Kolektif bilinçle arama sitelerinde adını arattığımız,
isminin ardındaki geçmişi didiklediğimiz ve sonunda, “Şaka mı? Nasıl yani; bu
ilk oyunculuk deneyimi miymiş?” dediğimiz nurtopu gibi bir oyuncumuz oldu:
Kubilay Aka.
Vatanım Sensin’in “Ben
kimim?” sorusunun cevabını arayan, deli dolu, kalıbına sığmayan Ali Kemal’i o. Havalimanında
çalışırken menajer Ufuk Ergin’in dikkatini çekmesi sonucunda cep telefonuna bir
mesaj geliyor: “
Vatanım Sensin dizisinin
deneme çekimine katılmak ister misin?”. Birinin onu trollediğini
düşünebilirsiniz ancak Aka’nın hayatı o an tamamen değişiyor. Bodrum’daki
mütevazı yaşamından hayallerine doğru uzanan yola U dönüşü yapıyor ve soluğu
İstanbul’da alıyor. Birkaç deneme çekimi sonrasında da rolü kapıyor. “Çocuktaki
şansa bak! Yakışıklı tabii, avantajlı o yüzden” yorumlarını oyunculuğundaki samimiyet
ve gerçekçilik kalkanıyla geri püskürtenlerden. Kendisiyle ilgili olumlu yorum
sarf edildiğinde ise “Allah’ım yer yarılsa da içine girsem ya da bir şekilde
buharlaşıp yok olsam” diyecek kadar çekingen ve alçakgönüllü.
Röportaj ve çekim için Rixos Pera’da buluştuğumuzda tabii
ilk olarak keşfedilme hikâyesini bir de kendisinden dinliyorum. Sonra
direksiyonu Vatanım Sensin’in kamera
arkasına kırıyoruz. Sadece Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Celile Toyon veya Onur
Saylak değil; tüm kadroyu gözleri ışıldayarak anlatıyor. Büyüğünden küçüğüne
herkesten bir şeyler öğrendiğini dile getiriyor. Ali Kemal’in sessiz
çığlıkları, onda hoş sohbete dönüşüyor. Fotoğraf çekiminde ise sözlüye kalkan
öğrenci misali heyecanlı ve hazırlıksız gözükse de, yıllardır objektif
karşısına geçiyormuş gibi de deneyimli. Kubilay’ın bu deneyimini katlayacağı
yadsınamaz bir gerçek. Çünkü birazdan daha yakından tanıyacağınız, “umut vaat
eden” sıfatının karşılığı bu adam, basamakları beşer onar tırmanacak gibi
gözüküyor.
● Havaalanında senin
için sıradan bir günken telefonuna mesaj geliyor: “Vatanım Sensin dizisinin deneme çekimine katılmak ister misin?”. O
anı bir de senden dinleyelim.
Milas-Bodrum Havalimanı’nda çalışıyordum. Normalde dış
hatlarda görev alıyorum. Ancak o gün CIP Lounge adı verilen bölümde 45
dakikalık bir boşluk oldu ve normalde burada çalışan arkadaşımızın yerine ben
baktım. Ne olduysa zaten o 45 dakikada oldu. Ozan Doğulu ile Ufuk Ergin’i
gördüm. Ufuk, yaka kartımdan ismime bakıp uçağa bindikten sonra da sosyal medya
üzerinden bana mesaj attı: “Vatanım
Sensin adında bir dizi var. Deneme çekimlerine girip şansını denemek ister
misin?”. Benim de çocukluğumdan beri hayalimdir oyunculuk. Tabii böyle bir
mesaj gelince de değerlendirmemek olmazdı.
● En nihayetinde hiç
tanımadığın biri, sadece fiziksel görünüşüne dayanarak sana bu mesajı atıyor.
Bu sende tedirginlik yarattı mı?
Mesajı ilk gördüğümde tabii bir “Ne buldular bende
acaba?” durumu oldu (gülüyor). Evet, yakışıklı adamlar, güzel kadınlar
görüyoruz ekranda ama yalnız televizyon da değil, genel olarak oyunculuk sadece
tiple olacağını düşündüğüm bir camia olmadı hiçbir zaman. Seni oynatacak şey
tipin değil, karaktere olan inancın bence.
Bu mesajı görünce ilk olarak annemle babama söyledim
hemen. Onlar tabii Ufuk’u bayağı araştırdılar (gülüyor). Yıllardır bu sektörde
çok güzel işlere imza attığını görünce ikna olduk tabii. Zaten ailemin tepkisi,
“Bu senin çok uzun zamandır hayalindi. Git ve şansını dene; ne kaybedersin ki?”
oldu. Ve kendimi İstanbul’da, O3 Medya’nın ofisinde buldum.
● Havaalanı
curcunasından deneme çekiminin alındığı küçük odaya geçiş yaptın.
(Gülüyor.) Tam da dediğin gibi oldu. Herhalde 20 yıl
sonra bile o ilk deneme çekiminin alındığı günü hatırlayacağım. Ancak yaptığım
şeylerin bazılarını hatırlamadığımı söyleyebilirim. Çünkü bir ara tek duyduğum
ve hissettiğim şey kalp atışlarımdı. Saymaya kalksam sayamazdım. Çok heyecanlıydım.
Zaten 15 dakikada odadan çıktım. Aynı gün beni tekrar arayıp geri çağırdılar.
Heyecanımı onlar da hissetmiş. Üç saat içinde yeniden audition’a girdim. Sonra
birkaç deneme çekimi daha aldılar. Uyum için Halit Ergenç ve Bergüzar Korel’le
de auditionlara girdim. Ve kabul edildim. Tabii o an sevinemedim çünkü bir süre
şokun etkisinden çıkamadım. Yaklaşık 1.5-2 ay oyuncu koçlarıyla eğitim oldu ve
sonra da çekimlere başladık.
● Çocukluğundan beri
oyunculuk hayalin varken neden havalimanı yönetimi bölümünde okumayı seçtin?
Üniversiteden önce havalimanında çalışıyordum zaten.
Kendi işimle ilgili bir bölüm okumak istedim. Havacılığı da sevmişimdir hep. Zaten
bu alanda çalışıyorken yönetimi de yapabilir miyim acaba diye düşünüp girdim. Fakat
aslında ben hep o ekranda olup başka bir karaktere bürünmeyi istedim. Küçükken
evde taklitler yapan o çocuk bendim. Televizyondaki tiplemelerin taklitlerini
yapıyordum. Hele de Avrupa Yakası zamanı
Burhan Altıntop’u taklit etmeye bayılırdım (gülüyor). Şimdiyse hayalimi en
canlı haliyle yaşıyorum. Bir tiplemenin taklidi yerine bambaşka bir karakteri
sırtlıyorum her hafta.
● İlk set günün nasıl
geçti? Hangi sahne çekilmişti?
Tabii ben yine çok heyecanlıydım ve soğuk terler
döküyordum. İlk sahnem de Celile Toyon ve Miray Daner’le birlikteydi.
Babaannemi öpeceğim ve “günaydın” diyeceğim. Yaklaşık sekiz tekrardan sonra
“günaydın” diyebildim (gülüyor).
● Bakıldığında ilk
bölümde hikâyeyi açan kişi de sendin. Azize, Cevdet’in yaşadığını ve Yunan
ordusunda olduğunu Ali Kemal’in idam sahnesinde öğrendi.
Halit Ergenç’le karşılıklı ilk sahnemdi o. Bugün hâlâ
onunla ve Bergüzar Korel’le sahnem olduğunda çok heyecanlanıyorum. Allah’tan
gözlerim bağlıydı idam sahnesinde (gülüyor).
● Kendini ekranda
gördüğün o ilk anda neler hissettin?
İlk bölümü çocukluk arkadaşlarımla birlikte izledim. O an
açıkçası nasıl oynadım, ne yaptım diye düşünmedim. Sadece keyfini çıkarmak
istedim. Birkaç bölüm geçtikten sonra ilk bölümü tekrar açtığımda yarım saat
sonra televizyonu kapattım (gülüyor). Tabii her gün bir şeyler gelişiyor.
Sistem bize, biz de sisteme yavaş yavaş alışıyoruz. Birbirimizi tanıdıkça,
öğrendikçe daha güzel şeyler çıkarıyoruz. İlk bölümü izledikten sonra oyunculuk
hayalimle birlikte bir hayalim daha gerçekleşti. Babamdan yıllarca duymak
istediğim cümleyi duydum: “Seninle gurur duyuyorum”. Hiç unutmuyorum ilk bölüm
bitti ve öyle konuştuk babamla. O cümleyi duyduktan sonra ona teşekkür ettim ve
telefonu kapatıp ağlamaya başladım. Malum özellikle de ataerkil bir toplumda
babanın, oğluna onunla gurur duyduğunu söylemesi bambaşka bir duygu. Hem bu ve
daha pek çok güzel yorum hem de harika bir kadroyla çalışmanın verdiği
mutlulukla sete uçarak gidiyorum.
● Halit Ergenç,
Bergüzar Korel ve Celile Toyon gibi isimlerden oyunculuğa dair öğrendiğin ve kendine
kattığın özellikler var mı?
Halit Ergenç’in yüzü ve gözleriyle oynamasını kendi
oyunculuğuma katmaya çalışıyorum. Zaten onunla da sürekli konuşuyoruz. Çok
deneyimli isimlerle çalışıyorum ve ne zaman kapılarını çalsam “5 dakika sonra
gel” yerine “Hemen gel ve bakalım” cevabıyla karşılaşıyorum. Benim için okul
gibi set. Büyüğünden küçüğüne herkesten bir şeyler almaya çalışıyorum. Zaten
tek tek odaları dolaştıktan sonra topladıklarımı süzgeçten geçirip sonraki
sahneye öyle hazırlanıyorum.
● Ali Kemal’i
içselleştirmede seni zorlayan bir yanı oldu mu?
Ali Kemal’i içselleştirirken olaya önce Kubilay olarak
bakıyorum oradan nasıl görünüyor diye. Sonrasında “Ali Kemal burada ne yapar?
Ne söyleyebilir?” sorularına yanıt arıyorum. Artık o kadar alıştım ki bazen
ister istemez bir replik çıkıyor ağzımdan ve senaryoya onu da dâhil ediyoruz. Bir
de mutlaka kiminle karşılıklı oynayacaksam onun bir önceki sahnesini monitörden
izliyorum. Onun bana hangi ruh haliyle geleceğini bilmem çok önemli. Böylece
zorlayıcı yanları da ortadan kalkıyor.
● Ali Kemal, senin
hangi yönünü ortaya çıkardı?
Ben duygularımı, yaşadıklarımı hemen söylerim. Ancak Ali
Kemal öyle değil. Onu canlandırmaya başladığımda hislerimi hiç düşünmeden
paylaşıyor olduğumu keşfettim. Ali Kemal’in dertleştiği tek biri var; Eftalya.
İşin üzücü yanı onunla bile şifreli konuşuyor. Tüm bunlar benim dışarı ne kadar
açık olduğumu fark etmemi sağladı.
● Hem Ali Kemal’in
hem de Leon’un arkadaşı yok. Erkekler yalnız biraz.
Evet, çünkü bizde erkekler yaralı. İnsan doğası da
böyledir. Önce kendimizi korumaya alırız. Aslında Ali Kemal’in arkadaşı var
sayılır. Ne kadar ona karşı kötü de davransa Yinon ve Eftalya’yı
söyleyebiliriz. Leon’a gelirsek bana göre onun gibi kendini babasına
kanıtlamaya çalışan ve subay olmak isteyen hırslı bir teğmen zaten hayatı
boyunca sadece işine bakar. Erkeklerin çoğu için bu durum geçerlidir.
Dışarıdaki hayata karşı kendini kapatır ve hedefi doğrultusunda ilerler. Bu
nedenle de arkadaş edinmez, edinemez.
● Kayıt bittiğinde Ali
Kemal kostümünü çıkaramadığın, bir süre onda kaldığın bir an oldu mu?
Boran’la (Kuzum) karşılıklı bir sahnemde bunu yaşadım. İlk
bölümde Yıldız’ı balodan çıkardığım bir sahne vardı. Ve orada Boran’la karşı
karşıya geliyoruz. Ben tabii o sırada öfkeden köpürüyorum. Boran’la göz göze
geldik ve o böyle bir sırıttı (gülüyor). O öyle yapınca ben iyice sinirlenmeye
başladım. Kayıt bitti ve birkaç dakika daha sinirliydim.
● Seni en çok hangi
sahne zorladı?
Hapishane sahnesi. Halit Ergenç’le ilk ciddi sahnemdi.
Çekimlerden önce yaklaşık üç saat Halit Abi’yle konuştuk. Duygu yoğunluğu fazla
bir sahneydi. Baban döndü, ona gidebilirsin de ama bir yandan sorguluyorsun kafanda;
“Bu adam 7-8 yıl yoktu. Şimdi neden burada?”. Her şeyden önce anlaması zor bir
sahneydi. Anlayıp da oynamamız gerekiyor ama işte bazen anlayamıyorsun. O
noktada da ustalardan değişik bakış açıları kazanıyorsun. Halit Abi de beni çok
iyi yönlendirdi o sahnede. Zaten karşılıklı oynarken haz aldığım, hayranlıkla
izlediğim bir usta Halit Ergenç.
● Bugüne kadar
yayınlanan bölümler arasında oynadığın sahnelerden en çok hangisi içine sindi
ve hangisinde kendini beğenmedin?
Yıldız’la bir sahnemiz vardı. Ona, “Dengemi, asabımı
bozdun” diyorum. Kendimi severek izlediğim tek sahne o diyebilirim. Onun
dışında genelde kendime çok nötrüm. Beğenmem pek kendimi ki bunun iyi bir şey
olduğunu söylüyorlar (gülüyor). Bir meyhane sahnesi vardı Eftalya ile. En
beğenmediğim sahne de oydu. Biraz daha kendimi rahat bıraksam, o tutukluğumu atabilsem
çok güzel olabilecek bir sahneydi. Çünkü kilit bir andı. Eftalya’ya, “Kimim
ben?” diyorum. Baktığınızda Ali Kemal’in bu hayatta kendine sorduğu tek soru. Çok
güzel olabilirdi ama benim gözümde başarısız olduğum bir sahneydi.
● 13’üncü bölümde
şarkı söylediğin sahneyi de bence içine sinen sahneler arasına eklemelisin. Sesini
duydular da öyle mi bu sahne yazıldı, yoksa sen de senaryoda mı gördün?
Senaryoda gördüm. Hatta ilk başta başka bir Selanik
türküsü olan ‘Çalın Davulları’nı söyleyecektim. Üç dört tane şarkı denedik
stüdyoda. En nihayetinde şarkıcı değilim, hatta şu an oyuncu da değilim; oyuncu
olmaya çalışıyorum. Ve birden şarkı söyleyecek olmam bana da garip geldi. Çok
heyecanlandım. Müzisyen Yıldıray Gürgen’in bana çok yardımı oldu. Ben de
elimden geldiğince söylemeye çalıştım. İzleyici beğendiyse ne mutlu bana!
● İzleyici demişken,
o gözle baktığında seni en çok içine alan sahneler hangileri?
Mustafa Kemal sahnesi; “Yolun açık olsun Paşam!”.
Atatürk’e çok bağlı şekilde büyüdüm. Aileme bunun için sonsuz teşekkür
ediyorum. O sahneyi de gözlerim dolarak izledim. Orada Mustafa Kemal’i kendinize
daha yakın görebiliyorsunuz. “O da bir ananın oğlu, onun da arkadaşları var”
diyorsunuz. Çok etkilenmiştim. Bir de Hilal’in idam sahnesi. “Vatan sağolsun”
dediği an çekilirken ağlamaya başladım. Üzerine bir de izlerken sanki hiç orada
bulunmamışım, senaryoyu bilmiyormuşum gibi tekrar ağladım. Bir de Azize’nin “Ufacık
boynuna ip geçirecekler” dediği sahne beni mahvetmişti. 12’nci bölümde Hilal
asılacak, Cevdet Albay da yatak odasında sinir krizi geçiriyor. O nasıl bir
oyunculuktur! Halit Abi orada ağlıyor mu, kriz mi geçiriyor, nefes mi alamıyor;
bu üç durum arasındaki geçiş o kadar kusursuz ve hızlı ki sizi koltuğa
çiviliyor resmen. “N’oluyor” diyorsun. Sahneyi izlerken “hocam” diye nida
attığımı biliyorum.
● Bir de set
arkasına gidelim; rol arkadaşlarını birer cümleyle anlatmanı istesem…
Partnerimden başlayayım; Pınar çok oturaklı, karakterinin
aksine konuşmayı bilen, net biri. Miray (Daner), o “Vatan sağolsun” diyen kız,
bir anda odada kalkıp dans etmeye başlayabiliyor (gülüyor). Boran (Kuzum) tam
bir beyefendi. Celile Toyon, inanılmaz bir kadın. Herkesin günün birinde
tanışmasını delicesine isteyeceğim insanlardan. Mükemmel bir enerjisi var.
Mesela sette yorulduk ve yüzümüz düştü diyelim; bir anda elinde çikolatalarla
karavana girer ve bizi uyandırır deyim yerindeyse. Çok da eğlenceli biri. Onur
Saylak ise inanılmaz komik bir adam. Ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu ve
hayranlıkla izlediğimi söylememe gerek yoktur. Şiir gibi oynuyor. Ancak eğer
ben oynarken o monitör arkasında ise yandım. Kahkaha atmamak için kendimi zor
tutuyorum. Halit Ergenç ve Bergüzar Korel ise tek kelimeyle muhteşemler.
● Malum, işin kamera
karşısındaki performansınla bitmiyor. Bir de set aralarında selfie isteklerini
değerlendirme, sosyal medyadan gelen mesajları cevaplama, her beş adımda bir
durdurulma. Alışabildin mi bunlara?
Alıştım diyebilirim ama ister istemez zorunda kalmadıkça kalabalığa
karışmıyorum. Ancak en iyi gözlem yapabildiğimiz yerler metro, vapur veya
metrobüs. O nedenle bir şekilde bu kalabalığa giriyorum. Sosyal medyaya
gelirsek olabildiğince gelen mesajları cevaplıyor, herkesle iletişim kurmaya
çalışıyorum.
● Oyunculuğa uzanan
serüvenini biliyoruz. Öncesine gidersek, nasıl bir ailede büyüdün? Çocukluktan
olgunluğa evrilen süreç nasıldı?
Bodrum’dan önce İzmit’te yaşıyorduk. Babam askerdi. Ancak
öyle sert bir mizacı hiçbir zaman olmadı. Askeri lojmanda büyüdüm. Babam emekli
olunca ve lojmandan ayrılınca sanki gölde yüzerken okyanusa geçtim gibi
hissettim. Haliyle bir afallama oldu. 18 yaşına kadar İzmit’te kaldık. Babam
sivil havacılığa geçtiğinde ben sekiz dokuz yaşlarındaydım. Tabii o dönemde
sürekli yurt dışındaydı. Benden yedi yaş küçük kız kardeşim var. Evde onunla ve
annemle birlikte kalınca ister istemez sorumluluk üstlenmeye başladım. 15
yaşındayken arkadaşlarım, “Hadi maç yapalım, playstation oynayalım” derken
bende “Eve gideyim, belki bir şey lâzımdır” durumu oluyordu. Direkt olgunlaşma
dönemine girdim. Ailemin güvendiği çocuk oldum hep. Derken lise bitti ve bir
iki yıl öğrenim hayatıma ara verdim. O sırada havalimanında çalışmaya başladım.
Sonrasında üniversiteyi kazandım. Ve bugün de buradayım. Aslında oldukça normal
ve tekdüze bir hayatım vardı Ufuk’la karşılaşana kadar (gülüyor). Ailem şu an
hâlâ Bodrum’da. Annemin bir ayakkabı mağazası vardı. Dinlenme istedi ve 4.5 yıl
önce Bodrum’dan bahçeli ev aldılar. Doğanın kalbinde limon, portakal, mandalina
yetiştiriyorlar. Güzel, huzurlu bir yaşamları var. İstanbul’da tek başıma
yaşıyorum şu an. İlk başta bir adaptasyon sorunu yaşadım tabii. Sonuçta
Bodrum’da buluşma saatinden 10 dakika önce evinizden çıksanız yetişiyorsunuz. İstanbul
ise insanı yoran bir şehir. Şimdi biraz da olsa Anadolu Yakası’nda Bodrum’daki
huzuru yakalamaya çalışıyorum. Lisede okuldan kaçıp Kadıköy’e tantuni yemeye
geldiğimiz günleri anıyorum (gülüyor).
● Repo günlerini
nasıl değerlendiriyorsun?
Genelde uyuyarak değerlendiriyorum (gülüyor). Gezmeyi çok
severim. Sapanca ve Maşukiye gibi yerlere gidiyorum. Bazen evde oturup sadece
kitap okuyor veya gitar çalışıyorum. Bu beni çok rahatlatıyor. Yazları haftada
bir kez mutlaka dalış yaparım. Dalgıcım aynı zamanda zaten. Bodrum’da olduğum
süre zarfında kickboks antrenmanlarımı atlamıyorum hiç. Sakinlik ve spor ile
geçiyor yani repo günlerim.
● Şu an için nasıl
bir kariyer planlaman var? Yakın gelecek için hedeflerin neler?
Eğitim odaklı düşünüyorum şu an için. Yazın ABD’ye gidip
eğitim almak istiyorum. Şu an için hayalini kurduğum bir rol yok. Ancak Haluk
Bilginer ve Şener Şen gibi idol olarak gördüğüm ustalarla karşılıklı oynamayı
çok isterim. Rahmetli Tuncel Kurtiz’e de hayrandım. Ayvalık’ta küçük bir şarap
evimiz vardı. Vaktinde orada tesadüfen tanışmıştık. Ona baktığımda hiçbir şey
yapmasına gerek olmadığını fark ettim. Sadece ses tonuyla insanı hipnotize
edebiliyor. Zaten genelde hep öyle oyuncular idolüm oldu. Sinema filminde rol
almayı çok istiyorum. Tiyatroya sıklıkla gidiyorum ama şimdilik bana o sahnede
olmak korkutucu geliyor.
KISA KISA
Son zamanlarda
seni en çok etkileyen film:
Dağ 2 ve Predestination.
Tüm zamanların en
iyi filmi:
The Godfather
üçlemesi, Rainman ve Scarface.
En son izlediğin oyun:
İkincikat’ın Kasap adlı
oyunu. Vatanım Sensin’de Yinon
karakterini canlandıran arkadaşım Mert Denizmen rol alıyor. Tek kelimeyle beni
çarptı. Sette çok görmesem de, dışarıda sık görüştüğüm birini bu denli ters
köşe, bambaşka bir rolde izlemek çok acayip bir deneyimdi.
Takip ettiğin
diziler:
Adı Efsane’yi izledim geçtiğimiz hafta. Kadroya bayıldım. Yabancı dizi de son
zamanlarda izleyemesem de The Originals ve
Black Mirror’ı takip ediyorum. Ayrıca
geçmişte Spartacus fanıydım
(gülüyor).
Bugünlerde en sık
dinlediğin şarkı / müzisyen:
Rag’n’Bone – Human,
Sezen Aksu’nun yeni albümü ve Ceylan Ertem.
En sevdiğin yemek:
Tavuk şinitzel; birkaç tabak yiyebilirim.
Hayal şehrin:
Sevilla (İspanya), Brezilya, Amsterdam (Hollanda).
Son okuduğun
kitap:
Yakın zamanda bir Sherlock
serisi bitirdim. Bir de diziye odaklanmak için Kemal Tahir’in ‘Esir Şehrin İnsanları’ adlı romanını
okudum.
Başucu romanın:
Nutuk ve Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın
Türkler’i.
Şu an şansın olsa
gelecekte hangi yaşa ışınlanmak istersin?
Gelecekte kesinlikle 35. Bana göre bir erkeğin tam orta
yaşı. Ne yaşlısın, ne de genç. Oyunculuk yapıyorsan babayı, erkek kardeşi ve
abiyi oynayabilirsin. Çok merak ediyorum yaş 35’i.
*
Fotoğraflar
Emre YunusoğluStyling Oğuzhan
Erdoğan
Styling Asistanı Feray
Bektaş
Mekan Rixos Pera,
İstanbul