Kaçıncı kez aynı
cümleleri kuruyorum bilmiyorum ama üzerinde durduğum noktalarda zerre ilerleme
yok farkındayım ve bu farkındalık artık fena halde canımı sıkmaya başladı.
Proje nasıl kurulur diye ahkam kesemem ama emin olduğum birşey var ki bu
topluma iş yapıyorsanız hikayeniz seyirciye dokunmalı, bam teline hem de...
İçli
insanlarız kardeşim inkar etmeyelim. Bence izleyiciyi tavlamanın en önemli
detayı hikayenin ona sağlam bir tokat atmasını sağlamak çünkü ancak böyle
gizlenebilir diğer ufak (!) kusurlar. Kara Ekmek’te bu ufak kusurlar zaten
burdan fizana yoldu. Duygu çıkarmak ise özellikle uzak durdukları bir detay
sanırım. Yoksa bu kadar başarısızlığın başka bir açıklaması olamaz. Hikayenin
ilk sezonunu üzerine kurdukları ‘Asiye’nin
babasından kaçması ve kimliğini saklama’ çatışması bulunacak en acele ve en
duygusuz şekilde halledilmeye çalışıldı.
İkinci sezon için bebeği kullanan
yazarlar onu da olabilecek en az duyguyla harcadı. Ne kaldı şimdi? Dizi merak
unsurunu yitireli çok oldu, artık hepimiz ne olacağını biliyoruz (tahmin
edebiliyoruz demiyorum bak!) İş bu durumdayken daha ne kadar takılacağız bu
hikayenin peşine? Ona bir cevabım yok işte. Buraya kadar okuduklarınız dizinin
sadece ilk iki dakikasının notlarıdır.
Berkant değiştiğini öne sürer ve biz
bunu gözlemleriz bir kaç hafta. Bebeğini bulmaya çalışır, tehlikeye atlar,
mahalle arkadaşının borcunu öder. Bunlar ilk sezondaki karakterin değiştiğine
ikna olmamız için kullanılan sahnelerdir ve izleyici tam ikna oluyorken
bebeğiyle ilk defa karşılaşan adamımız sıfır hatta eksilerde bir duyguyla ‘’Yav
bu benim çocuğum mu?’’ der. Haklısın Berkant bebeğini ilk gördüğünde kuracağın cümle
şaşkınlıktan ötürü bu olabilir ama duygun kahve arkadaşını gördüğün gibi mi
olmalıdır o tartışılır işte. Ya da tartışmayalım, anlaşamıyoruz zaten.
Ama ne yapıyoruz?
Görmezden geldiğimiz detaylara bir yenisini daha ekliyor ve diğer noktalara
geçiyoruz...