2000’li yılların
başında çevremde ciddi bir Mehmet Günsür fırtınası vardı; lise arkadaşımın
heyecanla “Bahariye’deki Mudo mağazasını geçtim koştururken Mehmet Günsür’ü
gördüm, Allah’ım nasıl bir karizmadır” diye beni aradığı anı unutmam. O dönemde
dünyam Dawson’s Creek ve Buffy the Vampire Slayer’dan ibaret
olduğu için bu girdabın içine girmemiş ve olaya tamamen Fransız kalmıştım.
Derken bir gün 2002 yapımı L’Italiano filmini
izlemiş ve Mehmet Günsür’le sonunda tanışmıştım. Ancak dürüst olayım, film
benim için hayal kırıklığıydı. Hamam’ı
izledikten sonra ise bu fırtınanın kaynağını anladım ve artık Günsür’ün adı da defterin
sağ üst köşesine kazındı.
Mehmet Günsür’le
röportaj yapmadan önce kime onunla sohbet edeceğimi söylesem sektörden olan ve
onu tanıyan herkes sanki ağız birliği yapmış gibi aynı cümleleri sarf edip
durdu: “Oyuncular arasında ben onun kadar kibar ve sıcak birini görmedim.” Şu
cümlede en ufak bir mübalağa olmadığını çekim günü stüdyodan daha adımını
attığı an gördüm. Öncesinde kendisiyle ilgili “Müzik konusunda inanılmaz bir
birikime ve zevke sahip; saatlerce müzik konuşabilirsin onunla” bilgisini de
alınca teste tabi tutulan lise öğrencisi edasıyla bir playlist oluşturdum ve
ortaya da tabiri caizse Mehmet Günsür’ün “delirdiği” bu kareler çıktı. “Bu
adamı hep bir bohem, çiçek çocuk görüyorlar; yeter artık” isyanımız sonucu
yaratılan konsept, onun içindeki ruhla eşleşti.
Çekimden sonra
tabii ki ilk konu Günsür’ün hem kamera önünde hem de arkasında yer aldığı web
dizisi Kanaga oldu. Büyük ihtimalle
bu röportajın Kanaga kısımlarını
okurken Mehmet Günsür röportajı değil de, bir fizikçiyle yapılan röportajı
okuyor gibi hissedeceksiniz. Çünkü karşımda dünyanın dört bir yanını gezip
geçmişi ve bugünü araştıran birini bulmuşken varoluşsal meselelere girmemek
olmazdı. Merak etmeyin; Fi’nin
Deniz’in arkasından konuştuğumuz, Ferzan Özpetek’in yönettiği Hamam filmini andığımız bu sohbetin bir
yerinde O Şimdi Asker filminin adına
bile rastlayacaksınız. Bir sonraki sohbetin sadece müzik olmasını dileyerek
(Röportajın başlığı bile belli “Rock is not dead”) ayrıldığım Mehmet Günsür’le
ilgili yapılan tüm yorumların az bile kaldığını belirterek sizi, onun en
azından RaniniTV’ye yansıyan dünyasına davet ediyorum.

● Kişisel hayatımızdaki en basit sorulara
bile cevap veremez ve onları düğüme dönüştürürken varoluşsal mevzulara giriş
rehberi niteliğinde bir iş çıkardınız Kanaga
ile. Sizi bu diziyi yapmaya yönelten neydi?
Öncelikle bütün
ekibin görsel sanatlarla ilgileniyor oluşu bu durumu etkiledi. Ben oyuncuyum,
eşim Caterina (Mongio) yönetmen, kayınbiraderim Kaan (Yüceil) hem prodüktör hem
de Sümerolog, yönetmenlerimizden biri olan Tolga (Yüceil) editör olmakla
beraber Kanaga’nın özel efektlerine
de katkıda bulundu ve müziklerin bazılarına imza attı. Yeğenim sinema okuyor ve
kendi filmlerini çekiyor. Ablam ise Kadir Has Üniversitesi’nde Tiyatro Bölüm
Başkanı. Yani hepimizin hayatında görsel sanatlar başrollerden birine dönüşmüş
durumda.
Nasıl
başladığımıza gelirsem; ben 2012-2014 yılları arasında
Muhteşem Yüzyıl’da oynuyorken Kaan, Tolga ve Caterina hikayeyi
yazmaya başladılar. Hepimiz doğayı, eski mitolojiler ile kültürleri, bu güzel
gezegendeki her türlü çeşitliliği çok seviyor ve insanoğlunun aslında
potansiyelini yeterince iyi kullanmadığını düşünüyoruz. Bilim ve bilimin
açıklayamadığı teoriler de ilgi alanlarımızdan. Bununla beraber bu gezegene
karşı bir sorumluluğumuz olduğunu düşünen bireyleriz. Tüm bunlara dünyayı gezip
görmeyi sevme isteğimizi de ekleyip bir şeyler yapmak istedik ve ortaya
Kanaga çıktı. Küçük bir fikirle yola
koyulduk ve bu bir anda web dizisine dönüşerek onunla beraber daha kapsamlı,
derin bir hale gelmeye başladı. Aslında
Kanaga’yı
salt web dizisi olarak tanımlayamayız. Çünkü
www.kanaga.tv
adresini ziyaret ettiğinizde orada gerçekten değerli ekstra videolar olduğunu
göreceksiniz. Çeşitli müzikler ve de bize ilham veren şeylere de yer verdik web
sitemizde. Kısacası insanları bir yolculuğa çıkarmak, onlara bir hikaye
anlatmak ve de biraz ilham vermek için doğdu bu proje.
● Kanaga
adı ve de sembolü nereden geliyor?
Afrika Mali’de Dogon
isimli bir kabile yaşıyor ve bu kabile oldukça yüksek bir astronomi bilgisine
sahip. Özellikle Sirius takımyıldızıyla ilgili çok fazla şey biliyorlar. Ve
tahmin edilebileceği gibi aslında medeniyet seviyeleri o kadar da yüksek değil.
Üzerinde insan
figürü olan bir maske kullanıyorlar. Kanaga
sembolü de o figürden geliyor. Biz tabii biraz daha stilize ettik. Kanaga’nın bir diğer adı da Squatter
Man. Dünyada arkeoloji dilinde öyle deniliyor. Bu sembol çok enteresan bir
özelliğe sahip. Her kıtada belli yerlerde, değişik zamanlarda yapılmış, daha
çok kuzeye bakan kayalarda bir şekilde bu sembolü görüyoruz. Avustralya’dan
İtalya’ya, Güney Amerika’dan Afrika’ya dünyanın her yerinde var. Fakat bilim,
birbirinden haberi olmayan insanların farklı zamanlarda nasıl bu sembolü yapmış
olduğunu hala açıklayamıyor. Çeşitli teoriler var ama kanıtlanmış hiçbir şey
yok.
● Kanaga’nın
ilk bölümünün başlangıcında kaynağa, öze iniyorsunuz ve bugün bunların hepsini
nasıl yok ettiğimizden bahsediyorsunuz. Bugün bakıldığında bu öze dair en çok
sorguladığınız unsur nedir?
Kanaga’nın da çıkış noktası olan doğayla ve doğanın içindeki, bize
sunduğu her şeyle olan ilişkimiz. Doğadan giderek koptuk. Doğa derken bunun
içinde astronomi, astroloji, yeryüzü, gökyüzü, mevsimler, bitkiler, su, rüzgar,
güneş ve bütün canlılar var tabii. Gezegenimiz eğer yaşayan bir canlıysa ki ben
öyle olduğuna inanıyorum; onun yekününe duyduğumuz saygı ve sorumluluk bence
bugün unuttuğumuz en büyük ve de önemli değer. Eğer bunu hatırlarsak insanların
birbirlerine duyduğu saygı da artacak ve davranışları düzelecek. Bu aslında bir
bakış açısı, hayatı okuma şekli. Belki de eski insanların ilk öğrendikleri
basit bilgileri bile unuttuk şu anda. İnsanın doğayla bağlantıda olması bu
bilgileri bize hatırlatabilir ve de enerjimizi yükseltebilir.
Bize uzun gelen
ama dünya tarihinde çok kısacık bir zamandır bu gezegendeyiz ve her anlamda çok
büyük evrimler geçirdik. Şu dönemde de bir değişimin parçası olduğumuzu hepimiz
hissediyoruzdur. Gerçekten bir değişim başladı. Bunun ne kadar uzun süreceği
aslında sadece bize bağlı.
● Kanaga’nın
ilk sezon çekimleri ne kadar sürdü? Bu denli kurgu ve gerçeğin iç içe olduğu
bir işin her aşamasında yer almak sizi ne yönde zorladı? İşin biraz mutfak
kısmından bahsedebilir misiniz?
Kanaga’nın çekimlerine başladığımız sırada ben çok yoğun bir şekilde Muhteşem Yüzyıl’da çalışıyordum. Muhteşem bittikten sonra başka işler
oldu. Yani bir şekilde hep çalışıyordum aslında. O yüzden bu işi biraz zamana
yaymak zorunda kaldık. Bulabildiğimiz mekanlara göre senaryoya yeni dokunuşlar
yapma şansımız oldu. Dizide gördüğünüz her yere dört beş kişi gittik. Ancak
bize yardım eden çok fazla kişi oldu bu süreçte.
Kurmaca diziyi
çekerken bir yandan da gerçek öğelerden faydalandık. Bazı bölümlerde mesela
gerçekten bulunduğumuz arkeolojik alanda görevli olan kişi anlattı tarihi
eserleri. Göbeklitepe’yi rahmetli Alman arkeolog Klaus Schmidt’ten dinliyoruz.
Bu kısım dizide yok ama web sitesine koyduk. Böyle videolar, projeye çok büyük
bir gerçeklik hissi veriyor bir yandan. Aynı zamanda tamamlıyor da. Kanaga’da dünyayı kurtaran insanların
hikayesini anlatıyoruz ve gittiğimiz, karşılaştığımız her kültürde de dünyayı
kurtaran insanları arıyoruz. Hepimiz dünyayı birçok şekilde kurtarabiliriz
aslında. Bunun için süper güçlere ihtiyacımız yok. Bizim arzumuz aynı değerlere
sahip insanların bir topluluk oluşturarak bir araya gelmeleri. En azından
birbirlerinin varlıklarından haberdar olmaları bile bizim için yeterli. O
yüzden bu yaptığımız bizim için
sadece dizi değildi, çok daha kapsamlı bir işti. Karanlıkla ışığın arasındaki
hikaye Kanaga.
● İlk bölümde sınıfta yaptığınız bir
konuşmada “Ben kuramsal fizikçiyim; şimdi ise deneysel bir fizikçiyi
çağıracağım” diyorsunuz. “Gerçek sadece gördüğün müdür?” sorusunu temeline
yerleştiren, yüzyıllardır insanları ikiye ayıran kavramlar kuramsal ve deneysel.
Peki, Mehmet Günsür gerçek hayatta dünyaya dair hangi konuda kuramsal, hangi
alanda deneyselci olmak isterdi?
Aslında ben sadece
deneyselci olmak isterdim. Keşke bütün teorilerin deneyleri yapılabilseydi. Deneyselcilik
bence işin mutfağı ve kesinlikle sürprizlerle dolu bir alan. Gerçek bence
gördüğümüz kadar. Gördüğümüzden kastım da okuyabildiğimiz kadar oluşu. Çünkü
göremediğimiz binbir türlü başka gerçeklikler var.
● Hayata, dünyaya dair en çok sorguladığınız
konu nedir? Dizide gördüğümüz farklı coğrafyalar sizi nasıl etkiledi?
İnsanoğlunun,
yolculuğunda kendi yarattığı sistemlerden daha ileride olduğunu düşünüyorum. Yani
şu anda dünyadaki bütün ekonomik, eğitime dair ve politik sistemler çok eski
kalıyor. Ve artık yetmiyor bu sistemler. İnsanoğlunu tatmin etmiyor. İnsanın
evrimi daha hızlı oldu.
Farklı
coğrafyalara gelirsek özellikle Mezopotamya bizi çok etkiledi. Mardin
harikaydı. Oradayken Mezopotamya’daki uygarlıkların dönemlerine göre ne kadar
ilerde olduklarını bir kez daha anladım. Bir de Harran’daki kaya kalıntıları,
taşlar ve Mardin’de gezdiğimiz mağaralar dahil eski yerler kelimenin tam
anlamıyla çok büyüleyiciydi. Göbeklitepe’yi söylememe gerek yoktur sanırım.
Klaus Schmidt, sadece benim aşağı inmeme ve o taşlardan birine dokunmama
müsaade etti çekim için. İnanılmaz bir andı; belki de dokunduğum en eski şeydi
o taş. 12 bin senelik. Bunlar tabii ki benim gibi tarihi seven, eski
uygarlıkları merak eden biri için çok keyifli. Oralarda olmak, o enerjiyi
hissetmek daha çok sorular sormamıza ve daha fazla düşünmemize neden oluyor.
Hem bugünü hem de geçmişi sorguluyorsunuz.
● Sona erdi ama Fi’den bahsetmeden olmaz. Üçlemeye bakıldığında Deniz’in
anti-kahraman bir yönü de var kanımca; okuyucunun ondan nefret ettiği anlar da
oluyor ama dizide bu durum biraz yumuşatılmıştı. Anti-kahramanlık
perspektifinden siz Deniz’i nasıl yorumluyorsunuz?
Kitaptan diziye
uyarlanırken belki de en çok değişen karakterlerden biri Deniz’di. Hikaye de o
anlamda değişti. Özellikle ilk kitabı düşünürsek anti-kahraman diyemeyiz pek
Deniz’e. Çünkü ona hak vermeyeceğimiz çok fazla şey yapmıyordu. Sadece belli
konular üzerine çok net, belli prensipleri vardı. Dizide de öyleydi tabii. Oldukça
kibirli, özgüveni çok yüksek ve bu yüzden de bazen kör olabilen bir adam Deniz.
Aslında dizide kahraman da yok ki anti-kahraman olsun. Birinci kitabın sonunda
Duru, Can’ı seçince Deniz de bir köye gidiyor ve ikinci kitap boyunca orada
yaşıyor. Kimseyle konuşmuyor, sadece çocuklarla iletişim kuruyor. Doğanın içine
atıyor kendisini. Bu da Deniz’in değişiminde çok önemli bir rol oynuyor. Zaten
sonra doğayla ilgili çok ulvi bir projeye başlıyor.
● Fi,
Çi, Pi üçlemesi kendine bir yolculuk aslında. O son “kestik”i
duyduğunuzda kendinizi nasıl bir yolculuğun son durağında buldunuz?
Hepimiz için
unutulmaz bir yolculuktu; orası kesin. Bir kere böyle bir işin parçası olmaktan
gurur duyuyorum. Türkiye’de ilk defa bir şeylere ön ayak olduğumuzu
düşünüyorum. Güzel bir ilk örnek olduk. Benim için oldukça yoğun bir süreçti
tabii bu. Çekimlerin olduğu dönem dört gün İstanbul’da, üç gün Roma’daydım. Her
hafta iki kez uçağa biniyordum ve bu tam bir yıl sürdü. Bu nedenle eşimle ve
çocuklarımla da gurur duyuyorum. Bu zorlu süreci harika şekilde atlattık ve
başardık. Fi’nin gerek kamera önü
gerekse kamera arkasındaki tüm arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Hepimiz için
zorlu bir yolculuktu ama başarılı olduğu kesin. O yüzden bitişinde her işte olduğu
gibi melankolik duygular hakimdi. Herkes ayrı ayrı veda etti dizide. Ben birkaç
kişinin final sahnesini görebildim. Ozan (Güven), Serenay (Sarıkaya) ve
Berrak’ın (Tüzünataç) final sahnelerini göremedim. Eğer hepimiz orada olsaydık
büyük bir enerji ve kutlama olurdu. Yönetmenimiz Mert (Baykal) için enteresan
olsa gerek. Çünkü hep kaldı ve resmen hepimizi tek tek uğurladı.
● Filmografinize bakıldığında ciddi anlamda
ince eleyip sık dokuyanlardan olduğunuzu söyleyebiliriz. Projeleri
değerlendirme konusunda öncelikleriniz neler? Bugüne kadar rol aldığınız
yapımlarda “Aslında bu iş benim için bir istisnaydı” dediğiniz bir proje oldu
mu?
Ben de ince eleyip
sık dokuduğumu düşünüyorum. Aslında önceleri bu konuda daha da katıydım.
İçgüdüsel bir şey bu benim için. Bir hikayeyi okuyorum ve ya heyecanlanıyorum
ya da heyecanlanmıyorum. Bu nedenle hikayenin daha önce anlatılmamış olması
benim için çok önemli. Geçmişe dönüp baktığımda “Bu iş benim için istisnaydı”
dediğim hiçbir şey olmamış. Her işte insan bir sürü şey öğreniyor ve bizim için
bir ring orası. Ne kadar çok antrenman yaparsan o kadar iyi aslında.
● Kanaga’nın
ikinci sezonu da olacak duyduğum kadarıyla. İkinci sezonda özellikle hangi
konuların derinine ineceksiniz ve nasıl bir rotanız olacak? Kanaga dışında ne gibi projeleriniz var?
Biz Kanaga’yı en başından beri hep üç sezon
olarak düşündük. Ve ilk sezonu kendi imkanlarımızla çektik. İkinci sezonun
hikayesi hazır ama çekebilmemiz için desteğe ihtiyaç var. Sponsorlara
ihtiyacımız var ve para bulmamız gerekiyor. Çünkü ikinci sezonda uğrayacağımız
duraklar daha fazla. Güney Amerika, Afrika ve Asya var rotamızda. Hikaye çok
daha fazla genişliyor. O yüzden umarım şansımız yaver gider ve istediğimiz
bütçeyi toplayıp hayalimizdekileri çekebiliriz. Kanaga dışında bu yaz belki İtalya’da bir film de rol alma durumum
var. Onun dışında senaryo okuyorum. Bir de kurmayı düşündüğümüz bir prodüksiyon
şirketi var. Bakalım hayat devam ediyor.
● Fotoğraf çekimi sırasında sizinle ilgili
tüyoyu aldım; söz konusu müzik ise saatlerce sohbet edebilirmişsiniz (gülüyoruz.)
Roxy’nin işletmeciliğini yaptığınızı duyduğumda epey şaşırmıştım. Benzetmeleri
sevmem ama bir ara gerçekten Türkiye’nin Studio 54’ydü Roxy. Müzik ve Mehmet
Günsür yan yana geldiğinde bizi nasıl bir playlist karşılar?
Evet, 1994’ten
1998’e kadar Roxy’nin içinde Roxanne adında bir restoran vardı. Oranın
işletmeciliğini yaptım. Playlist konusuna gelince benim sevdiğim tek bir müzik
türü yok. O yüzden de farklı janrlarda bir liste vereyim.
Kurt Elling – Higher Vibe
Michel Camilo – From Within
Average White Band
– Pick Up the Pieces
Massive Attack – Paradise Circus
Tool – Lateralus
Puscifer – Queen B
Metallica – The Four Horsemen
Miles Davis – So What
● The Dawn isimli müzik grubunda
çalıyordunuz. Müzik sizin için tutkuyken yakın zamanda projeler görür müyüz?
The Dawn harika
bir projeydi. Hepimiz üniversite arkadaşı olan babaların çocuklarıydık ve
beraber büyüdük. Müzik zevklerimiz de bir şekilde sinerji oluşturdu ve çok
güzel şarkılar yaptık. Hala kayıtları var bende aslında. Şu an hepimiz dünyanın
farklı bir yerindeyiz. Dawn grubunun İstanbul’daki üyeleri Emre Ali ve Uluç
çalışmalara hala devam ediyor. Bir arkadaşımız Avustralya’da, ben de
Roma’dayım. Kanaga projesi için bir
şarkı yaptık. Yakında duyacaksınız (gülüyor.)
● İtalya’da yaşam ve de çalışmak, bugünkü
Mehmet Günsür’ün kimliğini nasıl şekillendirdi?
İtalya’ya ilk kez
23 yaşında geldim; 1998 yılıydı. O günden sonra da kaldım aslında. Yirmi sene
olmuş. Başka yerlere giderek daha yoğun bir şekilde yaşayabiliyor ve daha çok
tecrübe edinebiliyorsunuz. Kendi ülkenizi bırakıp başka bir ülkeye gidince
zaten her şey yeni ve orada da hayata atıldığınız için çok fazla şey
öğreniyorsunuz tabii. Ev arkadaşlarımdan, çalıştığım yerlerden öğrendiklerim
uçsuz bucaksız. Evlendim, baba oldum ve üç çocuğum var şu an. Değişimler hiç
bitmiyor. Her şekilde ayak uyduruyoruz ve daha iyiye gitmeye çalışıyoruz. Bu
herkes için aynı aslında.
● Filmografinizde hangi işiniz olmasaydı
yerinde ufak çapta bir kara delik oluşurdu?
Aslında filmografime
baktığımda gerçekten bayağı kuvvetli işler söz konusu. O nedenle hangisi
çıkarsa yerinde bir kara delik oluşurdu. Hamam
olmasaydı ben belki şu an İtalya’da olmazdım. O Şimdi Asker benim için çok önemli bir filmdi. Keza Aşk Tesadüfleri Sever de öyle. Beyaz Gelincik dizisi için de aynı durum
söz konusu. Ve tabii Muhteşem Yüzyıl’ı
da ekleyebiliriz.
● Romantik, mütevazı, kibar, sıcak… Sizi
tanımlayan anahtar kelimeler asla değişmiyor. Etiketleri kaldırsak ve standart
bir gün üzerinden size, hayatınıza baksak nelerle karşılaşırız?
Standart bir gün
demek, günün büyük bir kısmının zaten çocuklarımla geçiyor olması demek. Eğer
çocukları okula ben götürüyorsam gün benim için erken başlıyor ve arada kendi
işlerimi hallediyorum. Eşimle yemek için buluşuyorum ayrı ayrı işlerimiz
olduğunda. Öğlen 3’ten sonra da evde buluşuyor oluyoruz genelde. Ondan sonra
oyunlar ve yemek derken zaman öyle geçiyor. Saat 10’da gece bize kalıyor.
● Hayatınıza ve kariyerinize dair uğruna
çılgınca bir adım bile atabileceğiniz hedefler / hayalleriniz var mı?
Her türlü mutluluk
için aslında çılgınca adımlar atabilirim. Fakat onun dışında girişimcilik gibi
çılgınca adımlar bana göre değil aslında. Hayatımızı değiştirmek için çılgınca
adımlar atabiliriz.
KISA KISA
Son zamanlarda sizi en çok etkileyen
film(ler):
Ladybird, Primer, Steve
Jobs (Danny Boyle’ın yönettiği), Three Billboards Outside Ebbing Missouri,
Birdman, La Grande Bellezza.
İzlemekten keyif aldığınız ve defalarca
izlediğiniz film(ler):
Blade Runner, Playtime, Fight Club, Spirited
Away, The Incredibles, Back to the Future, Memento, Intacto, Reservoir Dogs,
Amelie.
Çok abartıldığını düşündüğünüz film(ler):
Dancer in the Dark, I Am Love.
Takip ettiğiniz diziler:
Gomorra, The OA, Mozart in the Jungle, Game
of Thrones., American Gods, Better Things.
Bugüne kadarki yaşamınızı bir yönetmen
çekecek olsa hangisinin dili sizi yansıtırdı? Ve bu film, hayatınızdaki hangi
olayla açılışı yapardı?
Danny
Boyle yansıtırdı. Ortada hiç öyle bir şey yokken ablamın ilkokul öğretmenine,
bir kardeş beklediğini söylemesi ve öğretmenin veli toplantısında annemi tebrik
etmesi anıyla açılışı yapardı film.
Herkese önerdiğiniz kitap:
Neil Gaiman – The Sandman.
Şu an veya son olarak okuduğunuz kitap:
Davig Eagleman – Beyin Senin Hikayen.
Son zamanlarda en çok dinlediğiniz müzisyen
/ şarkı:
Owane – Fashion.
Son zamanlarda en çok etkilendiğiniz
tiyatro oyunu:
Killology.
En çok seyahat etmek istediğiniz şehir /
ülke:
Lizbon.
En sevdiğiniz şehir / ülke:
Kamboçya.
En sık kullandığınız kelime / söz kalıbı:
Mükemmel, harika.
Bir buluşa imza atmış olsaydınız bu ne
olurdu?
Fazla enerji
depolayabilen doğaya saygılı pil.
Hayatta olan veya hayatını kaybetmiş ünlü
bir kişilikle (yazar, oyuncu, bilim adamı, yönetmen, futbolcu vs.) karşılıklı
oturup bir konu üzerine konuşacaksınız. Kimi ve hangi konuyu seçerdiniz?
David
Bowie, Chris Cornell ve Prince’le müzik muhabbeti.
Bugünkü Mehmet Günsür’ü betimleyen söz
(replik, edebi alıntı, şarkı sözü, minibüs arkası sözü vs.)
“Şöyle bir oturalım...”
Röportaj: Cansu Uras
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Styling: Oğuzhan Erdoğan (@oscarmorriss)
Fotoğraf Asistanı: Alper Kemal Özkorkmaz
Styling Asistanı: Ezgi Aydemir