anlatırken gülerek anımsıyorum ama eziyetli ve yorucu
oldu. İlk gün dublaja gittim. Evvelce dublaj yaptım ama daha küçük
roller ve kısa sahnelerdi. Ve yorgunum da. Demin de söyledim ya, aynı
anda birden fazla işi yapıyor olmak bu sebeple de sakıncalı işte. Dublaj
yönetmenimiz de daha ısrarcı, daha iyisini almak için kararlı ve
zorlayıcı biriydi. Ayrıca bana çok faydası oldu varlığı yolumu
değiştirdi diyebilirim. Girdim, dublajımı yaptım. Dublaj yönetmeni,
“İzle bak! Ne kadar güzel oynamışsın ama kendi oyununu aşağı çekiyorsun”
dedi. Herhalde o anda bana bu cümleden daha ağır gelecek bir durum
olamazdı. Dizide Cem Davran’la birlikte oynuyoruz. Hemen onu aradım.
Kaldım ben burada, yapamıyorum dedim. Cem, dublaj stüdyosuna geldi.
Girdi ve kendi sahnesini seslendirdi, bana da “izle” dedi. İzledim.
Sabah 10.00’da dublaj stüdyosundaydım, öğlen sete döndüm. Kaseti aldım
yanıma, boş vaktimde biraz çalışayım dedim. Gece 02.00’de tekrar dublaja
girdim ve yaptım. “Sabahki kız gitmiş başkası gelmiş, nasıl oldu bu?”
dediler. Ben biraz böyleyim sonradan açılıyorum. Balede de böyledir.
Hoca bir hareketi gösterir, anladım dersin. Hayır, anlamazsın. Tekrar
etmek zorundasın. Tekrar ederek anlar ve öğrenirsin. Bu yüzden prova
yapmanın, bu yüzden tekrar etmenin, bu yüzden çok çalışmanın faydasına
inanıyorum.
•
Sinema filminde de sahnenin provasının yapılması gerektiğine inanıyor musunuz?Şöyle,
sahnenin kendisiyle ilgili değil, halin kendisiyle ilgili çalışıyorum. O
hal aslında benim hangi halimdi, hangi halde olmalıyım o sahnede diye
düşünüyorum. Tarif edeceğim hal, aslında benim hangi halimle örtüşüyor
diye bir farkındalık geliştirmeye çalışıyorum. Bu farkındalığımı
geliştirmek için çalışıyorum uzun zamandan beri. En doğal, en geçirgen
olanı arıyorum. Ağlaman gereken bir sahneyi acılar içinde gülerek de
oynayabilirsin. O esnada girdiğim fiziksel durumun, şeklin önemi yok. O
halin, o anda bana nasıl geldiği önemli. İşte bu raddeye gelebilmenin
alıştırmalarının mutlaka yapılması gerektiğini düşünüyorum. Sahneye bu
anlamda hazır girmeye çalışıyorum.
"OYUNCULUK ŞİZOFRENİK BİR DURUM"•
Fiziksel ve ruhsal olarak nasıl hazırlandınız role?Saçımın
boyunu kısalttık ve rengini değiştirdik. Biraz daha zayıfladım. Hatta
son sahnede kendimi gördüğümde korktum, iyice hayalet gibi olmuştum. Bu
role hazırlanırken, beni tanıyan, benimle uzun zamandır çalışan, kendimi
iyi ve ve konforlu hissettirecek hiç kimseyi, ailemi bile yakınımda
istemedim. Yalnız kalmak, olacaklarla kendim baş etmek istedim. Tek
başıma olmak istedim. Bir tür Meryem’in yalnızlığını yeniden kurdum
etrafımda. Sette de böyleydim ve bu bana çok iyi geldi. Öncesinde de,
sadece film izledim ve okudum. Oyuncu koçum İpek Bilgin’le günlerce,
saatlerce çok zevkli çalışmalar yaptık. Bana verilen görevi o hikayedeki
karakteri doğru bir şekilde geçirebilmek için elimden geleni yaptım.
•
Sıcak, teknik açıdan da zor bir film olmuş. Web sitesindeki çekim
notlarına baktım, galiba filmin kilit sahnelerinden biri olan yağmur
altındaki kaza sahnesinde 80 ton deniz suyu kullanılmış…Hiç
bu kadar ıslanmadım hayatımda. Saçlarım günlerce kurumadı. Çok zordu.
Soğuk, üşümek, ıslanmak, kurumak bunlar fiziksel şeyler önemli değil.
Saçını kurutursun, çok üşüdüysen sıcak odada oturur ısınırsın, geçer.
Zaten ekip bunu sağlıyor sana. Bunlar önemli değil. Ama kontrolünü
kaybediyorsun. Bahsettiğin sahne zor ve çok şiddetli bir sahneydi.
Yüreğin dayanmıyor. O sahne 3 gün, 3 gece sürdü suni yağmur altında.
Toplamda bir hafta süren bir çekimdi. Sahne sonunda yanıma kimseyi
yaklaştırmayıp hüngür hüngür ağladım. Böyle bir sürü sahne oldu. Zor ama
çok zevkliydi. Sonucu görünce çektiğin bütün fiziksel eziyetleri
unutuyorsun.
•
İnsanlar,
filmlerin perdede izledikleri sıralamayla çekildiğini sanıyorlar. Oysa
karmakarışık bir programla gerçekleşiyor çekimler. Siz ilk hangi
sahneyle başladınız çekime ?Benim için çok zor bir sahneyle
başladık. Yolda kadının kendiyle kalıp düşündüğü aslında tükenmeye
başladığı hali çekiyorduk. Çok önemli bir sahneydi. Başını sonunu
çekmeden bir durumun ortasını çekmek çok zor. Final sahnesini çektik
mesela ve sonrasında finalin bir öncesindeki sahneyi çektik. Fakat ben
bir önceki sahnede nereye geleceğimi tahmin edemediğim için sonrasındaki
yolculuğa çok korkarak girdim. Oyunculuk şizofrenik bir durum. Sağlam
değilsen çok başka yerlere gidebilirsin.
•
Maalesef sektörde yapılan kimi işleri alkışlamaktan imtina eden bir
grup var. Yani çok iyi bir iş çıkarmış olabilirsiniz ama yeterli alkışı
almama riskiniz var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?Bu işin
bedellerinden biri de bu zaten. Eleştirilmek. Beğenilmek, beğenilmemek.
Önemli olan senin hayal gücünün ve iç dünyanın ürünü olan bir durumu
kalabalıklara açma cesaretini göstermek ve bunu her sonuca rağmen
tekrarlamayı istemek. Bu konuda da hazırlıklıyım. Ebru bu iş için
çalışmış denilsin, samimiyetle çabaladığım anlaşılsın yeter diyorum. Ne
diyeyim başka? Dünyanın da merkezine oturacak bir durum değil bu rolü
Ebru’nun oynaması. Her şey benim için dönüm noktası. Burada seninle bu
röportajı yapmam da, dün yaptığım söyleşi de, bu filmde bu rolü oynamam,
önümüzdeki başka bir filmde oynayacağım başka bir karakter, yarın
sunacağım başka bir program hep bir dönüm noktası. Televizyondan da
yüzde yüz koparım gibi bir iddiam asla yok. Yılda en az bir tv programı
yapmak istiyorum.
•
Şimdi rotanız nedir?O
kadar sakinim ve dinginim ki… Oyunculuk yapmak istiyorum elbette. Uzak
vadede bir sinema filmi projesi daha var. Keşke yılda en az bir sinema
filminde oynasam diyorum. Televizyon için konuşulan projeler var ama,
şimdilik bekliyorum.
•
Kariyer planlamanızı kendiniz mi yapıyorsunuz?Elbette
danıştığım ve fikirlerini dinlediğim insanlar var hayatımda. Ama şöyle
bir huyum var. Dinlerim. Anlamaya çalışırım ama sonunda mutlaka kendi
içimin sesiyle karar veririm. Ama mutlaka fikir alırım. Iç güdülerimle
bugünlere geldiğime inanıyorum. Yanlış da olsa kararlarımın da arkasında
durur, o hatanın da bana getirileri olacağına inanırım. Önemli olan
hata yapmamak değil, hatalı bir karardan ders almak sana katacaklarından
zenginleşip büyümeni izlemek. Mesela “tatlı intikam” konusunda herkes
hem fikir. Yanlış bir seçim. Başka aksayan şeyler de vardı. Fakat ben o
role kendimi denemek için girdim. Benim seçimim. Ama bak, o dizi
yüzünden sen bana karşı bir farkındalık çıkardın. Bu romantik bir avuntu
değil. Senin üzerinde bu etkiyi yarattı. Zaten böyle böyle inşa etmiyor
muyuz varlığımızı, hayatı? Ben mutluyum. Benim dünyam hep böyle
baloncuk baloncuk!
•
Oyunculuk
sebebiyle giymeniz gereken kılıkların “evimizin kızı” kavramıyla
çatışmasından, şu anda size gösterilen sevgiyi kaybetmekten korkmuyor
musunuz?Hiç korkmuyorum. Sevgi bir tanedir. Tek taraflıdır.
Gerçekten seven insanın da sevdiği insanın her halini kabulleneceğini
biliyorum. Beğenmek başka bir durum. Beğenir ya da beğenmez o bir
tercihtir ama sevmekten vazgeçmez diye düşünüyorum. Çünkü bir insanın
sevgisini kaybetmenin gerekçeleri başkadır. Çok keskin manevralar,
hatalar gerektirir. Oyunculuk çok uzun bir yolculuk. O gün geldiğinde,
hangi zamansa o, iyi bir oyuncu olarak anılmak için çalışıyorum. Şu
anda emekliyorum. Önümde çok uzun bir yol olduğunu biliyorum. Ama
bilmediğim bir denize atlamadım. Yüzme bilmeden atlayıp debelenmiyorum.
Bu uzun yolda çok randımanlı bir şekilde nefes aça aça gitmem
gerektiğini biliyorum.

•
Birlikte çalışmak istediğiniz insanlar mesela bir rüya takımınız var mı?Meryem’den
sonra nasıl bir karakter karşıma çıkar ben nasıl karar verebilirim
bilmiyorum. Çünkü Meryem benim mesleki farkındalığımı ve seçim
kriterlerimi birkaç basamak birden atlattı. Şöyle söyleyeyim, Abdullah
Oğuz’un olduğu her projeye çekinmeden girerim, bana görev düşerse
elbette. Bunun dışında Reha Erdem’le çok çalışmak isterim. Televizyonda
da aslında ben çok şanslıydım ve hep çok iyi, zeki yapımcılarla
çalıştım.
"BİRİNİN ÜZERİNE BASARAK YÜRÜYEMEM ÇÜNKÜ NE EKERSEN ONU BİÇERSİN.."•
Algılarımız, değerlerimiz farklılaştı ve dolayısıyla da sektör öyle
tuhaf bir hale geldi ki, zaten olması gerekenleri maalesef ekstra
hallermiş gibi görüp değerlendirir olduk.. Mesela sizin sette çok
disiplinli ve tevazu sahibi bir oyuncu olduğunuz söyleniyor, özellikle
altı çiziliyor bu durumun, öyle misiniz?Hepimiz işimizi
yapıyoruz. Kimsenin bir diğerine üstünlük satmasının gereği yok. Ben
yemeğimi de gider kendim alırım. Çay da demlerim. Bekle, derlerse
saatlerce beklerim. Oyuncunun egosu kendini beslediği gibi öldürebilir
de, çok tehlikelidir. Bu benim işim ve işimi yapıyorum, gereklerini
yerine getirmeye çalışıyorum. Ama elbette ben disiplinle işimi
yapıyorsam karşılığını da bekliyorum. Aksi bir durumla karşılaşırsam
eğer çok büyük tepkiler verebilirim ve beni tanıyamazsın. Mesela bir
dizi setinde az kalsın ölüyordum. Beni gecenin köründe buz gibi suya
atıp, bütün önlemleri aldık dedikleri halde, teknenin motorunu
çalıştırıp beni girdaba kaptırırlarsa işin tadı kaçar. Bu bir ekip
işiyse herkes işini ciddiye alacak. İstisnasız. En küçük suistimali
kabul etmeyecek hallerle karşı karşıya kalabiliyoruz çünkü. İşte bu tür
durumlarda da inan beni tanıyamazsın, o zaman avazım çıktığı kadar
bağırırım elbette.
•
Geçmiş olsun... Sektörün maalesef en önemli sorunlarından biri de “kaliteli işgücü” meselesi galiba değil mi?Hem
öyle, hem de haftada 90 dakika iş çıkarmak ve bunu uzun zaman devam
ettirmek çok zor. Kaldı ki, biz oyuncuyuz. Sahnemiz bitiyor, gidip
dinleniyoruz ve geliyoruz. Ama yönetmen, asistanlar teknik ekip hep iş
başında. Kameraman, ışıkçı hep çalışıyor. Bütün ekip, maksimum mesai
saatlerinde çalışıyor. Beden gücünün ötesinde insan üstü emek veriliyor.
Ve sonucun da iyi olması bekleniyor. Çok talep var ve o talebi
karşılayacak oranda kalifiye eleman olmadığı gerçeği elbette gün gibi
ortada. Buna yönetmeni, oyuncusu da dahil. Sen 16 saat, 18 saat set
yapıyorsun ama mesela vardiyalı teknik ekip kurabiliyor musun?
Kurmuyorsun. Niye? Bilmiyoruz. Ee, o zaman ne bekliyorsun? Nasıl
ortalamanın üzerinde sonuç alabilirsin bu şartlar altında, mümkün değil.
•
Çok temiz bir zekaya sahip olduğunuzu düşünüyorum. Peki, hırslı mısınız?Teşekkür
ederim. Temiz zeka… Güzel tanımlama, hoşuma gitti. Benim sadece kendime
zarar veren bir hırsım var. Kendimi hırpalıyorum. Didikliyorum.
Eleştiriyorum. Kapatıyorum. Çabuk uzaklaşıyorum. Belki yıllarla biraz
daha büyümekle ilgisi olabilir. Olgunlaşmakla ilgili olabilir. İçime
dönüp dönüp sorgulamak, kendi farkındalığımla karşımdaki insanı da
anlayıp onu da yakalamaya çalışmakla ilgili olabilir. Ben hırslıyım ama,
başkalarına zarar vermeye çalışmam. Birinin üzerine basarak yürüyemem.
Çünkü ne ekersen onu biçersin.. Bu lafın doğruluğuna inanıyorum.
•
Gerçekten de çok sakin ve huzurlu görünüyorsunuz…Yıllar
içine ağır olmayı öğrendim. Eskiden daha aceleciydim. Hemen ana yemeğe
geçmeye çalışmamak lazım. Sakinleşmek önemli, durmak, durabilmek çok
önemli. Çok koşuşturmuşum. Bu sakinleşme hali iyi geldi bana. Kendimi
bildiğimden beri çalışıyorum, kendi paramı kazanıyorum başka bir yaşama
şekli de bilmiyorum. Türevlerimin dışında bir hayatım var. Belki bu
yüzden ilişkilerim de daha gerçek. Daha sağlam, daha uzun süreli. Çok
iyi bir ailem var. Taptığım iki insan var. Ne yılan gibi sokar sizi, ne
taş gibi soğuktur hepsini görüyorsun durabilmeyi, sakinleşmeyi
becerebilirsen.
•
Sanki hayatınızın bütün detayları ortadaymış gibi görünmesine rağmen aslında birçok kısmı da bilinmiyor…Biliyor
musun, ben röportaj vermeyi de sevmiyorum. Kendimden ödün veriyormuşum
gibi hissediyorum. Her röportajımda kendimden bir parçayı bırakıp
çıkıyorum. Çok özel bir durum. Bazen soruulan soruyu duyduğumda kendimle
için için didişiyorum. Aslında ne öğrenmek istiyor olabilir bu soruyla,
bu cevap kimin ne işine yarayacak diye sorup duruyorum kendi kendime.
•
Show dünyası mensuplarının hayatları kamuya açıktır ve merak ediliyor, diye savunuyorlar bu durumu…Merak
edilmek çok güzel bir şey. Sen mesela filmi merak ediyorsun, bulunduğum
noktayı merak edip, beni fark ederek aslında bu kız ne yapıyor diye
düşünüyorsun, soruyorsun, yazıyorsun. Aynı şekilde özel hayatımın da
fark edilmesi ve merak edilmesi bu kadar doğal bence. Çünkü çok
ortadayım, korunaksızım, apaçık duruyorum ortada. Çok normal. Merak
edilsin. Ama benim bu merak edilenlerden ne kadarını paylaşmak istediğim
önemli. Bu “aydınlatma” halinin ölçüsüne de ben karar veririm. Benim
kararım. Özel hayatıma dair bilgiler konusunda çok da verici değilim.
Çok renkli bir magazin malzemesi olmadığımın farkındayım. Mesela
özellikle bu yaz çıkan haberleri görünce… İnsanın, şöhret denilen
meseleyi ve bedellerini fark etmesini sağlıyorlar. Bakıyorum, yüzümün
bile görünmediği bir fotoğraf var ve bir durum anlatılıyor. Naif ve
gerçek bir duygu var ortada. Tamam Kabul. Meraklar giderilmeli, tamam
giderildi. Ama bitmiyor. Bir de sözde anlatılan o duruma dışardan
bakanın yorumu var. Onun peşinden benimle ve durumla ilgili konuşma
hakkını kendinde gören bir sürü insan dökülüyor ortaya, yorumlar
yapılıyor, üzerine laf söyleniyor. Bu donanıma, bu hakka nereden ve
neden sahipsiniz acaba? Önce kırılıyorsun. Sonra uzaklaşıp bakıyorsun.
Çıkıp cevap mı vermeliyim? Neden kendimi kirleteyim? Neden cevap verip
zihnimi kirleteyim? Ona cevap vermekle uğraşacağıma gider iki film daha
izlerim, iki satır daha okurum, seyahate giderim, içimi besler, senin
benden kopardığını sandığın parçalarımı büyütürüm. Yaptığım, yaşadığım
her şey bana ait ve bunun bedelini de ben ödüyorum. Kimse benim yerime
bir şey ödemiyor. Yaşadığım, yaptığım her şeyin arkasındayım. Her işin,
her duygunun, sorumluluğunu aldığım her durumun arkasındayım. Hep böyle
oldum ve böyle olacağım.
Artık daha deneyimliyim. Konuşmak,
her iki tarafı da yoran bir durum ve iyi bir röportajcı olmanın püf
noktalarından birinin de "ne zaman duracağını bilmek" olduğunu nihayet
öğrendim. Duracağın yeri sen belirlemelisin. Sorduğunuz her soruya cevap
aldığınız için nezaketi elden bırakıp, kendinizi sohbete kaptırıp
saatlerce konuşabilirsiniz aksi halde. Bu sebeple artık yorulmuş da
olacağını düşünerek lafı bağlayıp, şöyleşiyi bitiriyorum. Dışarıda
yağmur çiseliyor. Veda öncesi küçük sohbetimizle yorgunluk atıyoruz, hep
birlikte.
Ebru Akel, söyleşilere katılan misafirlerimizin
fotoğraflarını çekerek bana destek veren pek kıymetli dostum Vedat
Ozan’ın bu sohbetin başından neredeyse sonuna kadar kadrajında kaldı.
Aslında işin bu kısmını yazmayacaktım. Ama kaydı deşifre ederken 48.
dakikada bile fonda “klik” sesi olduğunu duyunca o anı hatırlayıp,
gülümsedim ve sizlerle de paylaşmak istedim. Bir kez bile yüzünü
ekşitmedi, yeter demedi, sabırla fotoğrafçının memnun olmasını bekledi.
İş bu sebeple, her ikimiz adına Ebru Akel’den bir kez daha özür diler
ve teşekkür ederim.
Unutmadan, kendi adıma da Vedat Ozan’a bana ve bloga koşulsuz vakit ayırdığı için bir kez daha teşekkür ederim.
Böyle işte..
R.
Kasım 2008, Cihangir