Ezgi Şenler: “İlk oyunculuk deneyimim psikolog karşısındadır”

Ezgi Şenler: “İlk oyunculuk deneyimim psikolog karşısındadır”
Röportaj: Cansu Uras 
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Bir Cumartesi günü sabah ilk uçakla soluğu Bodrum’da almışsak, dizi ekibinin kaldığı otelde de konaklıyorsak Bodrum Masalı’nın tek bir kahramanıyla röportaj yapıp dönmek olmazdı. Güne, birkaç hafta sonra okuma şansı yakalayacağınız bir röportajla başlayıp Serhan Onat’la devam ettik. Finali ise bir gün önce Bodrumlularla cilveleşen güneşin yerini griye bıraktığı dönüş gününde Ezgi Şenler ile yaptık. Onunla aslında bir gün önceki röportaj sırasında tanışmış, en pesimist insanı bile canlandıracak enerjisinden nasibimizi aldık.
 
Röportaj günü gelip çattığında Ezgi’yle, otelin yakınındaki iskelede buluştuk. Üç yaşından beri bale yapan biriyle karşı karşıya olunca çekimde onun bu yeteneğinden yararlanmak olmazdı. Kuğu metaforuyla özdeşleşen balerinlerin o zarafetini her hareketinde ortaya koyan Ezgi’yle röportaja geçtiğimizde o zarif kız gidip yerini ilk bölümde Ateş’in kafasını portakal atan hırçın ve de neşeli kıza bıraktı. Üç yaşında başladığı baleyi, bir yaşam biçimine dönüştüren Ezgi’nin oyuncu olması tamamen tesadüf. Menajeri Yeşim Kocaman’ın bir gün, “Ezgi, oyuncu olmayı düşünmez misin?” sorusundan hareketle kendini bu dünyada bulmuş ve adım attıktan yaklaşık bir yıl sonra Bodrum Masalı’nın Aslı’sına dönüşmüş. Ve daha ilk andan oyunculuğu, baleden daha çok sevdiğini fark etmiş. Bırakmaya da niyeti yok. Oyunculukla ilgili sohbet etmeye başladığınızda sizi şaşırtacak bir farkındalık seviyesi olduğunu görüyorsunuz. Bunda kendi deyimiyle ilk oyunculuk deneyimini, psikolog karşısında yaşamasının etkisi de yadsınamaz herhalde. Zira kendisi, iki sene boyunca “Ben miyim asi?” rolünü çok iyi oynamış. Şimdi de kendinden emin ve azimli bir şekilde Bodrum Masalı ile start aldığı bu yolda yürüyor. Bize de Bodrum Masalı’yla tanıdığımız, hayatın pek çok renginde karşımıza çıkacak gibi gözüken Ezgi Şenler için “Yolun açık olsun!” demek düşüyor.  
 
● Bodrum Masalı’nın Aslı’sıyla ilgili eldeki bilgiler çok. Ezgi Şenler’i de tanıyarak teraziyi dengeleyelim.
1993 yılında Ankara’da doğdum. Ev hanımı bir anne ve muhasebeci bir babanın tek çocuğuyum. Sanatın yaşam şekli olduğu bir aileyle büyüdüm. Baba tarafımda ailenin yarısı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda. Halalarımdan biri balerin, diğeri de tiyatrocu. Ben de üç yaşında bale eğitimine başladım. 12 yaşında da Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’na girdim. Hâlâ da orada klasik bale bölümünde okuyorum, üçüncü sınıftayım.
 
● Oyunun değil, balenin yarattığı yaralarla büyüyen bir çocuktun o zaman.
(Gülüyor.) Kesinlikle öyle. Hayatımda sadece bale vardı. 12 yaşından sonra dışa dönük biri oldum. Çok küçük yaşlarda hiç konuşmadığımı söylerler. Aşırı utangaçmışım. Konservatuarla birlikte kendimi etrafımdakilere ifade etmeye başlamışım. Zaten konservatuar, utangaçlığımı yenmemde kırılma noktası oldu.


 
Baleye devam ediyor musun?
Çekimlerden dolayı şu an ara verdim, okulu dondurdum ama ilk fırsatta devam edeceğim. 16 yaşından beri de küçük yaştaki çocuklara bale eğitimi veriyorum. Hâlâ da sürdürüyorum bunu.
 
Mükemmeliyetçilik ve katı disiplin, baleyi yaşam biçimine dönüştürür. Başka hiçbir şeyle uğraşmaz balet ve balerinler. Sende nasıl oldu da oyunculuk aradan bir açık bulup da sızdı?
(Gülüyor.) Oldukça garip şekilde oldu o. Konservatuara başladığım dönemden bu yana 10 yıl boyunca her günüm şu şekildeydi: Kalk, bale dersine git, provaya gir, yeme ye, eve gidip uyu ve tekrar kalk, bale dersine git… Hep böyleydi. Tatildeyken bile egzersiz yapmamız gerekiyordu. Bu süreç bir yaz, halamın yazlığına gidene kadar devam etti. Şu anki menajerim Yeşim Kocaman’la tanıştım orada. Oyuncu olmak isteyip istemeyeceğimi sorduğunda, Yeşim Abla’ya verdiğim cevabı hatırlıyorum: “Ben balerinim, olmaz ki benden oyuncu.” Ancak yaklaşık bir yıl sonra Bodrum Masalı’nda Aslı karakteri için deneme çekimine çağrıldım ve de kabul edildim. Şimdi de buradayım.
 
Deneme çekimi anını hatırlıyor musun?
Herhalde sahneye çıkıp bale yapmış olmanın verdiği rahatlıktan kaynaklansa gerek en ufak bir çekingenlik veya korku olmadı. İçimden geldiği gibi verdim o deneme çekimini.
 
Aslı ile Ezgi’nin tanıştığı o ilk an nasıldı?
Resmi tanıştırılmaları portakal ağacında oldu (gülüyor.) Ateş’in kafasına portakalın düştüğü sahnede tanıştık biz de kendisiyle. Hiç unutmuyorum, “Allah’ım nasıl yapacağım?” deyip duruyordum. Kalbim deli gibi atıyordu. İlk oyunculuk deneyimini, her şeyi geçtim; daha önce ağaca hiç çıkmamıştım hayatımda (gülüyor.) Çok çabuk geçti çekimler. Sanki 40 yıldır ağaca çıkıyormuşum ve oyunculuk yapıyormuşum gibi hissediyordum kendimi çekimler sırasında.
 
Kağıt üzerindeki Aslı, ilk günden bugüne kadar nasıl bir değişim yaşadı?
Daha hırçın ve asi oldu aslında, her ne kadar birkaç bölümdür o halini pek göremesek de. Bir de düşüncelerini rahatlıkla karşısındakiyle paylaşan birine dönüştü. Bunların hepsi bende de var. Zaten Aslı ile Ezgi’yi de birbirine benzetip öyle oynadım.
 
İkisini birbirine benzetmede hiç zorlandın mı?
Uzay, Ateş’le beni bir odaya kapatıyordu. Orada annemi anlatıyordum. O sahnede çok zorlanmıştım. Annesiz büyüyen bir çocuğu hissetmek beni zorlamıştı biraz.


 
İlk bölümden sonra seni en çok mutlu eden yorum ne oldu?
“Ezgi, daha önce eğitim almadığına emin misin?”. Herkes şaşırdı ekranda beni izleyince, ben bile şaşırdım (gülüyor.) Fakat Mehmet Hoca (Ada Öztekin) ve Nezaket Hocamız (Coşkun) o kadar güzel yönlendiriyorlar ki ben de kendimi onlara bıraktım ve onlar ne derse onu yapmaya çalışıyorum açıkçası.
 
Genel olarak Aslı’ya dair aldığın yorumlardan seni en çok hangisi güldürdü?
“Portakal reçelin var mı? Bize de satar mısın?” ve “Yeter artık seni ağlatmasınlar, sen hep gül.” Bir ara ağırlıklı olarak bu iki yorumla karşılaşıyordum. Kendimi iyi ifade ettiğimi ve Aslı’nın gerçekçiliğini izleyiciye de aktarabildiğimi düşünüyorum. Çünkü açıkçası hep olumlu yorumlar duyuyorum.
 
Yeşim Kocaman’la tanıştıktan bir yıl sonra Bodrum Masalı için görüştüğünü söylemiştin. O bir yıllık sürede de mi eğitim almadın? Oyunculukla ilk defa tanışan biri gibi değilsin.
Hiç eğitim almadım. O kadar yorucu bir tempom vardı ki deneme çekimine bile geç gittim aslında. Bale ve modern dans sınavım vardı. Ben de Yeşim Abla’ya sürekli, “Bir hafta sonra mutlaka gideceğim” diyerek onunla konuşmamızın üzerinden bir hafta geçtikten sonra gittim. Zaten Ankara’dayken hiç vaktim de yoktu. Hafta içi derse gidiyordum, hafta sonu da öğrencilerime ders veriyordum.
 
Baleyle birlikte gelen o katı disiplin seni hiç zorlamadı mı?
Herkes gezip tozarken ben bale dersi veriyordum. Hayatın zorluklarını görünce, “Benim elimde bale var” dedim. Ona sarılmam gerekiyordu. Zaten Türkiye’de sanata gerekli değer hiçbir zaman verilmedi ve verilmiyor da. Bir şekilde biz gençlerin bu sanatı ön plana çıkarmamız gerektiğini düşündüm ve çok büyük sakatlıklar atlatıp ameliyatlar oldum. Fakat bale aşkı hiç geçmedi. Ve içinde büyüyen disiplin gittikçe bir alışkanlığa büründü.
 
Balenin, oyunculuğuna ne gibi katkıları oldu?
En büyük katkısı devamlılık duygusu. Balede, devamlılığı sağlamak için hareketleri zihnine kazırsın. Bununla birlikte hangi sahnede hangi tütüyü giyeceksin, hangisinde nasıl bir makyaj olacak vs. de ezbere bilmen gerekir ki devamlılık bozulmasın. Aynı durum oyunculuk için de geçerli.
 
Türkiye’de belki de en görünür olmayan sanat dallarından birini icra ederken, en görünür alana geçtin.
Evet, Türkiye’de bale maalesef sadece görünmez olmakla kalmıyor, aynı zamanda icra etmesi de oldukça zor. Zaten baleden söz açıldığında iki genel yargı var: “Aaaa… Parmak ucunda böyle mi dönüyorsun?” ve “Erkekler tayt giyiyor.” Bale, bu iki yargının etrafında şekillenen bir sanat sanki. Sen olaya bu şekilde bakarsan zaten bu ülkede baleyi geçtim, hiçbir sanat dalı ilerlemez ki. Benim amacım küçük yaştaki çocuklara eğitim veren bir bale okulu açmaktı. Aslında oyunculuğa kaymış olsam bile hâlâ bunun hayalini kuruyorum. Görünür olmaya gelirsek aslında dışarıdayken fotoğraf çektirme istekleri dışında hayatımda en ufak bir değişiklik olmadı. Ya da mesela sokakta yürürken arkamdan “Aaa Aslı…”, “Kıvırcık geçti”, “Çıtırık değil miydi o?” gibi şeyler söyleniyor (gülüyor.) Bunların dışında en ufak bir değişiklik yok.


 
Çıtırık zaten seninle özdeşleşti (gülüyoruz.) Senaryoda olan bir şey miydi, yoksa sana öyle sesleniyorlar da öyle mi senaryoya eklendi?
Senaryoda vardı (gülüyor.) Zaten artık bir o lakabım var, bir de “Kemik Torbası”. Aile arasında öyle derler hep.
 
Senin yaş grubunda oyuncu olmak isteyen tonlarca kişi var. Tabii başka bir kimliğe bürünme, beğenilme gibi oyunculuğun cezbedici yanları insanı kendine çekiyor. Bu dünyaya hiç hesapta yokken adım atmış biri olarak oyunculuğun zorlu yanları ne oldu senin için?
Aslında her şey zor. İzlemek kadar kolay değilmiş. Bir kere en başta set saatleri çok uzun tabii. İzleyici gözüyle bakarken bir sahneyi en fazla kaç kere çekebilirler ki; üç beş keredir muhtemelen diyorsun. Ancak sete adım attığında bu düşüncenin iyi niyetli olduğunu görüyorsun (gülüyor.) Fakat tüm bu zorluklarına rağmen ki set emekçilerinin karşılaştıkları yanında bizimkisi bence solda sıfır, Bodrum Masalı benim için gerçekten bir okul gibi oldu. Açı, ışık vs. gibi unsurları da öğrendim. Ezberimi tutarken devamlılığıma dikkat etmem gerektiğini kendime aşıladım. Ki ilk başlarda ezberden çok korkuyordum. Bale sözsüz ama bu sözlü (gülüyor.) Gerçi alıştıktan sonra da otomatiğe bağlıyorsun artık.
 
Hâlâ alışamadığın bir yanı var mı?
O kadar çabuk adapte oldum ki, bir de baleden sonra oyunculuğu gerçekten çok sevdim. Balede ayak parmaklarında ciddi yaralar oluşuyor. O anlar gerçekten “Böyle iş mi olur?” diyerek baleyi bırakmayı düşünebiliyorsun. Baleyi de severek yapıyordum ama oyunculuğu daha çok sevdiğimi anladım.
 
Diğer işleri takip etme şansın oluyor mu?
Hayat Şarkısı’nı izliyordum, hatta çok da severek takip ediyordum ama vakit olmuyor. En son Masum’u soluksuz izledim, bence müthiş bir iş.
 
Şu an olduğun konumdan memnunsun. Atış serbest; sıradaki işinde nasıl bir karaktere hayat vermek ve de kiminle karşılıklı oynamak istersin?
Önce ikinci soruya cevap vereyim. Karşılıklı oynamak istediğim oyuncu Nejat İşler olmuştur hep, gerçekten (gülüyor.) Sinema filmleri ve dizilerde hayranlıkla izledim onu. Oyuncu olmadan önce de “Keşke bir şekilde karşılaşsam” dediğim biriydi ve Bodrum Masalı’na muazzam bir renk getirdi. Ben de iyi ki onu tanıdım ve onunla çalışıyorum. Karaktere gelirsek, belki bu cümleyi duymaktan sıkılmışsınızdır ama rolleri ayırmıyorum (gülüyor.) Oyuncuyum ve gelen rolü benimsemem gerekir. Ancak kötü, ters köşe yapacak bir karakter canlandırmak beni çok mutlu eder. Masum yüzün arkasındaki cadı Ezgi’yi çıkarmak isterim. Ankaralılığın getirdiği bir şey olsa gerek bu. Bir de Laz damarım vardır zaten (gülüyor.)
 
O damarın başını yaktığı bir an oldu mu?
Şu ana kadar olmadı ama kesin olur (gülüyor.) Allah korusun tabii. Arkadaşlarım da sürekli “Nasıl bir inat damarı var sende?” der. Bir de bu inat, bazen huysuzluk olarak da dışa yansıyabiliyor. Hatta bazen huysuzluk sınırını aşıp “Ezgi bir kendine gel” diyorum içimden. Tek çocuk olmanın getirdiği bu tür küçük etkiler arada kendine yer bulup çıkıyor dışarı (gülüyor.) Bale ve oyunculuk, aslında bu inat ve huysuzluğumu yenmeme de çok yardımcı oldu. Sanatın gerçekten iyileştirici bir gücü var.
 
Bodrum Masalı bittiğinde oyunculuğa mı, baleye mi devam edeceksin?
Oyunculuğu bırakmam artık. Fakat yine de okulumu bitirip hayalini kurduğum o bale okulunu da açacağım. Dizim ve ayağımda olan sakatlıktan ötürü bale yapmayı düşünmüyorum artık.


 
KISA KISA
 
En son izlediğin film:
Into the Wild ve Twice Born.
 
Defalarca izlediğin film:
Özellikle dans temalı filmleri sürekli izliyorum. Cate Blanchett’in oynadığı filmleri kaçırmam ve defalarca izleyebilirim. Elizabeth favorilerimden biridir. Ayrıca Coco Chanel & Igor Stravinsky’yi de defalarca izleyebilirim.
 
Şu an okuduğun kitap:
Çehov’un Seçilmiş Öyküleri’ni okuyorum.
 
Playlist’indeki ilk 5 şarkı:
Şu an sadece iki tane var desem (gülüyor.) Biri Adamlar’ın Rüyalarda Buruşmuşum adlı şarkısı ki günde 30 kere falan dinliyorum. Diğeri de Sezen Aksu’dan İsyancı.
 
Söylemeyi en çok sevdiğin şarkı:
No Doubt’tan Don’t Speak. Ergenliğim zaten No Doubt dinleyerek geçti. Gwen Stefani hayranıydım.
 
Tuttuğun takım:
Fenerbahçe
 
En sevdiğin yemek:
İçinde patlıcanın olduğu her yemek (gülüyor.)
 
Asla ağzına sürmediğin yemek:
Yemek değil de, peyniri ağzıma sürmem. Hiç sevmiyorum. Sadece çedar peyniri yiyebiliyorum.
 
En sinir bozucu özelliğin:
Trip atıp küsmem (gülüyor.)
 
Sahip olmak istediğin bir yetenek:
Resim yapmak. Çöp adam bile çizemem ama.
 
Rüya şehrin:
Paris.


 
Profesyonel olarak çalışıp kazandığın ilk parayla ne aldın?
Kendime telefon aldım, geri kalanı da aileme verdim. Özellikle 16-18 yaş arası onlara çok çektirmiş olabilirim (gülüyor.) Çok asiydim. Hatta annem o dönem beni psikoloğa götürmüştü ve psikoloğa iki sene boyunca rol yaptım. Hatta en sonunda bana, “Sorun sende değil, ailende” demişti. İlk oyunculuk deneyimim, psikolog karşısındadır. Ve tabii aslında sorun bendeydi. Ergenlikten gelen bir asilik söz konusuydu. Tüm bunlara rağmen beni hiçbir zaman sıkmayan, hep özgür bırakan bir ailem oldu. Maddiyatla ömrüm boyunca onların değerini biçemem ama böyle bir jest yapmak gelmişti içimden.
 
Kaç dövmen var ve neler?
Bir ‘Love’ (Aşk) yazan dövmem var sağ yüzük parmağımda (gülüyor.) Klasik, 16 yaş dövmesi. Sol bileğimdeki çapayı, ergenlikten sonra yaptırdım. O deli, çılgın halimin sona erdiğini sembolize ediyor. Bir de sağ omzumda kelebek ve annemle babamın baş harfleri var. 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER