Geçtiğimiz yaz ATV ekranlarında bana göre ezber bozan bir dizi
ile tanıştık. Hayatın içinden karakterleri en sahici şekliyle önümüze sunan Diğer Yarım’dan söz ediyorum. Arasına ayrılık
çizgisini kimin çizdiğini bilmediğimiz iki mahallenin birbiriyle kavuşma
öyküsünü konu edinen, sevgi, hoşgörü, muhabbet, şarkı, şiir yüklü sıcacık bir
hikaye. Pek çok beğenilen ve bir o kadar konuşulan, tartışılan Diğer Yarım dizisini, hikayenin en yakın
tanığı ve senaristi Eda Tezcan ile konuştuk.
Biz
sizi Diğer Yarım’dan evvel Yamak Ahmet, Toprağa Uzanan Eller gibi
başarılı işlerinizle de tanıyoruz. Pek çok alanda yazarlık yaptığınızı biliyoruz. Kendinizi nasıl anlatırsınız?
Sıradan biriyim demekle başlayabilirim sanırım.
Emekli çocuğu, İzmir’li, hayatı seven biriyim. Ege insanının bütün
özelliklerini taşıyorum. İnsanları seviyorum, Türk kahvesini, masalları,
kuşları, vapurları bir de yazmayı.
Diğer
Yarım nasıl doğdu?
Diğer
Yarım benim kendimi anlattığım bir proje. Hep böyle bir
iş yapmak istiyordum. Çünkü hayatımın bir döneminde Zeynep de oldum Esma da.
Yıllar geçti, insanlar değişti, benim yaşam tarzım, inançlarım değişti. Tüm bu
değişimler içinde çok savruldum. Çok hırpalandığım, hiçbir yere ait olamadığım
zamanlar oldu. Değişim kararlarımın toplumda ve kendi çevremde bir karşılığı
vardı. Bin türlü halden geçiyorsun. Aklına gelmeyecek tepkiler görüp, aklının
ucundan geçmeyecek şeyler yaşıyorsun. Sonuçta yine kim olduğumu sorguladığım
bir zaman her ikisi de olduğuma karar verdim ve Eda’dan bir Zeynep ve bir Esma
çıktı. Bir insanın iki yansıması... Sonra biraz topluma sorular sorduran, ‘biz
olsak ne yapardık’ dedirten, kendi önyargılarına, bazen iki yüzlülüklerine,
bazen saplantılı fikirlerine ayna tutan bir iş yapmak istedim. Kocaman bir
ütopya kurdum. Herkesin herkesi olduğu gibi kabullendiği, yargılamadığı,
bağrına bastığı, saygı duyduğu bir dünya yaratmak istedim. Bunu başardığımızı
düşünüyorum geldiğimiz noktada. İnanmayanlar da oldu bu dünyaya. Sorun değil.
Bu benim dünyam. İnanmak isteyen herkese kapısını açtı ve böylece Diğer Yarım doğdu.
Dizilerde
başörtülü karakterler görmek yakın zamana kadar az rastlanan bir durumdu. Hal
böyleyken başörtülü bir başrol yazmak sizi korkutmadı mı?
İnsan kendi dünyasına ait bir şeyi yazarken
korkmuyor. Türkiye herkesin en çok eleştirmeyi bildiği ama icraatte kimsenin
çok da cesur olmadığı bir ülke. Esma karakterini yazarken çok dikkat etmeye
çalıştım sadece. -Değişime uğramayan, olduğu gibi bulduğumuz bir karakter olması sebebiyle- ilk olma özelliği taşıdığı için onu sevenleri incitmek
istemedim. Fakat aynı hassasiyeti Zeynep için de gösterdim. Ne yazarsam yazayım
memnun olmayanlar çıkacağını biliyordum. İnsan sayısı kadar inanç çeşidi ve
algısı var. Hepsi benimle aynı olamaz. Biri artık başörtülü bir başrol
yazmalıydı. Zira bir dizinin mevzusu hayatın içindeki her şey olabiliyorken bu
zamana kadar başörtülü bir kadının bir dizi karakteri olarak anlatılmamış
olması bizim tuhaflığımızdı.
Diğer Yarım -bana göre- derdi olan bir
iş. Bunu sizden de duyduğum için rahatlıkla ifade ediyorum. Anlaşılamamaktan
yana kaygı duydunuz mu?
Herkes tarafından anlaşılmayacağımı bilerek bu işe
girdim. Nitekim öyle de oldu. Ben şöyle düşünüyorum. Bir kişi bile derdimi
anlamış olsa bu büyük bir kazanç. Çok büyük mesaj kaygılarıyla da hareket
etmedim açıkçası. Reel hayatın ekseninde bir hikaye anlattık. Yeterince
gerçekti. Umduğumdan fazla olumlu tepki aldım. Derdimi de anlattım. Buna bütün
kalbimle inanıyorum. Esma’lara ya da Zeynep’lere karşı pek çok önyargıyı
yıktığımızı düşünüyorum. Pek çok kişi Esma’nın başörtülü olduğunu ya da
Zeynep’in başı açık bir kız olduğunu düşünerek izlemiyor. Bu algıyı daha ilk
bölümde kırmıştık. Herkes normalleşmişti. Olması gerektiği gibi hepsini kendileri
gibi görmeyi başardılar. Onları sevdiler, bağırlarına bastılar, onlar için
ağladılar, onlarla birlikte aşık oldular. Mesele de buydu. Birlik olmak,
kucaklaşmak dediğim şey aynı türküyü milyonların bir ağızdan söyleyip bu
karakterlerin acısını ya da sevincini yüreğinde duymasıydı. Bunu başardık.
Diziye
‘kendinize dair’ ufak izler bıraktığınız oluyor mu? Açarsak, -kahveyi
sevdiğinizi biliyorum- kahramanlardan birini kahve tutkunu yapmak gibi..
Kahve tutkunluğundan daha fazlasını kattım bu
diziye. Kendimden onlarca şey var. Etrafımdan insanlar, sevdiğim karakterler bu
dizide. Ben bu dizideyim. Kız Kulesi, Galata, deli gibi sevdiğim Karadeniz
ezgileri, sevdiğim şairler, şiirler, aşık olduğum adamlar, hayran olduğum
kadınlar, yapmak istediklerim, söyleyemediklerim bu dizide. Kendi yaşamımdan,
duygularımdan çok beslendiğim bir iş bu.
Geride
19 bölüm bıraktık. Geldiğiniz noktada ‘derdimi anlatabildim’ diyebilir misiniz?
Kesinlikle derdimi anlattım. Bu konuda içim çok
rahat ve hayli mutluyum. Burada ekip arkadaşım Gülbike Sonay Üte’ye de büyük bir
teşekkür borçluyum. Bu işe benim kadar inandığı, tüm varlığını bu projeye
koyduğu ve samimiyetle bu işi sahiplendiği için. Bu bir ekip işiydi. Derdimiz
bir olunca dilimiz de bir oldu. İkimiz de geldiğimiz noktada kendimizi ifade
edebilmiş olduğumuzu düşünüyoruz.
Sosyal
medyayı aktif olarak kullanıyorsunuz. Dizinin fanlarıyla aranızda çok tatlı bir
bağ var. Bu elektrik ve seyircinin diziyi bu denli sahiplenmesi hikayeyi nasıl
etkiliyor?
Dizinin fanları çok tatlılar. Zaman zaman onlarla
bire bir sohbet ediyoruz sosyal medya üzerinden. Yamak Ahmet’te de böyleydi. Ben izleyici ile iletişim halinde
olmayı seviyorum. Dizimizin samimi, nezaketli, hoş bir izleyici kitlesi var.
Taşkın yorumları, hakaretleri bir kez olsun olmadı. Bazen onların yazdıklarını
okurken burnumun direği sızlıyor. Belki de diyorum benden çok seviyorlar bu
işi. Bu artık sadece bize ait bir şey olmaktan çıktı. Yorumlarını okuyorum,
kaygılarını görüyorum. Zaman zaman pek çok değişkenden dolayı onları memnun
etmeyecek şeyler yazmak zorunda kalıyorum ama gönüllerini de bir şekilde
aldığımı düşünüyorum. Netice de her hafta 100 dakikalık bir iş yazmak
zorundayız. Bu hiç kolay bir şey değil. Eleştirirken insaflı olmaya
çalıştıklarını görüyorum. Bu da hoşuma gidiyor. İzleyiciyi önemsiyorum. Ne verirsek
izlerler kafasında değilim. Bazen onlara selamlar gönderiyorum. İzleyici senin
çocuğunu senin kadar seven bir cici anne gibi. Aranızda sevgiden doğan bir
ortaklık oluşuyor.
Dışarıdan
bakınca birbiriyle çok iyi anlaşan, frekansı tutmuş bir ekip görüyoruz. Diğer Yarım’ın ‘samimi’ olarak
nitelendirilmesinde bunun payı var mıdır?
Elbette var. Samimiyet her zaman izleyiciye geçer.
Biz ne hissedersek izleyici onu hisseder. Ağlayarak yazdığım bir sahnede
izleyicinin de gözünün dolduğuna defalarca şahit oldum, oyuncu da sahneyi
çektikten sonra bunu diyebiliyorsa o iş oluyor. İsteksizlik bir şekilde yansır.
Seyirci bunu hemen anlar. Biz iyi bir ekibiz. Yönetmenimiz, teknik ekibimiz,
oyuncularımız, bize hep inanan, desteğini hiç esirgemeyen NTC medya ailesi, gecesini
gündüzüne katan set ekibimizle güzel bir aileyiz.
Son
olarak ‘Cancan’larınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Hepsini seviyorum. Onlar bizim kuş yüreklilerimiz,
atarlılarımız, hepsi çay sever, çekirdek sever, masal sever, iyi yürekli insanlar.
Bugüne kadar ve bundan sonraki ekran maceramızda günahımızla sevabımızla
bizimle birlikte oldukları için teşekkür ediyorum hepsine.
Biz bu röportajı gerçekleştirdiğimizde Diyanet'in Diğer Yarım'a cami vetosu uygulaması söz konusu değildi. Haliyle böyle bir konuya değinmedik. Bu röportajdan benim okuduğum Eda Tezcan, naif ruhunu profesyonelliğiyle buluşturup ortaya zarif işler çıkaran, hatır, gönül, vefa gibi değerleri asla yabana atmayan, çalışkan biri. Diğer Yarım'ı yazarken yüklenebildiği kadar iyi niyet sırtlayıp çıkmış yola. Bize 'bizi' anlatabilmek için çabalamış. Emekleri hep alkışla karşılık bulsun dilerim.
*Fotoğraflar: Gülcan Tezcan