Hafta içi
bir gün ofisten erken kaçıp soluğu Karaköy’ün günümüz beyefendisi SuB
Karaköy’de alıyorum. Benden sadece 10 dakika önce gelmiş mekâna Tülin Özen ve
menajeri Ezgi Baltaş. Tülin Özen’le duyduğum yorumların kesişim kümesi, daha
kendisini ilk gördüğüm an adeta vuku buluyor: Masmavi gözleri. Konuşurken çok dikkatli bir şekilde size baktığı için muhatabınız bir süre
sonra o deli fişek gözler oluyor. Deli fişek diyorum çünkü Tülin Özen, futbol
sahasından üstü başı çamura bulanan o afacan çocuk havasına sahip, hem sözünü
sakınmayan hem de hakkını savunan ama kendini kadınsılığa da tamamen teslim
etmeyen örnek alınası kadınlardan.
Bu röportajda da kadınlara dair söylemlerine
tanık olacaksınız. Ancak okuyacaklarınız onu feminist vb. sıfatlarla
etiketlemeniz için kesinlikle yeterli değil! Çünkü özellikle oturmuş, farklı
katmanları olan karakterlere hayat veren Özen, anı yaşayan ve fikirlerini kendi
çerçevesi içinde olabildiğince özgür şekilde söylenen, kendinden yaşça küçüklere
ilham verebilecek isimlerden. Tülin Özen sadece delici gözlere değil, karaktere
ve kelamlara da sahip. Söz konusu oyunculuk olduğunda karakterlerini seçerken
nokta atışı yapan, filtresiz, dobra, samimi ve “edebiyat kasma”dan uzak, anı
yaşayan güçlü bir kadın o. İşine odaklanan ve dışarı ile arasına bir tül perde
çeken Tülin Özen’in ışığının içeri girmesi için bir nebze de olsa o perdeyi
araladık bu röportajla!
● Türkiye’nin ilk büyük prodüksiyonlu internet dizisi olma unvanına sahip
Masum ile yollarınız nasıl kesişti?
Masum, benim de bildiğim bir tiyatro oyunu olan Bayrak’ın farklı bir uyarlaması, 8
bölümden oluşan dizi versiyonu. Karakterler biraz daha değişik oyuna göre.
Bildiğim bir metindi Bayrak,
Berkun’la (Oya) da geçmişte birlikte çalışmıştık. Seren (Yüce), zaten neredeyse
her anını bildiğim bir yönetmen. Kadroya baktığınızda neredeyse hepsi
tanıdığım, sevdiğim, beraber daha önce çalıştığım ve beğendiğim oyunculardı.
Zaten kadro da biraz böyle oluştu aslında. Birbirini tanıyan insanların bir
araya geldiğini, yollarımızın kesiştiğini söyleyebilirim.
● Söz konusu dizi piyasası olduğunda bölüm süreleri
kadar çekimlerden önce herhangi bir hazırlık yapılamadığından dem vurulur. Bu
durum Masum açısından nasıldı?
Bir kere
oyuncu olarak standart bir diziye hazırlanmaktan farklıydı. Çünkü nerede, ne
yapacağını çok iyi bilebiliyorsun. En azından karakterini kurabiliyorsun. Üçüncü
bölümde, “Yani izleyici senin o yanını sevdi, biraz daha mı devam ettirsen”
gibi sözlerin sarf edilmediği bir iş oldu Masum.
Seren veya Berkun’a çok rahat soru sorabildim. Şimdi herhangi bir dizi
setinde soru sorsan da, “Merak etme. Biz ona bakıyoruz. Dördüncü bölümde
halledeceğiz onu” şeklinde bir cevap duyabiliyorsun. Masum’da öyle bir şey olmadı. Sekiz bölüm elimizdeydi ve bu nedenle
gerek yönetmen gerekse senarist sana açıklama yapmak durumundaydı. Aynı şekilde
sen de bu soruları sormakla yükümlüsün. O nedenle hazırlık sürecinde daha çok
soru sorulan ve cevap alınabilen bir iş oldu Masum.
● Televizyonda biraz karavana durumu var gördüğüm
kadarıyla.
Tabii ki. Televizyonun
ve başını sonunu bildiğin bir dizinin sistemi farklı. Ne yazık ki televizyonda
ilk 13 iyi kötü belirlenmiş de olsa, reyting ya da seyirci tepkisiyle bir korku
oluşuyor ve her an değişmelerle karşı karşıya kalabiliyorsun. Hem senaristin
hem yönetmenin hem de oyucunun kurduğu yapı bozulabiliyor bir anda. Dolayısıyla
her soruna, normal olarak, sağlıklı cevaplar alamadığın ve o sırada oyuncu
olarak rahatsızlığının geçiştirilmesi üzerine kurulan bir sistem var
televizyonda. Oyuncu da bir yerde hikâyeden kopunca, elindeki ya da işin
başındaki dengeler ne derse onu yapmak durumunda kalıyor. İşte, Masum’da bunların hiçbirini yaşamadım.
● Set koşulları nasıldı?
Belli
saatlere uyuldu. Tabii bir uyku saatimiz oluyordu (gülüyor.) Ancak yine de çok
hızlı çalıştık. Toplamda 5.5 hafta sürdü çekimler. Bence biraz daha zaman
tanınabilirdi. İlk internet dizisi, iddialı bir iş, yeni bir mecra açılmaya
çalışılıyor; tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda biraz jet hızında
yapmışız gibi oldu. Yine de set koşulları gayet yerindeydi.
● Masum’da canlandırdığınız karakter Emel için ne gibi anahtar
kelimeleriniz vardı elinizde? Siz ona neler kattınız?
Senaryoda
neredeyse hemen hemen her şey açık ve netti aslında. Benim de çok
tanımlayabileceğim anahtar kelimeleri olmadı. İzlemeyenler için üstü kapalı
söyleyeyim, başına gelen durumla şekillenen bir karakter Emel. Yalnız büyümüş,
kendi ayakları üzerinde duran bir kadın. Hızlı bir şekilde, pek de tanımadığı
bir adamla evleniyor ve aynı şekilde tanımadığı bir aileye gelin gitmiş oluyor.
Eşine çok güveniyor, bununla ilgili bir sıkıntısı yok ama çok kısa bir zaman
sonra onunla ilgili bütün hayatını etkileyen ve ondan saklanmış bir sırla
karşılaşıyor. Sonrasında da zaten her şey çorap söküğü gibi geliyor. Emel’i,
verdiği kararlar üzerine kurdum ki bu da senaryoda vardı. Ancak metne göre onu
galiba biraz daha olgun ve anlayışlı tutmaya çalıştım. Tabii bu benim
hissiyatım, pek de emin değilim (gülüyor.)

● Bir yanda tiyatro oyunu uyarlaması, diğer yanda
sinema disiplininden gelen bir yönetmen. Bu iki farklı sanat dalı, üçüncü bir
disiplinde beden buluyor ve o da farklı bir mecrada, değişik bir şekilde
sunuluyor. Bu durum oyuncu olarak sizi nasıl etkiledi?
Öncelikle
tiyatro oyunu, diziye uyarlanırken tabii ki çok olmasa da birtakım belirgin
değişiklikler oldu. Bir önceki soruda üstü kapalı bahsettiğim sır, bu senaryoda
çıktı ve yan karakterler, hikâyeler biraz daha güçlendirildi. Ali’nin (Atay)
oynadığı karakter ve ailesi dâhil edildi. Oyun tekstinde yoktu. Bayrak, gizemli bir tarafı olsa da,
benim için daha çok aile ve aile olmak, kadın-erkek ilişkisi üzerine bir
metindi. Masum, yine aynı merkezde
dururken, biraz daha polisiye sosu katılmış hali. Tahmin edilemeyen dönüşler,
ipuçları ve görsel, somut unsurlar var olayın takibini yapabildiğimiz. Bu
anlamda Masum, Bayrak’a göre metin açısından zenginleşmek durumunda kaldı tabii
ki. Seren için de sinema filmi yerine dizi yönetiyor olmakla birlikle, başka
birinin senaryosunu çekiyor olmak farklı bir deneyim olmuştur. Çünkü o kendi
filmini yazıp yöneten biri aslında. O anlamda Berkun’la iyi çalıştıklarını ve
Berkun’un senaryosuna da son derece sadık kaldığını düşünüyorum. Daha çok
senaryoyu ve olayları ön plana çıkarmak üzerine bir görsellik ve oyunculuk dili
kurdu bana göre. Masum da dizi gibi
olmadı pek. Çok uzun bir sinema filmi gibi. Ancak tabii her bölümün finalinin
parlatılması gerekiyordu. İşte, o tip dizi gerçekliklerinde herhalde dizi
yaptıklarını hatırlamışlardır.
● RTÜK, yersiz uzunluk, “ahlâk” kriterleri gibi faktörlerden arındırılmış bir iş yapmış olmayı nasıl yorumlarsınız?
Ben sinema
filmi ve tiyatro oyunu da yaptığım için Masum,
bu kadar özgür alana sahip olduğum ilk iş olmadı. Dizi baştan sana bazı
şeylerin konuşulamayacağını, söylenemeyeceğini vaat ederek başlıyor. Sen de ona
göre, bu sınırları ve sansürleri bilerek, işini kurup sonrasında tüm bu
saydıklarınızın eksikliğini çok yaşamamaya gayret ediyorsun. Masum’un, dizi olmasının farkını ben
oyuncu olarak çok algılayamadım. Salt dizi yapmış olanlar bunu daha iyi
anlayabilir. Ancak Türkiye’de net olan bir durumdan bahsetmek istiyorum bu
noktada. Bir sürü izleyici için küfür duymak ne kadar önemliymiş onu da anladım
mesela. Pek çok korkunç denilebilecek komedi filminde baştan aşağı küfür
ediliyor. Durum böyle olunca “Bu kadar açlar mıymış küfür duymaya?” diyorum.
● Masum’un ön gösterimi sırasında da Ranini’nin, “Küfür duyunca
kahkaha atan bir kalabalıkla izliyoruz” şeklinde bir tweet’i de olmuştu.
Galaya
katılamamıştım, Masum’da durum neydi
bilmiyorum ama maalesef sırf küfürden oluşan ve gişede yüzü güldüren komedi
filmleri var. “Ahlâk, ayıp, namus” denildiği yerde çok ahlâksız işler var
aslında. Yani ahlâk nedir, küfür nedir; ben bunları karıştırıyorum. İnsanlar
neye aç anlamıyorum. Günlük hayatta bir olay esnasında küfür ediyorsan
ediyorsundur, etmiyorsan da etmiyorsundur. Harika tiratlar var mesela Masum’da
daha önce hiçbir dizide duyma ihtimalinin olmadığı. O tiratları duydukları için
seviniyor olmalarını tercih ederim. Mesela anne figürü... Böyle bir anne
figürünü, bu kadar doğru ve sert konuşurken görmek pek karşılaştığımız bir
durum değildir. Anneye tek laf edilmez, ne kadar şirret olursa olsun hep
tutunduğu bir yer vardır. Zenginse ve topuklu ayakkabı giyiyorsa, zaten düz
kötü anne olarak adlandırılır. Çirkin bir insandır o. Öteki türlü normal bir
anneyi, çok kötü konuşturamazsın bir yerden sonra. Sette falan “Oraya
dokunmayalım, tehlikeli bir kanal” denir bir yerden sonra. Böyle bir anne görmek,
küfür duymaktan daha önemli ve özel bence.
Türkiye’de yaşayan bir insanın, küfür edilmesine bu kadar ihtiyacı
olduğunu ilk defa Masum’da fark ettim.
Masum’u seyredenler eminim sinema
filmi izliyorlardır, küfür duymuşlardır ama burada ayrı bir mutluluk hissi
olması biraz buruk bir his. Fakat işte bir yerde o kadar “bip”lersen,
yasaklarsan, yok edersen; bu, sadece gereksiz bir açlığını ortaya çıkarır. Bu
nedenle küfür duyduklarında güldüklerini düşünüyorum. Oysa sokak, siyaset her yer
küfür kıyamet bir ülke aslında burası.
● Bir de ataerkil sinema ve televizyon söz konusu.
Emel gibi dişli, güçlü karakterler izlesek de ağırlıklı olarak ataerkil diziler
ve de filmler. Masum da bu açıdan
aynı eleştirilerle karşılaştı.
Ben de bir
kadın olarak aynı eleştirileri getirebiliyorum. Bence Masum’a özel değil bu söyleyeceğim ama Masum’dan daha ileride bir kadın işi yapılması gerekiyor. Artık bir
kadının yazması gerektiğini düşünüyorum tabii ki. Erkeklerin, en iyi ihtimalle
kadını “Biz bu kadınları da anlayamıyoruz” ya da “anlamayı beceremiyoruz”
yorumunun ardına sığınarak yazmalarına sinir oluyorum (gülüyor.) Ancak
kadınların yazmamasına da sinir oluyorum, hatta kadınların erkek dili yazmasına
daha da çok, en çok sinir oluyorum.
● Bu yaygın durum nasıl kırılır sizce?
Televizyonda
kırılmaz öncelikle. Kadına yapılan müthiş bir sansür söz konusu. Kadının
gerçekten kendini ifade ederken görülebileceğini düşünmüyorum. Ancak çok da
takip etmiyorum, belki bu standardın dışında işler de vardır. Bir namus koruma
söz konusu dizilerde, bana da önerilen ‘çok güçlü kadın’ denilen roller var
mesela, ta ki birinci bölüm finalinde, yakışıklı ve zengin erkekle karşılaşana
kadar. Önce güçlü diye tarif edildiği için kadın, adama ters yapıp ikinci
bölümde artık yelkenleri suya indirme, ona bir şekilde muhtaç olma durumuna
düşüyor mesela. Bir yerden sonra da her şeyi yapabilen ki sadece cinsellikten
de bahsetmiyorum, hatta onunla neredeyse en az ilgileniyorum, kadınların sahip
olduğu tuhaf namus bilincinden söz ediyoruz. En nihayetinde izleyici
yakıştırıyorsa her şey olabiliyor. Oysa bu ülke, belli bir yaştan sonra ya da
gençken terk edilmiş, çocuklarını büyüten ya da “Ben seni istemiyorum, ben onu
istiyorum” diye diretebilen ve sonrasında öldürülmeyi bile göze alabilecek
kadınlarla dolu.
Dizilerde de sadece bu olsun demiyorum tabii ki ama ben
gerçekten bir kadının, bizim erkek arkadaşlarımızla ettiğimiz gibi bir erkekle
kavga etmesini, onu sahiplenmesini ya da hayatı paylaşmasını görmek istiyorum.
Kadının gücünün, başroldeki kadının güzelliğiyle, tatlılığıyla tarif
edilmemesinden bahsediyorum. Mesela, sadece “Sen benimle yeterince
ilgilenmiyorsun” değil ki bizim erkeklerle kavgalarımız. Onların çocukça
davranmaları, karar alamamaları, güçlü olamamaları veya kaçmaları gibi
özellikleri aslında kadınların, erkek arkadaşlarıyla en büyük ve yaralayıcı
olan kavga etme nedenleri. “Erkekliğin 10’da 9’u kaçmaktır” diye bir laf var bu
ülkede ama televizyonda bunun gerçekten namuslu bir kavgasını göremezsin. Bence
bunun gerçekten yazılmaması erkek oyuncular için de çok büyük bir eksiklik. Ancak
filmlerde karşımıza çıkabiliyor bu adamlar ama oradaki kadın figürleri de
genelde zayıf işleniyor.
● Tam da bu noktada yeni diziniz Aşk ve Gurur’daki Türkan çıkıyor karşımıza aslanlar gibi. Aslında
Türkan, biraz enteresan, denk gelmediğimiz bir kombinasyon. Hem geleneksel bir
kadın tiplemesi çiziyor hem de özellikle Kadir’le olan ilişkisine bakarsak da
bu bahsettiğiniz kadın tiplemesine ufaktan selam çakıyor. Siz nasıl
yorumluyorsunuz?
Türkan’da
böyle bir durum var bence deya da ben senaryoyu
okurken, onu hep tutmaya çalıştım bilemiyorum. Fakat Türkan’ın yaşadığı evde
birçok konuda hâkimiyeti söz konusu. Tabii evde bu rolü almasında, senaryoda bence
çok iyi ve özel çizilmiş anne ve baba figürünün payı var. Mesela erkeklerle ya
da annelikle ilgili az önce bahsettiğim renkler bu annede ve babada bulunuyor.
Babanın kendini yetersiz görme anları, hataları, annenin saçını süpürge
etmekten son derece uzak tavırlarıyla şekillenmiş bir evde yetişen dört ayrı
kadın ve bir erkek söz konusu. Türkan da dediğim gibi bu ortamda en büyük kız
çocuğu olarak büyük bir sorumluluk altına giriyor. Kadir’le ilişkisinde evlenip
ayrılmış bir kadının endişeleri ya da mahalleli olmanın dengelerini iyi bilen
ama dul olduğu için ya da aileyi bir şekilde sırtlandığı için hayatının
tükendiğini de düşünmek istemeyen bir kadın var. Asla mutluluk aramaktan ve
bunu hak ettiğini düşünmekten vazgeçmemiş bir kadın. Aslında Kadir’i de bu
dengeleri hatırlamaya ya da öğrenmeye ve düşünmeden hareket etmemesine
zorluyor.

● Oyunculuğun, karaktere inanmak meselesi olduğunu
söylenir durur. Türkan’ın ve Emel’in, kendinizi inandırmakta zorlandığınız
yanları oldu mu?
Türkan’da
çok olmadı aslında, çabuk ısındığım bir karakter oldu Türkan. Televizyon ve
dizi olduğu için bazı laflar bana zorlayıcı ve açıklayıcı geliyor ama onun
dışında inanma anlamında zorlanmadım.
Emel’in de açıkçası
empati kurmakta zorlandığım bir yanı olmadı. Zaten bence okuduğun anda “Ah aynı
ben” ya da “Bunu çok iyi anlıyorum” diyebileceğin bir durum söz konusu değil
karakterlerde. Mutlaka üzerine çalışman gerekiyor. Çünkü artık onu
oynayacaksan, o sahneye veya sete çıkacaksan soru işaretlerini de bir şekilde
gidermen gerekiyor. Bu da çalışarak oluyor. Kendine sorular sorarak bir
karakter çiziyorsun. Sonrasında da birtakım davranışlar gösteriyorsun ve o da
bir karaktere evriliyor. Çok zor anladığım yerler oldu, daha ayrıntılı
anlatılmasını çok istediğim yerleri, konuşmaları oldu ama anlamama gibi bir
durum yaşamadım. Zaten empati kuramazsam sete gidemem. Bir neden-sonuç kurmam
gerek öyle ya da böyle. Hatta seyirci senin kurduklarını anlamayabilir, senin
gördüğün gibi görmeyebilir veya tanımlayamayabilir, arkandan laf söyleyebilir,
dengesiz görebilir ama onlarla konuşabilmek için en basiti bir şey kurman
gerekiyor. “Yani öyle oldu, içimden geldi, sormadım valla” demek bana ya da
bence oyunculuğa hiç uygun değil. Durmayacağını bile bile, talep edildiyse ve açıkladıysan,
iki ayaklı bir masa yapıp parasını talep edebilirsin belki ama inanmadığın bir
şeyi iyi oynamak benim için çok zor.
● Emel’e nasıl bir alternatif son yazardınız?
Emel’in sonu
çok belli. Kocası ilaç alınca sakinleşiyormuş, onu gördük aslında. Doktora
gidecekti, sakinleşecekti, mutlu mutlu yaşayacaklardı (gülüyor.) Eğer bu
olsaydı da birinci bölümde benim ve Okan’ın (Yalabık) hikâyesi biterdi.
● Bu röportaj yayınlandıktan sadece birkaç gün sonra
Puhutv’nin ilk dizisi Fi başlayacak.
BluTV’de de yakın zamanda ikinci dizileri Sahipli
final yaptı. Bunların ışığında dijital portalları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Heyecan
verici buluyorum. Masum’la da
etkisini gördüm zaten. Onun haricinde, görmeden önce bile bizim çok heyecan
duyarak yaptığımız bir iş oldu Masum.
Tüm ekip çok iyi olmasını diliyorduk. Fakat sadece Masum iyi olsun diye de yapmadık bu işi aslında. Masum, uzun bir yolun başlangıcı olsun
istedik. Altyazı okumadan dizi izlemek gibi bir açlık vardı bence. O anlamda da
dijital portalları ve yapılan işleri heyecan verici buluyorum. Fakat orada da
kaliteden çok işin popülaritesi ve “Nasıl parayı vururuz”u düşünülürse bence
televizyondan bile daha çabuk vazgeçilecek ya da bize bu heyecanlı konuşmaların
hiçbirini yaptırmayacak bir yer olabilir.
● Aşk ve Gurur’a geri dönelim. Türkan’ın hangi özelliği, onu oynayan
için baştan çıkarıcı olarak nitelendirilebilir?
Sıkıntılarını
gizlediği ya da sinirlendiği yerden hâlâ gülerek ve espri yaparak laf atma ya
da anlatma hevesi.
● Türkan’ın özellikle Kadir’e nokta atışı sözleri
oluyor. Son bölümde Kadir’e bir terzide erkek pantolonlarının paça boylarını
alacağını söylerken, “Erkeklerin boyunun ölçüsünü alacağım” demesi de bunun
cabası. Biraz hazırcevap. Türkan, Tülin’le karşılaşsa hangi özelliğini diline
dolar ve nokta atışı bir söz söyleyecek olsa bu ne olurdu?
(Gülüyor.)
Türkan’a bulaşılmaz bence ama herhalde ilk bölümde Şükran’a söylediğine benzer
bir şey olurdu. “Güzel kadınsın işte… Biraz
bir giyin, damadın sağdıcı gibi dolaşma ortalıkta” ama Tülin’in de ona vereceği
cevaplar hazır tabii bende.
● Kadın karakterlerden bahsettik. Tüm ipler sizin
elinizde; Türkan ile Kadir’e bir sahne yazacak olsanız bu ne olurdu?
Ay azıcık
yazabiliyor olsam ben Türkan’la Kadir’e değil sahne, film yazardım ama yok işte
o beceri. Bende okuduktan sonra gelişen fikirler var sadece.
● Mühendislik okurken oyunculuğa geçiş yaptığınızı
duydum. Aile zoruyla sayısal tercih edenlerden misiniz?
Aslında
kendi isteğimle seçmiştim mühendisliği. Oyunculuk da kendimi daha sakladığım
bir yerden başladı. “Hep onun taklidini yapardı” gibi bir durum söz konusu
olmadı bende. Benimki bayağı gizli saklı bir yerden başladı. Beni de şaşırtan
bir yerden, ortaokulda tiyatro yapmaya başlamamla kendini gösterdi. Ergenliğin
ve de kendini ifade etmeye çalışmanın neticesinde tiyatro çok olumlu, kendini
özgürce açabileceğin bir disiplin. İşte, aslında İTÜ’de mühendislik okurken,
kendimi Yeditepe Üniversitesi Tiyatro bölümünde buldum. Ve yapmak istediğimin
oyunculuk olduğuna karar verdim.
● Oyunculuk heykeltıraş, siz de heykelsiniz diyelim.
Oyunculuk sizi nasıl, ne yönde şekillendirdi?
Oyunculuk
yaptığın için başka biri olmazsın aslında. Senin bakış açın durur
karakterlerinde. Fakat tabii ki gelişen melekeler katar oyunculuk her meslek
gibi.
Herhalde
gözlerimi ve kulaklarımı büyütmüştür o heykeltıraş benim, bedenimi de daha
esnek bir malzeme haline getirmiştir daha iyi anlayabilmem ve anlatabilmem
için.
● Bir projede diğer unsurlar ne kadar kötü olursa
olsun hangi özelliği sizi şüphesiz cezbeder?
Projenin
bütünlüğü sanırım. Bu dünyaya ait hepimizin bildiği ya da hiç bilmediğimiz bir
sır barındırması.
● Bugüne kadar yaptığınız tüm işleri düşünecek
olursak hangisini tekrar çekmek isterdiniz?
Üsküdar’a Giderken’i yeniden çekmek değil ama aynı
ekiple devam etmek isterdim.
● Jübilenizi yapacaksınız. Nasıl bir projeyle olurdu
bu? Ya da en azından türü ne olurdu veya kiminle oynardınız, yönetmen
koltuğunda kim otururdu?
Bunlar benim
sırlarım. Hepsi bende, hepsi çok özel. O kadar özeller ki içimden bile tam anlamıyla
geçirip söylemiyorum.
KISA KISA
Son zamanlarda en çok etkilendiğiniz film:
The Salesman
Defalarca keyifle izleyebileceğiniz film:
Yine Asghar
Farhadi’nin bir filmini söyleyeceğim; A
Seperation. Bence herkesin izlemesi gereken bir film. Çünkü “Paramız yok,
nasıl çekelim bu hikâyeleri?” algısını sıfıra indiren bir iş bence.
Şu an görmeyi en merak ettiğiniz oyun:
Ev’vel Zaman.
Son zamanlarda en çok dinlediğiniz müzisyen /
şarkı:
Vedat
Yıldırım & Cansun Küçüktürk – Yol
Şahit.
Başucu romanı:
Tim Parks – Kader.
Yurt dışında en son gittiğiniz yer:
New York.
En çok gitmek istediğiniz yer:
Madagaskar.
En sık kullandığınız söz:
Bilmiyorum
(gülüyor.)
Aynaya baktığınızda sahip olduğunuz değerlerden
“iyi ki” dediğiniz hangileri?
Hayır
diyebilme cesareti. Hâlâ korkuttuğu oluyor geleceğe dair. Her zaman yapamıyorum
da tabii ki yani aynaya her baktığımda yok karşımda. Fakat tadından yenilmeyen
bir özellik bence.
En çok hangi konuda kendinizi acımasızca
eleştirirsiniz?
Acımasızlığı
kendim için askıya almış olabilirim bu aralar. Bu da korkutucu tabii ama dünya
ve bu ülke bunları yaşarken kendi şahsımla, o anlamda ilgilenmekten arada
yoruluyorum.
Son zamanlarda başınıza gelen en güzel şey nedir?
Son zamanlar
için, kesinlikle bu ropörtajı yapma nedenimiz olan bu iki dizi ve oralardaki
arkadaşlarım.