TRT, mayıs
ayı itibariyle perşembe günleri prime time diliminde 33 haftalık bir maratonun
startını verdi. ‘TRT Ev Sineması’ adlı bu proje, 900 senaryo arasından seçilen
ve yapım aşaması aylar süren bir televizyon filmleri kuşağı. Senaristler
arasında 21 yaşında üniversite birinci sınıf öğrencisi de var, Kahramanmaraş’taki
bir gardiyan da.
Projenin mimarlarından Halid Şimşek, TRT Ev Sineması kuşağıyla
aslında Don Kişot’luk misyonu üstlendiklerini söylüyor. ‘’Biz televizyondaki
büyük imkanları sinema için seferber etmek istedik. Ve bunu televizyoncuyu üzüp
yormadan yapmak istedik’’ diyen Şimşek, ‘’Televizyon izleyicisi eşittir dizi
izleyicisi’’ algısını kırma amacıyla bu serüvene atıldıklarını dile getiriyor. Hem
televizyon hem de sinema sektöründe bir standardın olmadığını Türkiye’deki her
filmin maceraya atılıp kendi Amerika’sını keşfettiğini belirten Şimşek,
yurtdışı standartlarını kanalize ettikleri bu 33 haftalık maratonu, pek çok
kanal ve yeni bir trendin yaygınlaşması için öncü olarak görüyor.
TRT Ev Sineması'nın ilk gösterimi bir dönem polisiyesi olan Saruhan ile başladı
● Televizyon filmleri projesi nasıl gelişti?
TRT Genel
Müdür Yardımcısı İbrahim Eren’in fikriydi. Benim TRT’deki geçmişim toplamda iki
yıl. Fakat 2000’den beri bu sektörün içindeyim. Neredeyse her bölümünde
çalıştım. Yönetmen yardımcılığıyla başladım, senaryo yazdım ve yönetmenlik
yaptım. İbrahim Eren’in davetiyle TRT’ye geldim ve kendisinin bu fikri ortaya
atmasıyla bir anda hepimiz Don Kişot’luğa soyunduk (gülüyor). İbrahim Bey
(Eren), TRT’de göreve başladığı andan itibaren işin hep sinema tarafına
odaklandı. Bildiğiniz gibi sinema ile TV arasındaki ilişki çok kısıtlı. Bizim
de derdimiz sinema ile televizyonu nasıl yan yana getireceğimizle ilgiliydi.
● Peki, bu iki disiplini bir araya getirme isteği
nereden geliyor?
Televizyonda
çok büyük imkanlara sahibiz, özellikle de ekonomik yönden. Fakat aradaki ilişki
çok kısıtlı. Kanallar, bazı filmlerin yayın haklarını satın alıyor ve ‘TV’de
İlk Kez’ ibaresiyle yayınlıyor. Ancak bugün bu durumda bile güçlü bir düşüş söz
konusu. Biz televizyondaki büyük imkanları sinema için seferber etmek istedik.
Ve bunu televizyoncuyu üzüp yormadan yapmayı hedefledik. TV filmleri de buna
cevap olarak bulduğumuz bir model.
● Yanlış hatırlamıyorsam TRT’nin 1990’lı yıllarda da
TV filmleri vardı. Hatta 2000’lerde de ATV bu açıdan iddialıydı.
Evet, ATV de
çok iyi işler yaptı. Fakat sorun ‘’bir deneyelim’’ mantığıyla yola
çıkmalarıydı. Bu tür, Avrupa’da özellikle kuzey ülkelerinde hâlâ çok canlı. BBC
televizyon filmleri yapmaya devam ediyor. Biz de bu projede dertlerimize derman
olabilecek potansiyeli gördük. Televizyon filminde aslında sinemaya yatırım
yapmış oluyorsunuz. Sinema ekipleri çalışıyor. Biz bunu trend model haline
getirmeyi amaçlayarak bir kuşak açtık. Bütçelerimizi ona göre ayarladık. 33
tane film çekildi. Her perşembe izleyiciyle buluşuyor. Şimdi araya Ramazan
girdiği için geçmişte yayınlanan filmlerin tekrarlarını yayınlıyoruz. Bu bir
aylık dönemden sonra yeni filmleri göstermeye devam edeceğiz.
● Aslında bu projeyle her perşembe prime time’ı
kapatıyorsunuz bir sezon boyunca.
Evet, ama bu
sayede de pek çok oyuncu, cast senin ekranından geçmiş oluyor. Kaliteli işlere
imza atıyorsun. Katma değeri oldukça fazla. Genç ve yeni yönetmen kazanmış
oluyorsun. İleride TRT’nin işlerini kim çekecek? İşte, bu isimler yönetmen
koltuğunda oturacak. Mükemmel bir havuzumuz oldu. Yeni hikâye sorunumuz vardı.
Hikâye bizde çok güçlü bir gelenek olsa da şu an varlığı oldukça güçsüz. Belli
bir standart ve sürdürülebilirlik yok. Televizyonda rakamlar gayet iyi fakat
sinemanın beyazcama yansıması maalesef pek parlak değil. Yerli sinemanın
Hollywood’a oranı en yüksek ülkeyiz. Dünyanın en büyük ikinci dizi
ihracatçısıyız. Fakat sürdürülebilirlik sorunu çok ciddi.
● Peki, bu olumsuz gidişatı neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle
iki yıl önce böyle olmadığımızı söylemeliyim. 100 sinema filmi çekilmiş, 30’u
gösterime girmiş. Gişe hasılatları da üç dört film etrafında toplanmış.
Sektörle haşır neşir kişilerle konuştuğumuzda hepsinin mutsuz olduğunu
duyuyoruz. Rakamlar çok iyi ama herkes mutsuz. Bizim yaklaşık altı ayımız da bu
olumsuz gidişatın kaynağını tespit etmekle geçti. Bunun da nedeni bir filmin
yola çıktığında, yani sıfır aşamasında önünde bir yol haritasının olmamasında
yatıyor. Hepsi kendi macerasını yaşıyor, her film kendi Amerika’sını
keşfediyor. Bu da ekonomik açıdan oldukça sorunlu bir durum. Çünkü bu şekilde
yatırımcı maalesef gelmiyor. Riski minimize edemiyoruz. Sağlıklı bir sektör olmuyor
bu şekilde. Sinema sağlıklı olmayınca bu durum televizyona da yansıyor. Aynı
şekilde tam tersi de söz konusu.
● Televizyon filmleriyle bu standardı oluşturduğunuza
inanıyor musunuz?
Açıkçası
inanıyorum. Zaten amacımız standartları yükseltmek değildi. Bu işi nasıl stabil
hale getirebileceğimiz üzerine kafa yorduk. ‘’Türkiye’de yatırımcı çok, niye
topa girmiyorlar?’’ sorusunun cevabını aradık. Yatırımcıdan iki milyon TL
istiyorsunuz. Size bu parayı neden versin ki? Onun önüne takvim veya para akışı
koyabiliyor musunuz? Hayır. Televizyon filmleri projesi bu açıdan bizim için
pahalı ama dev bir AR-GE çalışmasıydı. Bazı şeylerin olabileceğini gördük. Yeni
bir insan havuzu oluşturduk bu arada.
● Filmlerin seçim aşamasında nasıl bir yola
başvurdunuz?
Toplam 900
tane başvuru geldi. Yaş ortalaması ağırlıklı olarak 30 yaş altıydı. TRT’nin
dışında 24 raportörle anlaştık. Bu grubun içinde dramaturg, senarist ve
akademisyen gibi farklı disiplinlerden, alanlarının uzmanları yer alıyor. Bir
yazılım oluşturduk. Bunun bile hazırlanması tam 2 ay sürdü. Bütün projeler
orada toplandı. Sonra raportörlerimiz, onlara sunulan dramatik analizdeki 75
soruya cevap verecek şekilde senaryoları okudular. ABD’deki örneklerinden
uyarladık bu sistemi. FOX International ve BBC gibi uluslararası yayıncılar
hâlâ bu formatı kullanıyorlar. Bunun 150 soruluk, daha ticari olanı da var.
● Peki, bu 75 soru dışında raportörlerin gözetmesini
istediğiniz belirgin bir unsur oldu mu?
Hiçbir şeyi
kaçırmamalarını istediğimiz için her projeyi birbirinden habersiz üç raportör
okudu. Değerlendirme süreci yaklaşık altı ay sürdü. Bizler de sürekli topun
içindeydik. Raportörlere bu 900 projeden pek çoğunu amatörlerin yazdığını
söyledik. Senaryoyu yazmayı bilmiyordur veya internetten bakıp yazmıştır ama
bir dramatik zeka veya ışık vardır. Böyle durumları gözetip bizlere
bildirmelerini istedik. Mesela 13 genç senaristin projelerini seçmedik çünkü
çok yetersizdi. Fakat yetenek ve çaba gördük o işlerde. Onları İstanbul Medya
Akademi bünyesindeki New York Film Akademi’nin senaryo kursuna gönderdik.
● Zorlu ve ciddi bir sistemden söz ediyorsunuz.
Kesinlikle!
Kendi sektör deneyimlerimden kanalların nasıl proje seçtiklerini biliyorum.
‘’Benim annem bunu sever’’ kriteriyle oluyor biraz. Fakat bu iş böyle değil. Bu
işin bir matematiği ve doğruları var. TRT için sadece bu proje bazında değil,
genel olarak iki yıldır BBC modelini çalışıyoruz. BBC beş yıllık hedefle yola
koyuluyor. Ve buna da sadık kalıyor. Bizde ise en güçlü kanal beş aylık
planlama bile yapamıyor. Bir aylık planlarla çalışıyoruz. TRT dışında hangi
kanal mini diziye girdi? Çok büyük risk. Fakat çok kıymetli ve öyle de olması
gereken bir format. Ancak kurum da haliyle böyle bir durum karşısında ‘’Ben
kamu parası harcıyorum. Biz Kültür Bakanlığı mıyız; bu kadar risk alıyoruz?’’
diyor. Bizim için anahtar kelime rasyonellik. Hayal kuruyoruz ama hayalcilik
yapmıyoruz. Mesela TRT’nin zirve yaptığı iş belli; ‘Diriliş Ertuğrul’. Mini
dizide de bu tarihi dram türüne oynadık. Keza TRT Ev Sineması’nın ilk filmi ‘Saruhan’ın
türü de buydu.
● Toplamda 33 film olduğundan bahsettiniz. Bunların
hepsi bireysel başvuru muydu?
TRT Ev
Sineması’nın web sitesinde ‘Senaryonu gönder’ kısmı bulunuyor. Sistemi
tıkladığınızda da iki şey çıkıyor. Biri şahıs, diğeri de şirket başvurusu. Senaryonun
hakları sizdeyse şirket başvurusunda bulunabiliyorsunuz. 33 projeden yarısına
yakını şirket başvurusuydu, geri kalanlar ise şahıs. Şahıs olanları davet edip
birebir tanıştık.
"Görkem Yeltan ve Serkan Ercan’ın başrolleri paylaştıkları ‘Bünyamin’ filminin senaristi sette yönetmen yardımcılığı da yaptı."● Peki, senarist yapımcı eşleştirmesi hangi kritere
göre yapıldı?
Öncelikle
şunu söylemeliyim. Projeye başlarken en çok ‘’TRT kendi adamına iş vermek için
böyle bir yenilik getiriyor’’ cümlesini duydum. Yapımcıların yüzde 85’ini
tanımıyorduk. Ayrıca TRT’nin ‘’adamıyla’’ iş yapmaması için ortada bir neden
veya engel yok ki zaten. Senaristlerle tek tek görüşüp çalışmak istedikleri bir
yapımcının olup olmadığını sorduk. Sadece amatör isimlerde devreye girdik.
Sonuçta projesi kabul edilenlere bakıldığında Adana’da grafiker olarak çalışan
birinden Kahramanmaraş’ta gardiyanlık yapan veya henüz üniversitede ilk yılını
okuyan kişilere kadar geniş bir yelpaze söz konusu. Onların senaryoları
üzerinde tekrar çalışıldı. Bir atölye düzenledik. Ancak bu genç ve amatör
arkadaşlar her zaman topun içindeydi. Sonuçta bu kişiler bize emanetti.
Sektörün koşullarında onları harcatmamam ve sektöre sağlıklı şekilde entegre
etmem gerekiyordu. Görkem Yeltan ve Serkan Ercan’ın başrolleri paylaştıkları
‘Bünyamin’ filminin senaristi aynı zamanda yönetmen yardımcılığı yaptı sette.
● Yapımcılarla nasıl bir ön çalışma yapıldı?
Onları yapım
atölyesine aldık. New York Film Akademi’yle bu iş için anlaştık. Hollywood’dan
yapımcı göndermelerini rica ettik. ‘American History X’, ‘Die Hard’ serisi ve
‘Kuzuların Sessizliği’ gibi kült filmlerin yapımcıları geldi. Tabii bir ay
önceden senaryonun İngilizcelerini onlara göndermiştik. Sekizer kişiden oluşan
gruplar yaptık. Bu da yapımın niteliğini artırdı. Atölyelerden sonra da sete
başlandı. Bütçeyi birlikte çalıştık. Üç haftalık çekim takvimi oluşturduk.
Sağlam bir planlama ve iyi niyetle altından kalktık bu işin.
● Rekabet durumunun söz
konusu olmadığını belirttiniz fakat bir yandan da perşembe güçlü yapımlarla
karşı karşıya geliyorsunuz.
Aslında pazar akşamları yayınlamak istedik. Hatta Pazar akşamı Sinema
Kulübü’nü düşünerek logosunu bile lacivert yaptık. Fakat ‘Baba Candır’ bizi
mahvetti (gülüyor). Çok iyi gitti ve umarız yeni sezonda da böyle devam
eder.
● Peki, bu projenin
tutmaması durumu göz önünde bulundurulduğunda 33 haftalık bu maraton çok riskli
değil mi? Oldukça uzun bir süreden bahsediyoruz.
Evet, haklısınız. Fakat bizim reyting beklentilerimiz projenin
hedefleriyle doğru orantılı. Çok büyük reytingler için yapılmış bir proje değil
bu. Misyonlarımız farklı. Bizim kırmak istediğimiz bir algı var; o da
televizyon izleyicisi eşittir dizi izleyicisi algısı. Umarım bu 33 haftalık
maratonla başarılı oluruz da. Tekrar edeceğim belki kendimi ama televizyon
gerçekten çok zengin ve kıymetli bir mecra. ‘Game of Thrones’a bakın; sinema
nerede bitip televizyon nerede başlıyor? Aynı şekilde tam tersi de söz konusu.
BBC yapımları için de bu durum geçerli. Şu an dünyada dramı diziler sürüklüyor.
Drama anlatısını formüle eden sinema değil, diziler. Bizim bu treni
kaçırmamamız lâzım.
● Yayın hayatına başlayan
dizi sayısı her geçen gün artarken bu bahsettiğiniz algıyı kırmak oldukça zor.
Bir yandan yarışma formatları da işin içinde.
Evet, zor gibi gözüküyor fakat inanın bizde o sabır mevcut (gülüyor). Şu
an belki herkese ulaşamadık henüz. Fakat biz TRT olarak arkasında dururuz
bunun. İzleyiciler bunu fark edecek ve biz de karşılığını göreceğiz. Bizim
televizyon filmlerimiz 97 dakika, karşımdaki iş ise 150 dakika. Zaten nasıl
yarışabilirim ki onunla? Ancak bu kültür oluşursa hepimiz totalde kazanacağız.
Kanal D, Fox TV, TV8 ve Show TV de televizyon filmi projesine başladı. Bu iş
tutmadığında geri adım atmalarından korkuyorum. Umarım olmaz.
● Peki, biraz da filmlerin
içeriğinden bahsedelim. Hangi türler ağırlıkta? Bu filmlerde kimleri
izleyeceğiz?
Toplam 12 türde filmimiz bulunuyor. Tarihi dram çok geldi. Muhtemelen
TRT diye bu tür ağırlıkta oldu. Bir de özellikle ‘Diriliş Ertuğrul’ ile de
izleyicilerin bu türü çok sevdiklerini ve istediklerini gördük. Mesela ilk
hafta yayınladığımız ‘Saruhan’ muhteşem bir tarihi dram. Kervansarayın içinde
geçiyor. 19 Mayıs’ta yayınladığımız ‘Son Takla’ da spor nosyonunun olduğu
harika gençlik filmi. Komedi maalesef beklediğimizden az geldi. Polisiye
türünde çok başvuru oldu. Çok iyi bir bilimkurgu ve korku filmimizin olmasını
isterdim. Fakat maalesef bu iki türde ciddi eksiğimiz var. Sinemaya
bakıldığında da korkunun ezberden fabrikasyona döndüğünü görüyoruz. Oyunculara
gelirsek Ahmet Mümtaz Taylan, Caner Cindoruk, Tayanç Ayaydın, Görkem Yeltan,
Yiğit Kirazcı, Bestemsu Özdemir, Zerrin Sümer, Orhan Kılıç ve Çiğdem Batur gibi
oldukça zengin bir oyuncu portföyümüz var. Teklif götürdüğümüz her isim projeye
ilk andan itibaren oldukça sıcak yaklaştı zaten.
● Peki, bu filmlerin
yurtdışına satışı söz konusu mu? Yakın zamanda yapılan ‘TRT İzleme Günleri’
etkinliği de galiba biraz bu duruma yönelikti.
TV filmlerini henüz proje aşamasındayken yurt dışı fuarlarına
götürmeye başladık. İşleri görmek isteyen distribütörler ve yayıncılar var.
Bunun yeni bir televizyon trendi olduğunu söylüyoruz. Bununla birlikte
Türkiye’deki 40 farklı lokasyonu gösteren işler olması nedeniyle de yapımcılar
açısından oldukça cazip. Aile draması, polisiye macera gibi paketler sunuyoruz.
Birkaç ay önce Hindistan’daki bir fuara gitmiştik. Oranın en büyük yayın
gruplarından biri projeye tümünden talip oldu. Kendi ülkeleri için yapmamızı
istediler. Görüşmelerimiz devam ediyor. Umarız TRT Ev Sineması, başarılı ve
uzun soluklu bir oluşumun sadece başlangıcı olur.