Her şeyi mahvetme partisi başlasın!
Hayatın boyunca kaç defa kendi kendine konuşmuşundur? Aynanın karşısına geçip ''Bu elbisenin mavisi daha mı güzeldi'' diye iç geçirmek değil bahsettiğim. Kaç defa omzuna başımızı yaslayıp en kırılgan sırrımızı su gibi dökmüşüzdür? Kaç defa aşık olmuşuzdur? Ve kaç defa aşkın hakkını verebilmişizdir? Onla karşılaştığımızda gözlerimiz masumiyetin güzelliğinden mi acımıştır? Yoksa onu en derin korkularımızla mı karşılamışızdır?

Bu bölüm arada bir sıkıldığımı hissettim. Başta nedenini çözemesem de sonunda fark ettim ki hissetttiğim eksiklik Haluk'muş. O olmayınca entrikaların incileri dökülüyor, paspal kalıyorlar sanki. Gerçi entrikanın kralını bir kez daha çevirdiğini düşününce, pek de haksız değiliz o yokken bunalmakta. Ne İnci'nin bulduğu esrarengiz Güneş tablosu, ne Melisa'nın küt diye ortaya çıkışı ne de diğer gerilim hatları Haluk kadar ele geçirmiyor beni. Güneş hakkında çeşitli rivayetler var. Kimileri Güneş'in bir ikizi olduğunu, kimileri ise Güneş'in Güneş olduğunu ama Haluk tarafından tecavüze uğradığını düşünüyor. Ben mi? Ben her ihtimale kapımı açık tutuyorum. Senaristler bize her seferinde ters köşe yapmaktan usanmıyorlar, aman böyle devam edelim.


Eheh seviyom ki ben eheh aşığım ki ben

Melisa kızçe öldü mü, ıssız Savaş kaldı mı, şimdi Nazlı incinir! Savaş o ''Aşık değilim'' itirafını yaparken bile Nazlı'nın yüzünü okşadığın için pek inandırıcı gelmedin, üzgünüm. Kendinle konuşup kendini hunharca azarlaman da pek iyiye işaret olmasa gerek. Nazlı ise partideki haliyle çok modern görünüyordu. Haftalar sonra onu böyle izlemek rahatlattı beni, cevherini ortaya çıkarmış besbelli. Ama asıl tuhaflık Melisa'nın partideki varlığı oldu. Yüzüme bir maske geçirip beni tanıyan herkesin arasına katılsam kafama bi' tane patlatıp selam verirler direkt. Ama Melisa'nın hiçbir yakını onu tanımıyor ve kız ortada rahatlıkla gezebiliyor. Bu tuhaflık, sevdiği kızı ayakkabı numarasından tanıyan prensin olduğu Külkedisi masalını getirdi aklıma...


Şu maviş şekerleri patlatamıyorum bi' türlü!

Sevilay kötülükle saçmalık arasında gidip geliyor. En az Haluk kadar ilişkilerinde takıntılı ve en az Haluk kadar oğluna uzak bir kadın o. Ali'nin kapıda içlendiği sahne aklıma şunu getirdi; zengin çocukları onca paraya rağmen niye canları sıkılınca bir otele gitmiyor? Gitmiyor değil de... Gidemiyor aslında. Bir anne tavsiyesine, bir amca gülümsemesine muhtaç kalıyor. Ayakların her yere ulaşabiliyor da kalbin hiçbir yere ait olamıyor işte. 

Ah Ahmet, sen ne iyi adamsın! Sanata olan düşkünlüğün, gençlere olan hoşgörün ve efendi duruşun on üzerinden elliyi hak ediyor. Bunca karmaşanın içinde sığınılacak liman gibisin. İyi ki gelmişsin. Rana da giderek iyiye yöneliyor, farkındayım. Her ne kadar gizemlerini hâlâ barındırsa da sahiden aradığımız kötü o çıkmayacak, anlaşıldı. 


Aşık olmanın da bi' bedeli var, anladık...

Ve sen, kalbimizi bin yerinden kıran, umutlarımızı ziyan eden Ali Mertoğlu... Cümleler sana gelmesin diye uğraşıyorum ama ne fayda. Selin'in acısı içimizi ezdi resmen. Laf aramızda Hande Erçel biraz kilo almış sanırım ve gerçek bir poğaça yanak olmuş. Güzel insana her şey yakışıyor. Ama özellikle bu bölümdeki performansını severek izledim. Ali'nin böyle bir oyuna alet olması ise şaşırtıcı değildi ama son ana kadar bi' umut engel olur diye düşündüm. Hadi olmadı, en azından o perdeyi yerle bir eder de tamamını izlemezler sandım. Umutlar çıkmaz sokağa vardı. Emre bile Ali'den çok daha fazla tepki verdi. Ali hep sakin... Video internet alemlerine aktı, Selin yerle bir oldu, Ali hep sakin... Bundan sonrasında Selin'in yapacaklarını tahmin bile edemiyorum. Bir kadın senden soğumuşsa, geriye kalan her şeyi unut gitsin. Bir arabanın altında pert olduğunu görse bile, yüzüne tükürebilir o kadın. Ve ben artık kadınların yanındayım. Yürüyün Nazlı ve Selin, kim tutar sizi! Siz neler düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum.

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER