Irmak Örnek: Odun gibiysen ve inat ediyorsan hayat ıslatarak, döve döve esnetiyor!

Irmak Örnek: Odun gibiysen ve inat ediyorsan hayat ıslatarak, döve döve esnetiyor!
Belki de açılış fotoğrafına baktıktan sonra eğer sağlam bir Cesur ve Güzel izleyicisi değilseniz, “Bu kızı bir yerden biliyorum ama nereden?” dediniz ve röportajın uzunluğunu da görünce hemen ana sayfaya dönerek vazgeçtiniz. İşte, bunu yapanlardansanız ve şu an hâlâ bu yazıyı okuyorsanız lütfen bu sayfada kalın! Çünkü birazdan tanışacağınız genç kadın sayesinde yüzünüze bir tebessüm sabitleyecek, “Helal olsun be!” tabirini birden fazla kullanacak, çocukluğunuzda sıkıca tutmak ile “Bıraksam da gökyüzüyle dans etse” dediğiniz o renkli balonlar kadar rengârenk bir hayatın ufak bir kısmına tanık olacaksınız. Nadide Hayat filminde “rastalı kız” olarak tanıdığım Irmak Örnek, bir sezon boyunca masalsı bir aşk hikâyesinin, Cesur ve Güzel’in en dişli ve de enerjik karakterlerinden birine, Şirin’e hayat verdi. Calamity Jane’in postmodern versiyonunu sunan Irmak Örnek’in hayatında, Newton’un hikâyesindeki elma, Şehir Tiyatroları’na dönüşmüş. İstanbul’a belki Haydarpaşa Garı’ndan giriş yaparak bu Yedi Tepe üzerine kurulu şehri selamlamadı belki ama taksiye bindiğinde “Abi, Muhsin Ertuğrul adında bir sahne varmış” diyerek cesaret ve ürkekliği aynı anda hissettiği bir ruh haliyle gittiği Şehir Tiyatroları onun aydınlanma yeri, mabedi olmuş. 

Tişörtlerin üzerine resmi basılı yakışıklı adam olarak bildiği Che Guevara’dan hayatın tüm gelgitlerini, bütün renklerini orada öğrenmiş ve nice zorlu şartlara da göğüs germiş Şehir Tiyatroları için; ancak bu yolculuğu 2016 yazında kendisiyle birlikte pek çok arkadaşının “performans düşüklüğü” gerekçesiyle ihraç edilmesi ile sonuçlanmış. Yine de her yılına şükrettiği Şehir Tiyatroları sayesinde bugün Şirin’in hamurunu yoğurup onu şekillendirmekle kalmamış, onu bizzat yaşamış ve de yaratmış. Metot öğretilerine saygı duysa da ruhuyla işlemiş Şirin’i, hatta senaryo okurken hafiften psikanalistliğe soyunduğunu söylemek de yanlış olmaz. Yaptığı işi sahipleniş biçimi takdir edilesi, öyle ki setinin arasında aklına gelen yeni cevapları üşenmeden yazıp gönderdi. Yakın gelecekte yüz aşinalığından isim bilinirliğine terfi edeceği garanti Irmak Örnek’in. Bugün Cesur ve Güzel ekranlara veda ederken, Irmak da kendi sözleriyle Şirin’e veda ediyor bu röportaj aracılığıyla ve Şehir Tiyatroları’ndaki yıllarından Cesur ve Güzel’deki ekip arkadaşlarına ve deyim yerindeyse “Hayat sana limon veriyorsa limonata yap” felsefesine kadar daldan dala atladığımız sohbeti buraya sabitliyor, sözü Irmak Örnek’e bırakıyorum.

 

● Cesur ve Güzel’in öncesinden simana bir aşinalığımız var ama hafızamızı tazelemek için senden dinleyelim. Oyunculuk hayatının hangi anında kanına girdi?
Tabii, kısa kesmeye çalışacağım yoksa deşifren sekiz saat sürer (gülüyor.) Ben o röportajlarda okuduğunuz “Çocukluğumda taklit yapardım” diyen klişe kalabalıktanım. Ancak bendeki o taklit olayı 3 yaşına dayanıyor ve bir videomda aynanın karşısında sadece Nilüfer’i taklit etmekle kalmıyorum, Melankoli şarkısını onunla aynı tondan söylüyorum (gülüyor.) Üniversite hayatıma kadar hep okulun tiyatro veya drama kulübündeydim. Fakat üniversite dönemine geldiğimde bendeki jeton düşmedi.Çünkü oyunculuğu meslek olarak yapabileceğimi nedense fark edememiştim. Sınava bir ay kala konservatuar okuyabileceğimi öğrendim. Bu isteğim karşısında ailem ürktü biraz. Biraz da her zaman sosyal etkinliklerde aktif bir çocuk olduğum için heves ediyor deyip ciddiye almadılar. Çocukken azıcık maymun iştahlıydım. Okul hayatım boyunca bir ay voleybol turnuvam varsa, sonrasında bale gösterim olurdu. Haliyle konservatuar okumak ve de tiyatro sanatçısı olmak istediğimi söylediğimde şok geçirdiler.
 
● Tahmin edeyim bu şokun ardından “Neyle geçineceksin? Nasıl para kazanacaksın?” dediler.
Tabii ki kaçınılmaz son (gülüyor.) Hatta ilk soruları, “Tiyatrocu olup da çay simitle mi karnını doyuracaksın?” olmuştu. O yaşın verdiği toylukla isyan bayrağını anında göndere çekiyorsun ve “Evet, çay simitle doyuracağım.” diyerek saçmalıyorsun.Etin ne, budun ne acaba, bir düşün değil mi? (Gülüyor). Dünyanın en aptal cevabı olabilir bu. Sonra zamanı geldiğinde zaten hayat bana üç yıl boyunca çay simit yedirdi çünkü tiyatrocu olmuştum (gülüyor.) Destek olmadıkları için tercih yapmamaya karar verdim. Ya konservatuvar ya da okumam dedim. Annem de net kadındır, “Madem konservatuar okumak istiyorsun. Gider paranı kazanıp harcırahını kendin ödersin.” demişti. Blöftü tabii ama göremedim, korktum. Ve annem en yakın arkadaşımla doldurdu tercih formumu. Ne yazdı bakmadım bile. Gidip teslim ettim. Sonra da İzmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nü kazandığımı öğrendim.İkinci yılımda nefret ettim. Çünkü bu bölümün benim enerjime, hayat etiğime uymadığını anladım. 

Zaten sürekli tiyatro kulübündeydim. Not ortalamam da çok düşüktü. Okulu bırakmayı düşündüğüm dönem “O kadar para verdik okula bir altın bileziğin olsun” muhabbeti döndü. Ben de ellerindeki koz azalsın ve bir an önce okul bitsin düşüncesiyle asıldım derslere, son iki yılımı burslu okudum. Bu “burslu okudum” kısmı önemli biliyorsun, her özel üniversitede okuyan “ama burslu!” eklemesini yapar. (gülüyor.) Mezun olduktan sonra artık oyunculuk için adım atmalıyım düşüncesiyle direksiyonu İstanbul’a kırdım ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde İleri Oyunculuk Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. Sonra da menajerim Asiye Kocaman’la yolum kesişti, beni aldılar ve ailem oldular. İlk olarak Bizim Yenge ile ekran maceram başladı. Ardından Veda adlı diziyle devam etti. Beyazperdede Dabbe 4: Bir Cin Çarpması ve Nadide Hayat oldu. Şimdi de bugün veda etmeye hazırlanan, benim için muazzam bir yolculuk olan Cesur ve Güzel girdi hayatıma. 2012 yılında Aslı Öngören’in rejisiyle Şehir Tiyatroları’nda sahneye konulan Zengin Mutfağı oyununun seçmelerine girmemle de profesyonel tiyatro hayatım başladı. En büyük kompleksim konservatuar okuyamamış olmaktı. Konservatuar okumadığım için kimsenin beni ciddiye almayacağını düşünürdüm.
 
● Şehir tiyatroları bu anlamda senin için kırılma noktası olmuştur.
Kesinlikle! Kendimi ispat etmenin yıllarımı alacağını sanıyordum. Şehir tiyatroları, benim için büyük bir avantaj, nimet oldu. Hoş, sonu hüsranla bitti; 2016 yazında benimle birlikte birçok arkadaşımın işine “performans düşüklüğü” bahanesiyle haksız yere son verildiama her yılım için şükrederim yine de. Şehir Tiyatroları’na gittiğim ilk günü dün gibi hatırlıyorum. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin İstanbul’da nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Fakat sonrasında benim okulum oldu. Zengin Mutfağı, derdi olan bir oyundu ve benim gibi o dönemler apolitik olan birine de çok iyi geldi. Düşün, Che Guevara’dan bahsedilirken, “Şu tişörtlerin üzerine fotoğrafı basılan yakışıklı adam mı?” diyordum. Zengin Mutfağı ile ciddi anlamda aydınlandım. İnsan kendiyle yüzleşiyor; sisteme nasıl hizmet ettiğini, ailenin seni korumak adına yaptığı şeylerin aslında dönüp dolaşıp yine seni sisteme hizmet eder hale getirdiğini öğreniyor ve üzülüyorsun. Benim için gerçekten hayat okulu oldu. Komplekslerin nasıl geliştirildiğini, bir oyuncunun kıymetini bilmemenin o oyuncuyu nasıl bitap hale düşürdüğünü, çok yetenekli veya iyi olabilecek oyuncuların yan rollerde ya da figüranlık yaparken “bir gün iyi bir rol verirler belki” umuduyla yıllarını harcadıklarını, sağlıklarının ve psikolojilerinin bozulduğunu görüyorsun. 

En iyileri de görüyorsun sahne üstünde, en kötülerini de. Şehir Tiyatroları’nda birçok oyuna asistanlık yapabilme şansın oluyor. Reji masasında oturarak ve sadece prova seyrederek öğrendiğim şeylerin sayısı sahne üstünde öğrendiklerimle yarışır. Oyuncu olmak isteyen arkadaşlarım karıştırmasınlar meseleleri. Oyunculuk zorlu bir meslektir. Komplekslerinle savaşırsın, özgüvenini kurcalarsın, hep öğrenci kalırsın ve yaşın ilerledikçe kendini yenemezsen gerçeklikten uzak düşmeye başlarsın. Eğer tiyatro oyuncusuysan para kazanamaz, gelecek planı yapamazsın. Gerçekten kendinle uğraşmayı seviyor olmalısın. Beş yıl boyunca piştim Şehir Tiyatroları’nda. Zaten sonrasında da “İyi ki konservatuarı okumamışım” dedim. Yanlış anlaşılma olmasın, okuyana saygım sonsuz. Bunu dememin nedeni işlenmemiş, törpülenmemiş bedenimin, zihnimin; beni sahnede rahat bırakmasıydı. Metotlar, öğretiler, teoriler engel olarak karşıma çıkmadı. O yüzden bana verilen her direktifi çok rahatlıkla gerçekleştirdim. Hâlâ her role girerken bükülebiliyorum. Açıklarımı gizlemek yerine onları açmaya mecbur kaldım. Bu da oynadığım karakterlerin kusurlarını göstermekten çekinmememi sağladı. Daha gerçek oldu hepsi.
 
● Her sözü tekerleme misali hızlı konuşan, tez canlı kızı özleyeceğiz (gülüyoruz.) Şirin, hangi yanıyla seni kendine çekti?
Özgür olmasıyla yakaladı beni ki bu, her oyuncunun hoşuna gider. Lafını esirgemeyen biri, pek çoğumuzun dış sesi aslında. İçimizden geçeni söylediği için bizi rahatlatan ve de bize nefes aldıran bir kız. Hayata kahkahasıyla, eğlencesiyle tavır alıyor. Mesela Şirin’in en çok bu özelliğine özeniyorum. Keşke her durumdan bu kadar neşeyi çıkarabilsem… Babası Salih’in ani ölümüne kadar Şirin’i hep hayatın o iyi, mizahi, eğlenceli bulutunun içinde gördük. Mesela Şirin’in dramatik yanını ortaya koymak beni bir tık zorladı. Onun neye güldüğünü, nasıl oturup kalktığını biliyordum. Fakat babasını kaybettiğinde nasıl davranacağını kestiremiyordum. Senaristlerimiz sağ olsunlar bana bu anlamda pratik yapabileceğim çok alan yarattılar. Şirin’in her yönünü beraber görebildik.
 
● O alanı göstermekle birlikte Şirin’e çok güzel bir dünya da kurdun. Ana hikâyeye hizmet etmesinin yanında, kendine de bir ana hikâye hattı çizdin ve bunu da göze sokmadan, rol çalmadan yaptın.
Çok teşekkür ediyorum, ne güzel böyle bir yorumu duymak! Ben bunu senarist ve de yönetmenlerin, bir oyuncunun çabasını, emeğini fark etmesi olarak yorumluyorum. Şirin ilk bölümde çok aktifti ama en nihayetinde senaristler onu bu raddeye getirmemeyi seçebilirlerdi. Ece Yörenç her zaman çok takdir etti, desteğini belli etti ve özgür bıraktı Şirin’i. Yönetmenlerimiz Ali Bilgin ve Semih Bağcı da önce oyuncunun rahat etmesini dert eden insanlar. Şükrediyorum ki böyle bir ekibin içindeydim. Bir de ben deli gibi soru sorarım (gülüyor.) Her seferinde bıkmadan cevapladılar tüm sorularımı. Şirin’in bu dediğin dünyayı yaratmasının mimarları direkt Ece Yörenç, Ali Bilgin ve Semih Bağcı’dır. Bana şarkı söyletme cesareti bile gösterdiler (gülüyor.) Tiyatroda şarkı söylüyordum ama günlerce prova yapıp emin oluyordum. Burada o şansımız olmadı. Hem yönetmenlerimiz hem Ece beni cesaretlendirdiler sağ olsunlar. Panayır sahnesinde söylediğim gibi kullandık parçayı. Stüdyoya girmedik. Mükemmelleştirmedik ve Şirin olarak kalmasını sağladık. Ece Yörenç’in hikâyeyi devrettiği senaristlerimiz Elif Usman Ergüden, Serdar Soydan ve Deniz Büyükkırlı da Şirin’i kolladılar ve tadını iyice çıkarmamı sağladılar. Ben de her hafta diziyi seyrederken senaryoda geleni 5’lik bir performansla vermişsem bunu bir sonraki bölüm nasıl 6’ya ve daha da üste çıkaracağım diye düşünüyor, senaryo geldiğinde ona göre okuyup notlar alıyorum.
 
● Cesur ve Güzel’de Ece Yörenç sayesinde güçlü kadınlar da gördük hem de ciddi bir ataerkil dünyanın içinde. Hepiniz ayrı dişli çıktınız. Bir araya geldiğinizde 10 kaplan gücünde Amazon kadınları olurdunuz (gülüyoruz.)
Bence Sühan daha cesur. Bir erkek olarak toplumda Cesur’un yaptığı şeyleri yapmak kolay. Herkes seni bu anlamda destekliyor, özgürsün. İntikam için gelmişsin. Derdin, gideceğin yol belli. Ancak Sühan, sevdiği adam ile babası arasında kalıyor ve bunca zaman görmeye alıştığımız; aşkı uğruna kendinden ödün veren klişe kadın karakterler gibi davranmıyor. Sorguluyor, ispat istiyor, sınır çiziyor, had bildiriyor. Üstelik başarılı bir iş kadını. Babasından kendini sıyırmış ve rüştünü ispat ettiği ayrı bir işi var. Ağabeyi Korhan gibi Tahsin’in şirketinde yüksek bir pozisyonda çalışıp rahatına bakmayı da bilirdi ama yapmamış. Spor yapıyor, entelektüel ve klişelerden uzak. Benim gözümde Sühan, duruşuyla, davranışıyla, bilgisiyle çok başarılı bir kadın. Şirin de cesur bir kadın. Evlenecekleri gün gelin odasında Kemal Şirin’e, “Kızım birazdan Şirin Bozlu olacaksın” diyor, Şirin düzeltip “Şirin Turhan Bozlu” diye yapıştırıyor cevabı. Baktığında evin hizmetlisi rolündeki kıza bile “soyadımı tutacağım” dedirtiyor Cesur ve Güzel. Bunları tabii ki Ece’nin bilinçli yaptığını düşünüyorum, zira kendisi de çok güçlü, cesur ve de başarılı bir kadın. Dünyada işler, toplumu şekillendiriyor. Ancak bizde tam tersi, toplum neyi beğeniyorsa onu yapmaya çalıştığımız için yıllardır yerimizde sayıyoruz. Yaptığımız işe sanat demek iddialı olur ama haftanın bir günü 2-2.5 saat boyunca 7’den 70’e kadın-erkek milyonlarca insanla bir iletişim kuruyorsan verdiğin mesaj, pekiştirdiğin toplumsal kodlar önemli olmalı diye düşünüyorum. Dolayısıyla bir kadını hakkını savunan, adalet peşinde koşan, ekonomik bağımsızlığını elde etmiş, kendi gündemi olan salt bir birey olarak yansıtmanın birçok genç kıza örnek olacağını düşünüyorum. Keşke topluma göre pozisyon almasak da her zaman ilham veren işler yapabilsek! Bu noktada Cesur ve Güzel, o işlerden biri oldu.
 
● Oyuncu kadrosunu duyduğunda seni ilk olarak heyecanlandıran isim kimdi?
Ay Yapım ve de Ali Bilgin ile çalışacak olduğum için çok heyecanlanmıştım. Çünkü ilk defa bir yönetmen bana “Seni şu işinde izledim ve o yüzden tanışmak istedim” dedi. Bu benim için büyük bir artıdır. Çünkü ne olursa olsun insan emeğini harcayacağı bir işte değer verilmiş olduğunu görmek istiyor. Bu noktada Ali Hoca’nın, “Ben seni Nadide Hayat’ta izlemiştim” demesi oynayacağım karaktere özenilmiş, dikkat edilmiş ve bana güvenilmiş hissettirdi. Kendimi ispat etme endişemi biraz da olsa rahatlattı.  
 
● Ali Bilgin’le Şirin’in yolculuğu boyunca nasıl bir alışverişin oldu?
İki yönetmenimle de çok rahat iletişim kurabiliyorum. Mesafeli ya da agresif olmamaları benim için çok önemliydi çünkü iş yaparken ve sadece iş iyi olsun diye çırpınırken garip egosal tavırlarla uğraşmak kimse istemez. Üçümüz de birbirimize açık, net ve samimiydik. Ağırlıklı olarak Cesur Ev’de olduğum için Semih Hoca’yla daha çok çalıştım. Evet ya da hayır diye yanıtlayabileceği bir sorumu bile öyle detaylı açıklar ki bir sonraki sahnelerde de beni önceden rahatlatmış olur. Mesela uzun bir süre Şirin’in babasını kaybetmiş olmasına rağmen ağladığını, içini döktüğünü göremedik. Bu da benim içime sinmemişti bir oyuncu olarak. Senaristlerimizin yazacağından emindim ama galiba biraz sabırsız olabilirim (gülüyor.) Semih Hoca’ya, Şirin’in çözüldüğü bir sahneye ihtiyacımız olduğundan bahsettim ve bana katıldı. Zaten daha önceden düşünmüş o da bunu. Senaryoda olmamasına rağmen birazdan çekeceğimiz sahnede bana küçük bir an vermesini rica ettiğimde ikiletmedi bile. Kameranın açısı ona göre ayarlandı, ışık yapıldı ve Cesur salondan çıkınca Şirin’de küçük bir kendi içine dönme anı gördük. Seyirci için iki saniye ama benim için önemli bir parçanın yerine oturması. Emin ol bu, bir oyuncu için tek kelimeyle bir lütuf.
 
● Cesur ve Güzel’de seni ters köşeye yatıran sahne hangisiydi?
Şirin’in, babasının ölümünü öğrendiği anki tepkisizliği. Reji bile çok şaşırmıştı (gülüyor.) Güzel bir ters köşeydi. Hamdolsun ölüm acısı tatmadım henüz. Referans noktam pek yok. Ne yapacağımı bilemedim. O dönem, babasını kaybetmiş bir oyuncu arkadaşımın bu olayı yaşadıktan bir hafta sonra “Ben neden babamı kaybettiğime ağlayamıyorum” diyerek ağladığını öğrendim. Ancak o zaman ikna oldum Şirin’in ağlayamamasına. Hikâyenin genelinde ters köşeyi soracak olursan Fügen’ in ölümü derim çünkü hiç birimiz o kadar sert bir sahne beklemiyorduk. Bu da Ece’nin cesareti işte. Kimsenin beklemediği şeyler yapmayı seviyor. Her yeni bölümü merakla bekliyorduk ve asla tahmin ettiğimiz gibi çıkmıyordu (gülüyor.) Ayrıca Türkiye’de yapılan işler arasında yakın zamanda izlediğim Masum da başlı başına bir ters köşe. Hem çok şaşırdım hem de gurur duydum. Tek başına jeneriği bile dünya standardında. Selda Bağcan’ın şarkısını kullanmışlar, var mı ötesi? Okan Yalabık, sen ne mükemmel bir insansın! Aynı şekilde Serkan Keskin ve Ali Atay da öyle. Berkun Oya gibi kıymetli bir senaristimiz olduğu için de çok mutluyum. Çalışmayı çok isterim. Tek kelimeyle mükemmel işler yazıyor!
 
● Cesur ve Güzel’in oyuncu kadrosunda ilk kimin adını duyduğunda heyecanlandığın sorusunu atlamayalım. Ekibi, ete kemiğe büründürdükleri karakterlerle görüyoruz. O kurgusal kimlikler kalktığında kadroyu nasıl yorumlarsın?
Klişe olacak ama Cesur ve Güzel’in böylesine güzel bir kadroya sahip olmasının Ay Yapım’ın başarısı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar mı çılgın insanı bir projeye toplarsın! (Gülüyor.) Herkes nevi şahsına münhasır bir deli. Erkan (Avcı) ve Serkan’la (Altunorak) yan yana geldiğimde direkt mağdurum. Yeri geliyor ikisini de karavandan atacak durumda kalıyoruz.  O kadar güldürüyorlar ki diyaframımız sıkışıyor, makyajımız bozuluyor (gülüyor.) Özellikle Serkan bizi yoruyor, o kadar komik bir adam. Onlar yok ise Devrim Abla (Yakut) alıyor bayrağı eline ve karavan inliyor kahkahalarımızla. Hepsini cebinden çıkarır, efsane bir kadın. Dişiliğini, zarafetini, şeffaflığını örnek alıyorum. Bilgeliğiyle hepimizin akıl hocasıdır. Erkan, hayatımda gördüğüm en gerçek oyunculardan biri. Karadayı dizisinde mafyayı, Zenne filminde eşcinseli, burada ise babası tarafından sürekli aşağılanan bir adamı oynadı. Her role bu denli mi güçlü bürünürsün! Sezo (Sezin Akbaşoğulları) aramızda rolü için en çok değişen, dönüşen, kılığa giren oyuncu. Gerçek hayatta karakteri, giyim, konuşma tarzı, yürüyüşü, jestleri taban tabana zıt Cahide ile. Çok detaylı düşünüyor, bayılıyorum Sezin’e. Kıvanç (Tatlıtuğ) kaba tabirle 10 numara delikanlı. Şöhretin günlük hayatında üstüne yapışmadığı ender insanlardan biri. Çok iyi oynuyor ve en dramatik sahnenin duygusuna bile neredeyse hazırlanmadan giriyor. Sırrını bilmiyorum ve aşırı şaşırıyorum. 

Tuba (Büyüküstün), kendine birçok hemcinsim gibi dışarıdan bakmıyor, hep merkezinde kalabiliyor ve kadınlarla ilgili klişe beklentileri umursamıyor. Saçlarını kısacık kesip de bu tarzı çok iyi taşıyan başka kadın başrol görmedim ben. Sühan’ı mesafeli ve gereksiz cilveden uzak oynamasını çok seviyorum. “Nasıl davranırsam bu sektörde kalıcı olurum?” konusunda Tuba’yı örnek alıyorum. İyi niyetli, sevecen, başarılı ve nazik olmanız bu sektörde kalıcı olmanızın garantisi değil.  Evet, kapıları açıyor ama içeride kalmak zor. İşin sırrı, başınıza gelen haklı ya da haksız durumları iyi yönetmede. İlk günden itibaren bana yakın durdu ve çok kilit konularda kimi zaman farkında olmadan kimi zaman bilerek yol gösterdi. Teşekkür ederim Tuba. Tamer Abi (Levent), dünya tatlısı biri ve muazzam bir entelektüel. İlla cebine bir şey koyarsın onunla olan sohbetinde. Senaryoyu okuduğunda insan ister istemez karakterleri kafasında canlandırıyor ve oynatıyor. Tamer Abi’yi her izlediğimde şaşırıyorum çünkü hep düşündüğümün tersini oynuyor ve her seferinde de sağlamasını alıyor. Tilbe Saran ile çalışacağımı anladığımda elim ayağım birbirine dolanmıştı. İlk sahnemiz Cesur Ev’e gelişi, arabadan inişi. Orada benim gözlerim doluyor, aşırı heyecanlı ve gerginim. Rol değildi o. Bayağı heyecanlıydım. Sonraki sahnemiz acıbadem kurabiyesi ikram ettiğim sahneydi. İşte ben o an Fü’yü nasıl sevdiysem Tilbe Abla’yı da öyle sevdim. Bir kerede aldı içim, bir daha da bırakmam. Ne seyrettiyseniz gerçekti. Çok seviyorum onu! Diziden ayrılınca aşırı üzülmüştüm yalnız kaldım sette, arkadaşım gitti diye. Annemi oynayan Işıl Abla (Dayıoğlu) ve babamı canlandıran Oktay Abi (Duran) tiyatro geçmişimiz sebebiyle kendimi çok yakın hissettiğim insanlar. Benzer beklentilere ve hassasiyetlere sahibiz. Onların yanındayken daha bir ait hissediyorum kendimi ortama. Işıl Abla mesela gerçek hayatında bir Şirin. Öyle tatlı anları vardır ki, tam bir genç kız. Birlikteyken o beni güldürür, ben ona yeni bir şeyler öğretirim. Fırat’la (Altunmeşe) tanıştığımızda bir oh çekmiştim çünkü anlaşacağımız belliydi. Mesafesiz, gerçek, bol geyikli bir çift olduk. Ne dokunmaktan çekindik ne de sarılmaktan. Canım Fırat!
 
● Şirin’e veda ettin, bugün de izleyicilerin karşısına son kez geçeceksin. Şirin’e soracağın son soru ve ona söylemek isteyeceğin son sözler ne olurdu?
“Selam Şirin. Çok akıllı, dürüst ve cesur bir kızsın. Güzelliğin bizi ilgilendirmez, benim derdim geçici olmayan şeyler. Üniversite okuyacak mısın? İyi bir aşçı olabilirsin. Kariyer yapmak ister misin? Ekonomik bağımsızlığını elde etmeden çocuk yapma olur mu? Hem çok gençsin hem de evlatlarına iyi bir rol model olmak için daha çok çalışmalısın. Bu yetenek, azim, potansiyel ve zekâ sende var. Hayatının iplerini eline al ve sevdiğin adamla birlikte daha büyük hayaller kur. Ayrı ayrı atlarınız olsun. Beraber dörtnala koşun. Seni seviyorum. Hoşça kal.”
 
● Günümüz kişisel gelişim dalgasında en yaygın olan olgu malum “Hepimiz bir amaca hizmet ediyoruz.” Bu noktada sıfatlardan arındırılmış salt varlığınla ve de ayrıca oyunculuğunla neye hizmet ediyorsun bu dünyada?
Ailesinden destek görmediği, maddi imkânı olmadığı, yapamayacağını düşündüğü kocası-sevgilisi “izin vermediği” ve de başarısız olmaktan korktuğu için bir yerlerde sıkışıp kalmış ne kadar genç kız ya da kadın var ise dokunabilmek istiyorum onlara. Yapabilirsin, bu hayat senin! Ailen seni bu dünyaya getiren aracın. Seni korumalı ve desteklemeliler. Eğer aşağı çekiyorlar, şiddet uyguluyorlar, eğitimin için destek olmuyorlar ise 18’ini doldurduğun an bağımsız bir birey olduğunu hatırla ve hayatının iplerini eline almak için akıllı kararlar ver. Sevdiğin adam bağımsız, başka biri ve seni kısıtlayamaz ve sana hükmedemez. Sen kendi hayatından sorumlusun! Eğer istemediğin bir muameleye sürekli maruz kalıyorsan bu, sen izin verdiğin içindir. Harekete geç. Hepimiz bir gün toprak olacağız. Hayatını senden çalmaya çalışanlar dâhil. Lütfen elinde kırık ve yorgun kalbin, başkaları için yaşadığın mutsuz hayatın yüzünden pişman ölme.
 
● Yeni bir işe yelken açacaksın artık. Bu noktada biraz hayal kursak, nasıl bir işte hangi isimlerle karşılıklı oynamak istersin?
Hayal kurmak ileride yapacaklarının tohumunu ekmektir. O yüzden iyi düşünüp cevap vermem lâzım. Yüksek lisanstayken hocamız “Hangi amaçla buradasınız? Ne olacaksınız?” diye sormuştu. Sınıf arkadaşım “Dizilerde reklamlarda oynayıp hayranlarımla fotoğraf çektirmek istiyorum” dediğinde çok yadırgamış ve onu yargılamıştım. Sıra bana geldiğinde “tiyatro oyuncusu olmak istiyorum” diye yanıtlamış ve bunun daha ulvi bir iş olduğunu düşünmüştüm. O zamanlar mesleklerin değil onları icra edenlerin dünyayı değiştirdiğini tam kavrayamamıştım. Kimseyi yargılamaya hakkım yoktu. Herkes amacını gerçekleştirmek için doğar en nihayetinde. Yıllar geçti o arkadaşım gerçekten tanındı ve ben tiyatro oyuncusu oldum. Aramızdaki en önemli fark benim -2’nci katta rutubetli bir evde oturmam ve neredeyse her gün çay-simit ikilisine bağlanmış olmam; onun ise gerçekten hayalini yaşamasıydı. Hayatta en önemli şey insanın kendine dürüst olmasıdır. Başkalarının ne diyeceğini dert etmeden, en ilkel arzularını bile eğer başkasına zarar vermeyecekse kabul etmesidir. Çok fazla maddi sıkıntı yaşadım ve kabul ettim. Benim de hak ettiğimi düşündüğüm hayat standardımı sağlayacak bir maddi gelire ihtiyacım vardı ve ben sevdiğim mesleği yorgun, öfkeli, umutsuz, robot gibi yapar hale gelmiştim. İdealist olmam kiramı ödemiyordu. İşin garibi beni mutlu da etmiyordu çünkü hiçbir şey hayal ettiğim gibi gitmiyordu. Önce kendi sağlığım iyi ve gelecek kaygılarım asgari seviyeye ulaşmış olmalıydı. Tiyatroda çalıştığım beş yılda bana kazandırdığı her güzel şeyin yanında kronik sırt ağrılarım başlamış, rutubetli ev yüzünden migrenim artmış ve sürekli güne mutsuz uyandığım bir döngüye girmiştim. 

Borçlardan bahsetmeye gerek yok zaten o kaçınılmaz son. Üstelik tüm bu fedakârlıklara rağmen emeğim çöpe atılmış, bir günde kendimi kapının önüne bulmuştum. Anladım ki beni benden daha fazla kimse düşünmeyecek ve takdir etmeyecek. Bu, tiyatrodan vazgeçeceğim anlamına mı geliyor? Asla! Sadece esnemeye ihtiyacım vardı ama sen odun gibiysen ve inat ediyorsan hayat ıslata ıslata döve döve esnetiyor seni (gülüyor.) Şimdi bir yıl sonra hayatın başka bir kulvarında kendimi daha iyi hissettiğim bir noktadayım ve sözümü söylerken aynı anda daha fazla insana ulaşabiliyorum. Cesur ve Güzel ile birlikte Allah’ın herkese hazır olduğunda bazı tecrübeleri yaşattığını anladım. Mesela ben şu an Tuba’nın disiplininde, temposunda bir işe başlasaydım sonunu göremezdim büyük ihtimalle. Çünkü o kondisyona sahip değilim. Herkese küfesi kadar geliyor imkânlar. Bir gün başrol, ben hazır olduğumda gelir belki bilmiyorum. Derdi olan, bu sistemde zor da olsa bir söz söylemenin peşine düşen bir işte olmayı çok isterim. Kadını erkeğin eşlikçisi değil, kendi gemisinin kaptanı olarak gösteren, aynı anda yüz tane işi aynı kalitede yapabilen günlük hayatımızda gördüğümüz emekçi kadınları anlatan işlerde olmak isterim. Hoşgörümüzü, sağduyumuzu geliştirecek projelerde rol almayı arzularım. Herhalde çoğu oyuncu da ister. Ben oynadığım karakterleri tutup kendime çekiyorum. Bu konuda kendimi törpülemem lâzım. Şirin’in enerjisi yüksek ve hızlı konuşuyor, değil mi? Bakınız örnek şekil a olarak karşındayım (gülüyor.) İşte, sırf bu nedenle yavaş düşünen ve de konuşan, hantal ve kötücül bir karakter canlandırmayı da çok istiyorum.
 

 
KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film:
Daha çok dizi ve belgesel takılıyoruz bu günlerde sevgilimle. Film izleyeceksek banko bulmaya çalışıyoruz. İki saati boşa harcayınca üzülüyor insan. Narcos, The OA, The Night Of, Grace & Frankie, Orange is the New Black takip ettiğim dizilerin bir kısmı, öneririm.
 
Defalarca izlediğin film
Inglorious Basterds, Black Swan, Boys Don’t Cry, The Help, Moulin Rouge… Liste uzar gider.
 
Pek çok kişinin beğendiği ama abartıldığını düşündüğün film:
Başıma bir şey gelmeyecekse Star Wars serisi demek istiyorum.
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen tiyatro oyunu:
Hedwig and the Angy Inch. Hem filmini hem oyununu öneririm. Türkiye uyarlaması mükemmel olmuş. Hayran kaldık.
 
Başucu romanın:
Paulo Coelho - Simyacı
 
Son okuduğun kitap:
Khaled Hosseini’nin üçlemesi Uçurtma Avcısı, Bin Muhteşem Güneş, Ve Dağlar Yankılandı’yı art arda okudum, muhteşem.
 
Bir günlüğüne bir kitabın, filmin ve de tiyatro oyununun dünyasında, oradaki karakterlerle yaşayacaksın; hangilerini seçerdin?
 
Harry Potter ile yaşamak, Hedwig ile turneye çıkmak, Devil Wears Prada’da Miranda Priestly’nin asistanı olmak fena fikir değil gibi.
 
Son zamanlarda en çok dinlediğin müzisyen / şarkı:
Athena – Ses Etme
 
Sahip olmak istediğin bir yetenek:
İyi bir müzisyen olabilmeyi çok isterdim. Birçok enstrüman çalabilmeyi ve kafamda dertlerimin melodilerini duyup beste yapabilmeyi… İyi bir modern dansçı olmak da fena olmazdı. Resim yapabilmek de muazzam bir şey. Kocaman tuvallere… Galiba benim bu maymun iştahlılık konusunu çözmem lâzım (gülüyor.)
 
6 kişilik bir masadasın, her konudan konuşabileceğin bir sohbet açılıyor. Bu masadaki diğer beş kişi hangi ünlü isimler olurdu? (Şu an yaşayan ya da hayatını kaybetmiş fark etmez)
Freddie Mercury, Frida Kahlo, I. Elizabeth, Türkan Saylan, Marilyn Monroe, Meryl Streep, Anne Boleyn. Biliyorum sekiz kişi olduk ama ben tabure alırım Frida da zaten tekerlekli sandalyede, sığışırız.
 
Bu kadar soru cevapladın. Senin bu hayatta birine soru sorma şansın olsa, kime neyi sorardın?
Tüm politikacılara koca bir NEDEN?!
 
Şu anki Irmak Örnek’i özetleyen bir söz:
Okyanusta yüzerek buraya gelip de bazen nasıl derede boğuyorsun kendini hiç anlamıyorum.
 
*

Fotoğraflar Emre Yunusoğlu
Styling Kübra Geyik
Saç Fatih Yücel
Makyaj Selin Yücel
Mekân Tilki Yapım Stüdyo
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER