‘Ah Neriman’
dizisiyle tanıdım Berna Koraltürk’ü. Yüzünü unutmanızın imkânsız olduğu,
hafızanıza kazıyacağınız güzellikteki isimlerden. Masumiyetin nişanesi gibi.
‘Baba Candır’ın Paşabahçe’deki setine gittiğimde bu güzelliğin, Koraltürk’ün
deyimiyle aşkın parıltısından geldiğini fark ettim. Çünkü her daim rüzgârı
hanesine davet eden Paşabahçe’nin sabah ayazında ayakta kalmaya çalışırken,
Ece’nin güçlü kimliğine de bürünen Koraltürk, öğle molası verildiğinde gözleri
ışıldayarak yanımıza geldi. Aşkın sadece bir kişiye değil, bir şeye de
hissedilebileceğini söylerken ‘Baba Candır’ı da kast ettiği belli oluyor. Zaten
sette de kendisiyle “Baba Candır’ın en büyük fanı” şeklinde dalga
geçiyorlarmış. Çünkü sadece performansını görmek için değil, bir izleyici
edasıyla diziyi her hafta izliyor Koraltürk.
Neredeyse ekibin
yarısı sette, durum böyle olunca Ece karakterinin odasında başlıyoruz sohbete.
Konu Uraz Kaygılaroğlu’na gelince sanki içine doğmuş gibi kapı açılıyor ve
“Benden bahsetti mi?” diyerek Uraz beliriyor karşımızda. İkilinin ekrana
yansıyan uyumları kamera arkasında da o kadar güçlü. Zaten Koraltürk de
“Birbirini yıllardır tanıyan iki arkadaş gibi olduk” diyor. Bu kadar sıcak bir
ekibin hanesinden içeri adım atınca sohbet de akıp gidiyor. Burada sözü Berna
Koraltürk’e bırakırken başta Gözde Gülensoy olmak üzere tüm ‘Baba Candır’
ekibine sıcacık ve içten misafirperverlikleri için teşekkür ediyor, selam olsun
diyorum.
Ece'nin askerleriyiz!
● Uzun zamandır ekrandasın ama ‘Baba Candır’ ile
hafızalarımıza kazındın artık. Dizinin kariyerindeki yerini nasıl tanımlarsın?
‘Baba Candır’dan
önceki projeler genelde kısa solukluydu. Bununla birlikte ilk defa bir rolü
bütünüyle üstlendim, gerçekten bir karakter çıkarttım, yönetmenle rolüm için
diyalog kurdum. Çünkü ‘Baba Candır’ bir hikâyeye hizmet etmekle birlikte, kendi
hikâyemi de anlattığım bir iş. Ve çok sevilmesi de benim için bu projenin
sürprizi oldu. Heyecanlıydım başlarken fakat herhangi bir anlam yüklememiştim.
Sadece reytingler de değil, tanıştığım oyuncu dostlarım ve üstatlarım, çalışma
koşulları kısacası ‘Baba Candır’a dair her şey bitmesini istemediğim güzel bir
sürpriz benim için.
● Güçlü ve ayakları yere sağlam basan bir kadını
canlandırıyorsun. Ece’yi canlandırırken seni ne motive ediyor?
Giydiğim topuklu
ayakkabılar (gülüyor). Acıya alışmayı öğreniyorsun. Normal hayatta düğünlerde
bile beni topuklu ayakkabıyla göremezsiniz. Şaka bir yana hiçbir şey sadece
yazıldığı gibi kalmıyor. Bir şeyler ekleniyor, sen bir şeyler keşfediyorsun ve
sonrasında onu kullanıyorsun. Ece gücünü buradan alırken, ben de bununla motive
oluyorum. Ben annesiz olmak ne demek bilmiyorum çok şükür. Fakat hayatta bir
şeyin veya birinin eksikliğinin nasıl bastırıldığını biliyorum. Mesela babası
olmayan kızların, erkek arkadaşların duydukları sevgiyi anlayabiliyorum. Çünkü
orada sevgi açlığını bastırıyorsun. ‘Baba Candır’daki baba öyle tipik maço baba
tiplemelerinden değil. Daha sevecen yaklaşmış çocuklarına. Ece de ayakları yere
sağlam basan bir kız çocuğu. “Bu hayatta bir şeyleri kendim başarmalıyım”
diyor. Babadan maddi destek alamaz. Onun için “babam sağ olsun, ben ondan
sadece manevi güç alayım” durumu geçerli. Bu da kişiyi etkiliyor tabii. Buna
konsantre olarak Ece’yi canlandırıyorum.
● Peki, Ece’yi canlandırmaya başladıktan sonra
annene karşı toleransının arttığı ya da “keşke anneme orada kızmasaydım ve
sözüne kulak verseydim” dediğin anlar oluyor mu?
Açıkçası maalesef
bu yoğunlukta annemi pek göremiyorum. Buradan sesleniyorum; seni çok seviyorum
ve özlüyorum (gülüyor). Eve gittiğim zaman bazen mikrofon üzerimde sanıyorum.
Ya da rüyamda Ece’yi görüyorum. Her gün çalışmak çok yorucu, evet; farklı bir
psikolojik destek, motivasyon gerekiyor. Şanslıyım ki klişe olacak ama
gerçekten aile gibi olduğumuz, çok keyifli bir ortamda çalışıyoruz. Şu an bu
sette olan herkesin hayatında neler olup bittiğini bugün size rahatlıkla
anlatabilirim. Canım sıkıldığında ve küçük bir sahne boşluğunda biriyle
dertleşebiliyorsun. Kendi başına kalmak istediğinde ise insanlar gözünden
anlıyor ve anlayış gösteriyor. Çalıştığın yerde rahat hissetmen çok önemli,
aynı şekilde insanlara güvenmek de.
● Ece’nin hangi özelliğinin sende olmasını isterdin?
Birbirimizden
öyle müthiş derecede ayrıldığımız özelliklerimiz yok. ‘Güldür Güldür’deki Kem
Gözlü Şevket’in deyimiyle “Keşke benim olsa” diyeceğim bir özellik var mı
bilmiyorum (gülüyor). Galiba Ece’nin hayır diyebilme yanının bende olmasını
isterim. İnsanlara çok kolay hayır diyemem. Aslında eskiden hayır kelimesini
rahatlıkla kullanırdım ama bir şekilde kayboldu sonradan. Ece daha net bu
konuda. Kötü bir insan değilseniz ve çok fazla empati kurarsanız başka birine
dönüşüyorsunuz artık. Hayır diyemez hale geliyorsunuz. Ben de galiba
kurcalamayı seviyorum böyle bazı şeyleri.
● Uraz Kaygılaroğlu gibi süper enerjik bir partnerin
var. Bir de senin yorumunla dinleyelim onu.
İlk başlarda
birini tanırken onu inceliyorsun tabii. Neye nasıl tepki verir, nasıl bir
oyuncu vb. her şeye bakıyorsun. Uraz’ın önceki projelerini biliyordum ama sette
farklı sonuçta. “Her şey su akar yolunu bulur” şeklinde gelişti. Diyalog kurma
açısından kasmamıza gerek kalmadı. Çok komik biri zaten. Böyle kişilerin
enerjisi beni yükseltiyor; mutlu oluyorum. Çok güzel bir arkadaşlık kurduk.
Mesela canı sıkıldığında hemen onu kahveye götürürüm. Uraz’la birbirini
yıllardır tanıyan iki arkadaş gibi olduk. Haluk’a baktığımızda ise tam bir
deliyle karşı karşıyayız (gülüyor). Ve onun delirmesine alan tanıyan müthiş bir
yönetmenimiz var.
Yazı devam ediyor..